Hayatımızın bazen anlamaya, bazen takip etmeye yetmeyeceği ya da kişisel deneyimlerimizle ulaşamayacağımız hayatları, olayları ve bilgileri 110 dakika gibi kısa bir süre içinde gözümüzün önüne getiren ”büyülü dünya” sinema bugün 114 yaşında.
”Yedinci sanat” olarak görülen sinema, aslında perdeye arka arkaya gelen saydam bir film şeridi üzerindeki görüntülerin, beynin gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüyü kısa bir süre daha saklaması sayesinde hareketli görünmesinden ortaya çıktı. İlk bulunduğunda insanları şaşkına uğratması nedeniyle ”büyülü fener” adını alan sinemanın gelişmesini sağlayan ilk ögelerden biri, 1824’de İngiliz fizikçi Peter Mark Roget’ın yayımladığı ”Hareketli Cisimlere İlişkin Olarak Görüntünün Sürekliliği” adlı kuramsal çalışma oldu.
İlk yıllarda sesi ve görüntüyü birlikte kaydeden bir aygıt olmadığından filmler sessizdi. Filmin konusu bazen ”sirk” ve ”vodvil”, bazen dünyanın çeşitli yerlerine gönderilmiş kameramanların saptadıkları haber ve belgeseller oldu.
Ancak I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Avrupa sineması neredeyse çöküntüye uğradı. Çünkü filmin ana maddesi olan selüloit barut yapımında kullanılmaktaydı. Oysa, aynı dönemde ABD sineması önemli gelişmelere sahne oldu. Bir ”Milletin Doğuşu” ve ”Hoşgörüsüzlük” gibi filmlerle adını duyuran ABD’li yönetmen David Griffith, sinemayı salt bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp izleyiciyi aynı zamanda düşünmeye de yönelten, çok yönlü bir anlatım aracına dönüştürdü.
Sinemada sesli film dönemi 1920’lerin sonu ile 1930’larda başladı.
Walt Disney ilk sesli çizgi filmini bu yıllarda gerçekleştirdi. Dönemin önde gelen yönetmenleri John Ford, Howard Hawks, Frank Capra, George Cukar ve Orson Welles özgün üsluplarıyla sinema sanatına önemli katkılarda bulundu. Gerilim filmlerinin babası sayılan Alfred Hitchcook da bu dönemin isimlerinden.
Renkli sinemaya geçişi de simgeleyen bu dönemin renklendirme yöntemi ilk filmi Walt Disney’in ”Üç Küçük Domuz” adlı çizgi filmi oldu. Ancak, II. Dünya Savaşı yıllarında sinema dünyası büyük bir durgunluk yaşadı. Bu dönemde, genellikle ordulara moral vermeyi amaçlayan savaş filmleri çekildi.
BEYAZ PERDEYE RAKİP: "BEYAZ CAM"
Sinemayı etkileyen bir diğer önemli gelişme, 1950-1960 arasında yaşandı. ”Beyaz cam” olarak da nitelenen televizyonun hızla yaygınlaşması sinema izleyicisini azalttı ve bazı büyük film şirketlerinin çökmesine neden oldu.
Sinema salonları, 1970 ve 1980’lerde etkileyici ses ve görüntü efektlerinin kullanıldığı serüven ve bilimkurgu filmlerini ağırladı. Ancak, videonun yaygınlaşmasıyla birlikte bu dönemde de ”elektronik sinema” önem kazandı
Günümüzde ise sinema, insanların günlük yaşamdan kopmak, eğlenmek veya hoş vakit geçirmek için sık sık gittiği eğlence araçlarından biri haline geldi. Ancak sinema için en önemli unsur, artık Hollywood’dun bariz egemenliği…
TÜRK SİNEMASI
Sinemanın doğum gününün 1 Şubat olmasına rağmen, Türk sinemasının başlangıç tarihi 14 Kasım 1914. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girdiği ilk günlerde Ayestefanos’taki (Yeşilköy) Rus Anıtı yıkılırken, yedeksubay Fuat Uzkınay tarafından görüntülenen ve ”Ayestefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı tarihi belgesel ilk Türk filmi olarak kabul ediliyor.
Cumhuriyetin ilanı ve sinema tekniklerinin gelişmesiyle Türk sinemasının ”Yeşilçam Dönemi” başladı. Filmler dönemlere uygun olarak ya tiyatro eserleri ve romanların uyarlamaları ya da yabancı filmlerin Türkçe versiyonu olarak piyasaya çıktı. Türk sinemasında en fazla film 1914-1973 yılları arasında üretildi ve bu dönemde tam 3 bin 359 film çekildi.
Bu dönemi izleyen 1974-1990 yılları arasında ise üretilen film sayısı 2 bin 219’a düştü. Sosyal içerikli fantastik filmler, 12 Eylül filmleri, arabesk filmler, seks komedileri nedeniyle eleştirilen bu dönem, aynı zamanda Türk sinemasının yurt dışında ödüller aldığı bir dönem de oldu.
Bu dönemde Yılmaz Güney’in senaryosundan Şerif Gören’in yönettiği ”Yol ” filmi, 1982 Cannes Film Festivali’nde en iyi film seçildi ve Altın Palmiye Ödülü’nü Costa Gavras ile paylaştı. 1990’lara doğru çekilen film sayısı ise maliyetlerin yüksekliği nedeniyle giderek düştü.
YENİDEN YÜKSELİŞ
Ancak, 1990’lı yıllar, ”büyük çöküşü” 1980’lerde yaşayan Türk sinemasının, tekrar eski günlerine dönemese de ”Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasını” temsil etti.
Nitekim, 1996’da vizyona giren ”Eşkıya”nın 2,5 milyon kişilik hasılata ulaşmasıyla Türk sineması için umut doğdu. Bu rakam, o dönem için büyük bir izleyici rekoruydu. Ardından seyirciler, ”Ağır Roman”, ”Masumiyet” ve ”Hamam”; ”Gemide”, ”Akrebin Yolculuğu” ve ”Hoşçakal Yarın’, ”Salkım Hanımın Taneleri”, ”Harem Suare” ve ”Mayıs Sıkıntısı” gibi peş peşe birçok popüler ve sanat filmini görme fırsatı buldu.
1990’lı yılların en fazla film üretilen dönemi 1993-1994 dönemi oldu.
Bu dönem, Türk sinemasının yurt dışında çok sayıda ödül almasıyla da dikkati çekti. Sinan Çetin’in yönettiği ”Berlin In Berlin”de oynayan Hülya Avşar, 1993 Moskova Film Festivali’nde ”En İyi Kadın Oyuncu”; Memduh Ün de ”Zıkkımın Kökü” adlı filmi ile 1993 yılında İspanya Sinema Festivali’nde ”En İyi Yönetmen” ödülünü aldı.
ASIL DÖNÜM NOKTASI
Yerli yapımlar, Amerikan filmlerinin neredeyse tümüne hakim olan pazar payını 2000’li yıllardan itibaren düşürmeye başladı. 2000 yılında vizyona giren 15 yerli film arasından ”Kahpe Bizans” yaklaşık 2 milyon izleyiciye ulaştı. ”Vizontele”, 2001’de 3 milyonu geçen izlenirlikle ”Eşkıya”yı geride bıraktı.
Türk filmleri için asıl dönüm noktası 2004 yılı oldu. ”Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, ”Bekleme Odası”, ”Hababam Sınıfı Merhaba”, ”Neredesin Firuze”, ”Mustafa Hakkında Her Şey” gibi filmlerin sinema salonlarına geldiği 2004 yılında, ”G.O.R.A” ve ”Vizontele Tuuba” ciddi rakamlarda seyirci topladı. Aynı yıl yerli filmleri izleyen toplam seyirci sayısı 6 milyon 657 bine çıktı.
2005’te vizyona giren 27 yerli yapımı toplam 6 milyon 795 bin kişi izlerken, Türk sineması 2006’da rekor yılını yaşadı. Gösterilen 33 yerli filme 10 milyon 838 bin kişi talep gösterdi. Bunun yanında, o yıllarda ”Kurtlar Vadisi-Irak”, ”Babam ve Oğlum”, ”Organize İşler”, ”Hababam Sınıfı Askerde”, ”Hababam Sınıfı Üçbuçuk” seyirci sayısıyla dikkati çekti.
Türk sinemasında 2006 ve 2007 yılları gişe başarıları ve ödüllerin geldiği yıllar oldu. 2008 ise sinemanın ”altın yılı” haline geldi. ”Rıza”, ”120”, ”Vicdan”, ”O.. Çocukları”, ”Recep İvedik”, ”Devrim Arabaları”, ”A.R.O.G” ve ”Osmanlı Cumhuriyeti” geçen yılın gözde yapımları arasında yer aldı.
Çağan Irmak’ın yönettiği ve hala sinemalarda gösterilen ”Issız Adam” iyi bir çıkış yaptı.
2008, ”ALTIN YIL”
Son yıllar Türk sinemasının hem ulusal hem de uluslararası arenada birbiri ardına ödüllerin alındığı yıllar oldu.
Örneğin, Cannes Film Festivalinde Nuri Bilge Ceylan’a ”En İyi Yönetmen” ödülünü getiren ”Üç Maymun”, Oscar’da ilk 9 film arasına girerek ”aday aday”ı oldu.
Almanya’da yaşayan yönetmen Fatih Akın’ın yönettiği ”Yaşamın Kıyısında”, Özer Kızıltan’ın yönettiği ”Takva”, yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun filmi ”Yumurta”, Abdullah Oğuz’un ”Mutluluk” adlı filmleri festivallerden eli boş dönmedi.
Yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül’ün yaptığı ”Beyaz Melek”, 41. Houston Film Festivali’nde, ”En İyi Uluslararası Yabancı Film” ve ”Jüri Özel En İyi Yönetmen Ödülü” aldı. Ayrıca film, vizyona girdiği 2007 yılında 2 milyon 30 bin 444 kişiyi sinema salonlarına çekti.
Yayın Tarihi
19 Haziran 2019 Çarşamba / 02:20
İyi ki Doğdun Sinema
Filmler
Hayatımızın bazen anlamaya, bazen takip etmeye yetmeyeceği ya da kişisel deneyimlerimizle ulaşamayacağımız hayatları, olayları ve bilgileri 110 dakika gibi kısa bir süre içinde gözümüzün önüne getiren...