İngilizce yapımlar dışında Dünya sinemasında keşfedilmeyi bekleyen 12 muhteşem film…
1. Siyah Orfe (Orfeu Negro / Black Orpheus, Marcel Camus, 1959 – Brezilya)
Filmde, Trakyalı Orfe ile Evridiki arasındaki aşkı anlatan Yunan mitolojisi, karnaval sırasında Rio de Janeiro’nun bir gecekondu semtinde yaşananlar şeklinde uyarlanmış.
Camus’un bu renkli trajedisi 1959’da Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye, daha sonra ise Oscar, Britanya Akademisi Film Ödülü (BAFTA) ve en iyi yabancı film dalında Altın Küre kazanmıştı.
Film ayrıca Antonio Carlos Jobim ile Luiz Bonfa’nın samba ritimlerini dünyaya tanıttı. Ama film aynı zamanda sorunlu da bulunuyor…
Örneğin Barack Obama, Babamdan Hayaller adlı anı kitabında, annesi filmi çok sevmiş olsa da, filmde siyahların çocuksu bir şekilde yansıtılmasının kendisini rahatsız ettiğini söylüyor.
2. Ben Küba’yım (Soy Cuba / I Am Cuba, Mikhail Kalatozov, 1964 – Küba
1964’te çekilen ama 1995’te restore edilinceye dek pek izlenmemiş olan film, Mikhail Kalatozov’un insanı hipnotize eden türden bir propaganda filmi. Filmde Batista rejimi devrilmeden önce ve sonrasında Küba’da yaşam anlatılıyor. Filmin Tatlı Hayat‘a eşlik edebilecek ilk sahnelerinde bir yanda zengin turistlerin lüks havuz partilerini, öte yanda ise Küba halkının yoksulluğunu görüyoruz.
Daha sonra şeker kamışı üreticilerinin çaresizliğine, devrimci bir öğrencinin öldürülmesine ve bir köylünün devrimcileşmesine tanık oluyoruz. Bütün bunlardan filmin Sovyet ortak yapımı olduğunu anlıyoruz. Ama siyah-beyaz filmin kamera görüntüleri Soy Cuba’yı politikanın çok ötesine taşıyor. Martin Scorsese bu film için “Onu seyrettikten sonra film çekimi konusunda yeni bir heyecan duydum” diyordu.
3. Koşun İtfaiyeciler (The Firemen’s Ball, Miloš Forman, 1967 – Çekoslovakya)
Bu yıl hayatını kaybeden yönetmen Miloš Forman daha çok Oscar kazanmış Amadeus ve Guguk Kuşu filmleriyle tanınıyor. Ama Çekoslovakya’dan ABD’ye göç etmeden önce yaptığı Koşun İtfaiyeciler adlı filmini Forman küçük bir kasabada, daha önce hiçbir film deneyimi olmayan yerlilerle çekmişti.
Bir itfaiye ekibinin şefi için düzenlenen emeklilik partisinde sarhoşlar arasında geçen eğlenceli görüntülere daha sonra Sovyet bürokrasisini temsil eden beceriksiz ve rüşvetçi bir yöneticiyle ilgili değinmeler ekleniyor. Hükümet bu nedenle filmi yasaklıyor.
4. Kuşatma (Siege, Gilberto Tofano, 1969 – İsrail)
Filmde, paraşütçü asker kocası 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda ölen Tamar adlı genç bir dul kadının hikayesi anlatılıyor. Kocasının akraba ve arkadaşları Tamar’dan ömrünün sonuna dek acılı savaş dulu rolü oynamalarını isterler. Ama Tamar gelenekleri reddeder, yeniden aşkı ve mutluluğu bulmaya çalışır.
Cannes film festivalinde ilk gösteriminin üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçmiş olsa da Yeni Dalga etkisi altındaki bu film hem biçim hem de içerik olarak bir klasik olmaya devam ediyor.
5. Mapantsula (Oliver Schmitz,1988 – Güney Afrika)
Yönetmen Oliver Schmitz beyaz olsa da Mapantsula, Güney Afrikalılar için, onlar hakkında ve onlar tarafından yapılmış ilk aparteid karşıtı film olarak niteleniyor. Senaryo yazarı siyah Thomas Mogotlane filmde ayrıca Panic rolünde oynuyor. Küçük çaplı bir gangster olan Panic’in siyasetle hiç ilgisi yoktur, ta ki hapse atılıncaya kadar.
Orada gardiyanların ve diğer tutsakların tutumu onu karşı koymaya iter. Kahramanın sorgusu ile Johannesburg’un alışveriş merkezleri ve dans salonlarındaki eski yaşamı arasında gidip gelen film öylesine canlıdır ki adeta Soweto sokaklarının kokusu ulaşır burnunuza.
6. Sarhoş Atlar Zamanı (A Time for Drunken Horses, Bahman Ghobadi, 2000 – İran)
Bahman Ghobadi’nin yürek parçalayan filminin açılış sahnesinde şu yazı belirir: “Kültürel mirasıma naçizane saygıyla: Burada göreceğiniz insanlar hayal ürünü değil.” Güzel kurgulanmış ve iyi çekilmiş bu film Ghobadi’nin köyünde geçiyor, Kürtlerin yaşantısını olduğu gibi yansıtıyor. İşte bu yüzden insana dokunuyor.
Filmin kahramanı Eyüp’ün annesi, babası yoktur. Engelli kardeşi Madi’ye ameliyat parası bulmak için sınırda kaçakçılık yapan bir gruba katılır. Karlı dağları aşarken hava öyle sertleşir ki katırların yola devam etmesini sağlamak için onlara alkol katılmış su içirilir. Filmin adı da buradan geliyor. Filmi izleyenler de sonunda böyle bir şeye ihtiyaç duyabilir.
7. Hızlı Koşucu (Atanarjuat: The Fast Runner, Zacharias Kunuk, 2001 – Kanada)
Diriliş (The Revenant) filminde başrol oyuncusu Leonardo Di Caprio’nun vahşi doğada hayatta kalma savaşı verirken en azından bir kürkü vardı. Ama Hızlı Koşucu’da baş kahraman çırılçıplak bir halde Arktik kar ve buzların içinde kabile şefinin katil oğlundan kaçmaya çalışıyor.
Bir Eskimo efsanesinden esinlenen filmde yönetmen Zacharias Kunuk’un Shakespeare’e yaraşır tarzda bir ihanet, hırs, düşmanlık ve gelenek hikayesi seriliyor önümüze. Bu Eskimo’lar tarafından ve Eskimo dilinde yapılan ilk film oldu. 2015’te Uluslararası Toronto Film Festivali’nde yapılan anket Hızlı Koşucu’yu gelmiş geçmiş en iyi Kanada filmi olarak nitelemişti.
8. Kurak Mevsim (Daratt / Dry Season, Mahamat Saleh Haroun, 2006 – Çad)
Filmin kahramanı genç Atim’e dedesi bir silah verip 20 yıl önceki iş savaş sırasında babasını öldüren adamdan intikam almaya gönderir. Ancak Atim babasını öldüren adamı bulduğunda yaşlı bir fırıncıyla karşılaşır. Adam ona iş ve yatacak yer verir.
Yönetmen Mahamat Saleh Haroun’un bu etkileyici intikam ve kefaret öyküsü, birkaç karakterin duygularıyla ilgili sakin bir kişisel hikaye niteliğinde olsa da filmin asıl konusu, yıkıma uğramış Çad’ın savaşın etkilerinden kurtulup kurtulmayacağı. Filmin çekimi sırasında iç savaş yeniden başlamıştı.
Çadlı yönetmen Mahamat Saleh Haroun, kurak Mevsim filmiyle 2006 Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı.
8. Kurak Mevsim (Daratt / Dry Season, Mahamat Saleh Haroun, 2006 – Çad)
Filmin kahramanı genç Atim’e dedesi bir silah verip 20 yıl önceki iş savaş sırasında babasını öldüren adamdan intikam almaya gönderir. Ancak Atim babasını öldüren adamı bulduğunda yaşlı bir fırıncıyla karşılaşır. Adam ona iş ve yatacak yer verir.
Yönetmen Mahamat Saleh Haroun’un bu etkileyici intikam ve kefaret öyküsü, birkaç karakterin duygularıyla ilgili sakin bir kişisel hikaye niteliğinde olsa da filmin asıl konusu, yıkıma uğramış Çad’ın savaşın etkilerinden kurtulup kurtulmayacağı. Filmin çekimi sırasında iç savaş yeniden başlamıştı.
9. Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor (Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives, Apichatpong Weerasethakul, 2010 – Tayland)
Boonmee Amca, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan ilk Tayland filmi oldu ve aldığı olumlu eleştirilerle adını duyurdu. Böylece insanlar ilk kez bir Tayland filminin tadına varmış oldu. Yönetmenin, ölmekte olan bir adamın ormandaki son günlerini anlattığı film birçok yersiz ve gerçek üstü ögeler içeriyor.
Sinema tarihine ve teknolojiye göndermeler yapılıyor. Ama aynı zamanda izleyiciyi antik ve mitolojik bir geçmişe gönderiyor. Ruhların yemeğe katıldığı, bir prensesin yayın balığı ile seks yaptığı, kırmızı gözlü, yeti benzeri bir yaratığın ortaya çıktığı bir film bu.
10. Vecide (Wadjda, Haifaa el-Mansour, 2012 – Suudi Arabistan)
Vecide, Suudi Arabistan’da çekilmiş ilk uzun metrajlı film olmanın yanı sıra ilk kadın Suudi yönetmenin çektiği film özelliği de taşıyor. Haifaa el-Mansour Riyad sokaklarındaki sahneleri bir minibüsün arkasına saklanarak çekmişti.
Filmin kahramanı sert mizaçlı 10 yaşındaki bir kız çocuğu, rüyalarındaki bisikleti alacak parayı biriktirmek için Tom Sawyer kadar becerikli ve kararlı olduğunu kanıtlıyor. Vecide, Suudi Arabistan’da kadınların karşı karşıya olduğu baskıları anlatıyor, ama her ulustan genç kadınlara esin verecek pozitif ve insanın içini ısıtan komik bir dille.
11. Tarihin Sonu (Norte, the End of History, Lav Diaz, 2013 – Filipinler)
250 dakika süren ve statik kameraların uzun çekimlerine dayanan filmde yönetmen Lav Diaz birçok filme dahil olmayan gündelik, sıradan ayrıntılara yer verirken aynı zamanda kötülük, küresel kapitalizm, maneviyat ve ateizm gibi ciddi konuları işliyor. Diaz için dört saatlik film kısa bile sayılır.
BBC’nin film eleştirmenleri ile yaptığı ankette listeye giren bu tek Filipin filminde, bir cinayet işleyen entelektüel bir öğrencinin, bundan dolayı tutuklanan yoksul bir köylünün ve kocası ömür boyu hapse mahkum olmuş ve ailesini ayakta tutma mücadelesi veren bir kadının hikayesi anlatılıyor. Eleştirmenler filmi Tolstoy ve Dostoyevski’nin romanlarına benzetiyor. Ama benzeri olmayan bir film bu.
12. Yılanın Kucağında (Embrace of the Serpent, Ciro Guerra, 2015 – Kolombiya)
Oscar’a aday gösterilen filmde Amazon ormanlarında şaman Karamakate, sömürgecilerin kökünü kazıdığı bir kabilenin tek temsilcisidir. 1909’daki gençliği ile 1940’taki yaşlılık döneminden kesitlerle karşılaşırız. Beyaz bilim insanlarının yağmur ormanlarında efsanevi bir bitkiyi arama seferlerinde onlara kılavuzluk etmektedir.
Yönetmen Ciro Guerra’nın siyah-beyaz bu epik hikayesinde nehir seferleri Kıyamet (Apocalypse Now) ve Tanrının Gazabı: Aguirre filmlerinde olduğu gibi insanı içine çeker. Ama bu kez filmi yapanlar ve kahramanı uzaklardan gelme değil, konunun geçtiği ülkedendir.
KAYNAK: bbc.com