‘Aşkta bu kadar tesadüf olur’

Filmler
Hasan Cömert’in röportajı; Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir film gösterime girdiğinde ekran yüzü oyunculardır, gayet de normal bir durumdur. Popüler biri yüz ise yönetmen de kon...
EMOJİLE

Hasan Cömert’in röportajı;

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir film gösterime girdiğinde ekran yüzü oyunculardır, gayet de normal bir durumdur. Popüler biri yüz ise yönetmen de konuşulabilir, varsa sansasyonel sahneler gündemde kalır. İşin magazinsel kısmı ilgi çektiğinden senaristlerin – olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde – adları bile geçmez çoğunlukla.

Hatta bazı filmlerde senaristin adını jenerikte bile zor görürsünüz. ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ de bu filmlerden. Hiyerarşik bir önem değil, sinemasal bir zorunluluktur aslında: Senaristin adı yönetmenden sonra gelir. Ama ‘Aşk Tesadüfleri Sever’de senaristin adını ancak yapımcı, görüntü yönetmeni ve genel koordinatörden sonra görebiliyorsunuz. Bu Türkiye’de sinemaya olan bakışı anlamak için önemli donelerden biri. Ama yine de, o hiyerarşik düzenin arasından Nuran Evren Şit dikkat çekebiliyor.

O isminin kaçıncı sırada yazıldığını önemsemiyor bile. Hatta Ömer Faruk Sorak’la çalışmaktan ve ortaya çıkan filmden o kadar memnun ki, ‘Aşk Tesadüfleri Sever’den başka bir şeyden bahsetmedi bile…

‘Aşk Tesadüfleri Sever’ yönetmen asistanlığından senaristliğe geçiş yapan Şit’in ilk filmi. ‘Elveda Rumeli’ dizisinin senarist kadrosunda çalışan ve şu anda ‘Hanımın Çiftliği’ni yazan Şit, ilk filmini heyecanla anlatıyor ve ortaya çıkan filmden çok memnun. Daha önce Ömer Faruk Sorak’ın reji asistanlığını yapan Şit, ”Onunla çalışmak büyük şans” diye de ekliyor.

‘Aşk Tesadüfleri Sever’ ikinci haftasında 1 milyon seyirciye yaklaştı. Ve filmi bir de senaristinden dinleme zamanı:

Öncelikle filmi beğendin mi?
Bu filmin senaryosunda Ömer Faruk Sorak’la çok sıkı iletişimle, ortak bir çalışma yürüttük. Çok tartıştık, o yüzden sete giden senaryo birebir uygulanacak hale gelmişti zaten. Senaryodan çok farklı bir film beklemiyordum, her şeyi beraber yaptığımız için. Fakat yine de sette çok bulunmadığım için birçok şeyi merakla bekledim. Sürprizler de vardı benim için. Senaryoda olmayan, düşünmediğimiz ama daha sonra eklenen bazı şeyler çok güzel oldu. Ortaya çıkan şey kağıt üzerinde olanın kat kat üstünde bir iş oldu.

İlk filmin… Gösterime girdiğine ne hissettin?
13 yaşından beri hayalim, bir filmin jeneriğinde adımı görmekti. 13 yaşında ”ben sinemacı olacağım” demiştim. Neresinde olursa olsun, sinemanın içerisinde varolma kararını 13 yaşında vermiştim. İlk film için de mükemmel bir iş oldu. Daha iyisi can sağlığı… Çünkü kendimi çok fazla kattığım ve bulduğum bir iş. Sinemasal değeri benim dışımdakilerin yorumudur ama benim yaptığım iş açısından vicdanım rahat.

Projeye ne zaman dahil oldun?
Daha önce Ömer ağabey ile çalışmıştım zaten. Yıllarca reji asistanlığı yapmıştım ona. Ömer Faruk Sorak ve eşi İpek Sorak kendi hayatlarındaki bir tesadüften yola çıkarak bir film yapmaya karar vermişler. İpek bir sinopsis yazmış. Bunu bir senaristle paylaşmak istediklerinde ise, akıllarına ben gelmişim. Hikayeyi okudum, o hikaye üzerine bir şeyler karaladım. Onlar bunu okuyunca benimle çalışmaya karar verdiler. Ankaralı oluşum, aynı kafada olmamız da etkendi. Elimdeki sinopsisten yola çıkarak hikayeyi geliştirmeye, karakterler katmaya, kendimden bir şeyler eklemeye çalışarak senaryoyu yazdım. İpek ve Ömer Abi de bu süreçte işe müdahildiler. Her drafttan sonra, bir sonraki draft için kararları birlikte alarak ilerledik . Sonuç olarak 11 draft yazdım. Zamanla son haline geldi. Güzel bir maceraydı o süreç. Moral bozuklukları, yapamayacağım dediğim zamanlar oldu ama bir yandan bana çok destek oldular. Hiç kolay bir şey değil daha önce sinema filmi yazmamış birine bu işi teslim etmek. Bana güvenmeleri çok önemliydi benim için.

Ankaralı olmasan yazabilir miydin?
Kesinlikle olmazdı. Bir kere filmde bir Ankaralılık var. Her sahnede, detayda, giyim tarzlarında, karakterde Ankara duygusu var. İstanbul’da yaşayan Ankaralıların havası var filmde. Ankaralı olmasaydım nasıl olurdu bilmiyorum.

İSTANBUL’A GİDEN ANKARA’YA DÖNER Mİ?

Peki İstanbul’a gidip de Ankara’ya geri dönen gördün mü?
O laf benim anneme söylediğim bir laf aslında. Annem yıllardır benim Ankara’ya dönmemi bekliyor. Üniversite için geldim İstanbul’a ve ozamandan beri burada yaşııyorum ama ne zaman Ankara’ya gitsem annem ”Keşke Ankara’da işe girsen”, ”ben sana eczacılık oku demedim mi?” gibi şeyler söyler. Filmdekine benzer bir ilişki var annemle aramda.

Ömer Faruk sorak’la çalışmak nasıldı? Popüler bir filmde olmanın endişeleri var mıydı?
Ömer ağabey ile çalışmak çok büyük şans. Bu ülkede şu anda 70-80 film çekiliyorsa bunda pay sahibi olan insanlardan biri. ‘Vizontele’, ‘Gora’ gibi filmler gişesiyle çoğu filmin önünü açtı. Ömer ağabey seyircinin nabzını iyi bilen bir yönetmen. Teknik anlamda çok iyi bir yönetmen. İnsan ilişkileri çok güçlü. Ne istediğini bilen biri. Kendine has yöntemleri var. Kısaca onunla çalışmak çok büyük bir avantajdı.

‘Senaryoculuğumu gösteremem’ gibi bir endişen oldu mu diye sormak istemiştim.
Hiç olmadı. Senaryo sürecini birlikte yaşadık Ömer Faruk Sorak ve İpek Sorak’la. Onlar da yazdıklarımı beğenerek, yapıcı anlamda eleştirerek ve beni sık sık takdir ederek moralimi hep yüksek tuttular. Ömer ağabey filmi kafasında çekmişti zaten. Sete daha gitmeden bitirmişti. Bu korkunç bir güven veriyor. Onun önsezilerine çok güvendim.

Fazla mütevazı davranıyorsun…
Teşekkür ederim. (Gülüyor)

Senaryonun matematiği iyi işliyor. Nelere dikkat ettin?
Enformatik sahne koymamaya çok dikkat ettik ve sebep sonuç ilişkisine çok çalıştık. Diyaloglardan, karakterlerden, mekanlardan ziyade daha fazla o kurguya kafa patlattım. Hiçbir şey açıkta kalmamalı, çok sıkı bir örgü olmalı… Filmden atılan şeyler de oldu doğal olarak. Birkaçının atılmasına üzüldüm ama DVD’ye koyarlar herhalde…

HERKESİN HAYATINDA TESADÜFLER VAR…

Tesadüf çok kolay klişelere yaslanabilecek bir tema. Bu bakımdan yazarken zorlandın mı?
Biz bu iki insanın hayatında birbirleriyle alakalı olan kısımları alıp film yaptık. Dolayısıyla bu yapısal bir tercihti. ‘Bu kadar tesadüf olur mu?’ sorusuna şöyle cevap vereyim: Olur (Gülüyor). Çünkü biz zaten o tesadüflerin filmini yaptık. Fazla gelen yeler oldu oraları çıkardık filmden. İnsan sevgilisiyle daha önce karşılaşıp karşılaşmadığını bilemez. Ya da sevgilisi olmayan biriyle yaşayabileceği ihtimalleri görmeden hayatına devam edebilir. Biri seni tepeden kameraya çekip göstermediği sürece bunu bilemezsin.

Aşk, tesadüfler, melodram… Kafanda başka filmler, romanlar var mıydı?
Tabii vardı. Francis Ford Coppola’nın bir röportajını okumuştum. Bir filme başlamadan önce o türle ilgili en az 300 tane film izlermiş. Ondan sonra yazarmış. Buradan anladığım; önce kafanda ne istediğini oluşturmak gerekiyor. Bunun için de daha önce yapılanlara bakmak lazım. Sevdiğin bir şeyden esinlenmekte sakınca yok. Ayrıca daha önce yapılanı yapmamak lazım. Ve motive olmak lazım iyi ya da kötü filmle. O yüzden benim de çok etkilendiğim, esinlediğim filmler var.

Filmdeki ‘kutu’ sahnesinden dolayı eleştirenler oldu. Haklılık payı var mı bu eleştirlerin?
Daha önce Ömer ağabey de anlattı ama bir kez de ben söyleyeyim. Benim de çocukken sakladığım bir kutu vardı, hala da saklıyorum. Ama kutu silindir değil. Kutunun yuvarlanması için silindir olması gerekiyordu. Ama sırf bu yüzden filme haksızlık edilmesine sebep oldu o kutu. İki çocuk ve bir kutu gördüğümüz her şey ‘Jeux D’enfants/ Cesaretin Var mı Aşka?’ değil. Türkiye’de bir film çıkmadan bir açığını yakalayım düşüncesi var. Büyük bir haksızlık bu. Başka bir kutu olsaydı ‘Amelie’ye benzeteceklerdi. Herkesin böyle nostaljik kutuları olmuştur. O sebeple yazdığımız bir şeydi.

Belçim ve Mehmet arasındaki uyum konusunda herkes hemfikir gibi…
Yazım sürecinde duvarımda Belçim’in ve Mehmet’in fotoğrafları asılıydı. Onlara bakarak yazdım. Onlarla devamlı iletişim halindeydim. Özellikle Belçim’le sık sık görüştük. Onun enerjisi de bana ilham verdi. İkisi de çok iyiydiler. Aralarındaki kimya da müthişti bence.

Aynı zamanda ‘Hanımın Çiftliği’ dizisinin iki senaristinden birisin. Dizi ile film yazmak arasında onlarca fark vardır. Senin açından bu farklar neler?
Dizide oynamak, yazmak hep küçümsenir ama asla böyle değil. Milyonlarca insanın izlediği bir şey. Senin o dizilerde yazdığın her söz binlerce insana ulaşıyor. O yüzden dizi yazanların kalitesi çok önemli. Dizi yazmanın şöyle bir avantajı var. Bir şey yazıyorsun ve iki hafta sonra izliyorsun ve o çok ilham veriyor sana. Oynanmış halini görmek çok motive ediyor. İzleyiciden tepki alıyorsun, olumlu ya da olumsuz. O sizi yönlendirebiliyor. Filmde ise yönetmene teslim ettikten sonra işiniz bitiyor. Düzeltmeniz gereken bir şey varsa artık çok geç! Onun verdiği bir stres var tabii. Sinema filminde de 100 sayfa yazıyorsun, dizide de 100 sayfa yazıyorsun. Filmi 1,5 senede yazdık, diziyi her hafta yazıyoruz. Orada sürekli zamana karşı bir yarış var. Senaryo dili olarak da çok farklı… Lütfi Akad benim hocam olmuştu bir dönem ve şöyle bir sözü var: ”İnsanlar gözüyle izlesinler filmi, kulağıyla değil. Diyaloglarla götürmeyin” derdi. Dizide bunun tam tersi geçerli. İzleyicinin arkası dönükken de izlemesi lazım. Böyle birçok fark var.

Son olarak Türk sinemasında net bir ayrım var: Popüler sinema-sanat sineması. Bu ayrımda sizin filminiz nereye düşüyor?
İkisinin ortası galiba. O orta yolu bulmak gerekiyor çünkü. 80 film büyük bir rakam ama hala filmler arasında uçurum var. O yüzden popüler filmlerin kalitesinin artması gerekiyor. Pahalı bir iş sinema ama çok güzel filmler, iyi senaryolar, düşük bütçeler yüzünden yeterli salonda vizyona giremiyor. Ya da popüler seyirci kaygısı taşımadan sadece festivaller için film yapılıyor. O filmleri biraz daha popüler yapacak yollar bulunabilir. Daha fazla seyirciye ulaşması için o filmlerin öncelikle yapımcılara sıcak gelmesi gerekiyor. Çok yetenekli, çok donanımlı insanlar var sektörde, çok güzel hikayeler var ama filmlerde bunun karşılığını göremiyoruz. Bunun birçok nedeni vardır elbette. Çağan Irmak mesela bunu çok güzel yapıyor. Filmleri hem çok izleniyor hem de güzel filmler yapıyor.

Yeni bir proje var mı?
Kendi aklımda olan bir hikayeyi hayata geçirmek istiyorum. Ama önce biraz dinlenmek istiyorum. Diziden dolayı çok yoruldum özellikle… [ntvmsnbc]