Türk sinemasının ilk tek plandan oluşan filmi olan ve hat estetiğini dünya sinemasına armağan eden başyapıt “Nokta” ve popüler sinemamızı Hollywood kalibresine yaklaştıran “New York’ta Beş Minare”. Farklı denemeleri ve çok katmanlı sinema görüşüyle 15 senedir odak noktası olan Derviş Zaim ile hikaye anlatma sinemasının son dört yılında iz bırakıp ‘blockbuster’ güdüsünü harekete geçiren Mahsun Kırmızıgül’ün filmleri, hiç kuşkusuz sinemamız için kilit işlevlere sahipler. “Nokta” ve “New York’ta Beş Minare”nin DVD’leri ülkemizde geçen hafta raflara girdi.
‘Türk sineması’ tabanlı bir muhabbete girince açacağımız konu üç aşağı beş yukarı bellidir. O da son 15 yılın minimalist filmleri ve bu anlayışa inanan ulusal sinemacılardır. Bu eğilim halen vukuatlarını sürdürüyor olsa da son yıllarda kendi köşesine çekilmiş durumda.
Minimalist sinemanın miyadı dolmak üzere
Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu ve Zeki Demirkubuz’un 90’lar ekolü ile Semih Kaplanoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu gibi 2000’lerin başında devreye giren yönetmenler ise bu anlayışın en bariz, başarılı ve profesyonel temsilcileri olarak işlevlerini sürdürüyor. Kimse bunu inkar edemez.
Ancak onların ayakları üzerine basan yeni bir jenerasyon çıkmasını sağlamadıkları da ortada. Zira son 7-8 senede postmodern denemeler ve popüler sinemadaki Hollywood anlatısı yükselen bir ivmeyle Türk sinemasını temsil etmeye başlamış durumda.
Son 10 yılın en iyi iki Türk filminden biri
Bu sebeple de ulusal sinema atlasımıza baktığımızda, şu sıralar daha çok bu son iki eğilimin revaçta olduğunu görebiliyoruz. Derviş Zaim ve Reha Erdem de aslında bu ‘postmodern arayışlar’ eğiliminin 90’lardan beri işlev veren en bariz temsilcileri. Zaim’in en iyi filmi ise kanımca “Nokta” (2008). Bu konuda da yönetmenin ‘kültürel sanatlar’ üçlemesindeki ‘hat’ ayağını oluşturuyor. 2006’daki “Cenneti Beklerken”de ve 2010’daki “Gölgeler ve Suretler”de hikaye anlatma sineması ile postmodern deneme arasında kaldığını düşündüğüm yönetmen burada iz bırakacak bir eserle karşımızda.
“Nokta”, kesintisiz tek bir plandan oluşan, tamamı Tuz Gölü’nde çekilmiş alegorik bir kara film. Osmanlı dönemindeki suçlar ile günümüzdekileri iç içe geçirirken hat sanatının estetiğini yaratmasıyla, Türk sinemasında uzun süre eşine rastlanamayacak bir başyapıt kanımca. Son 10 yılın da “Hayat Var” ile birlikte en iyi yerli filmi.
Bu bağlamda Zaim’in üçlemesinin ikinci ayağının bu toplamın en öne çıkan ve cesuru olduğunu söylemek mümkün. Zira böylesi denemeleri daha çok dünya sinemasında görmeye alışığız. Bizde ise evrensel başarılar zor geliyor. Hatta “Nokta”nın etkisini ve cesaretini şimdiden hissettirdiği ve postmodern görüşlü sinema anlayışlarına can verdiği söylenebilir. Bu konuda da aslında bir kısım genç kuşak isim doğmaya başladı kanımca.
Türk sinemasına Hollywood’ın blockbuster geleneğini getiren film
“New York’ta Beş Minare” ise “Beyaz Melek” (2007) ve “Güneşi Gördüm” (2009) ile popüler sinema alanına 2.35:1 sinemaskop oranında en bilinçli çekilmiş eserleri kazandıran Mahsun Kırmızıgül’ün üçüncü filmi.
İlk iki eserinde Türkiye’nin sorunlarına el atan ve melodram iskeleti kuran yönetmen, burada 11 Eylül bilincine eleştirel bakış atan bir terör gerilimiyle karşımızda. Ridley Scott’ın renk dokusunu stilize etmesinden Spielberg’in detaycı anlatımına kadar birçok Amerikan sineması geleneğini yenilikçi bir şekilde ödünç alıyor sinemacı. Böylelikle 2000’lerin başından itibaren süregelen Taylan Biraderler, Abdullah Oğuz ve Ömer Faruk Sorak gibi Amerikan sinemasının ana akım anlatı sinemasını uygulama becerisindeki isimlerin üzerine ‘blockbuster çekme’ dokusunu eklediği söylenebilir Kırmızıgül’ün.
Ben Affleck’in “Hırsızlar Şehri” ile eşdeğer
Temposu, anlatısı, efektleri kullanışı ve daha nicesiyle sinema salonundan bu görüşle ayrılabiliyorsunuz filmi izlerken. Bu da “New York’ta Beş Minare”nin popüler sinemamız açısından kilit bir işleve kavuşmasını sağlarken, 70’ler Hollywood’undaki ayaklanmanın ülkemizin sinema sektörüne uyarlandığını da ispatlamaya yarıyor.
Filmin aynı sezon içinde çıkan ve DVD’si geçen hafta raflara giren Ben Affleck’in Hollywood estetiğini hakkıyla yerine getirdiği soygun filmi “Hırsızlar Şehri” (“The Town”, 2010) ile aynı ayarda ve eğilimde bir yönetmenlik becerisi sunması da, bu alandaki başarısını kanıtlayan bir detay kanımca. Biri terör gerilimi, diğeri soygun filmi, tek farkları bu. Popüler sinemada; Kırmızıgül, dördüncü, Affleck ise ikinci filminde bir şeyleri çözmüş belli ki.
Alman Robert Schwentke’nin de ABD’de sürdürdüğü kariyerinde aynı beceriyi yine 2.35:1 formatında nostaljik casusluk komedisi “Red”de (2010) sergilediğini belirtelim. Tabii ev videosundaki yolculuğuna başlayan eserin senaryosal anlamda ciddi sıkıntıları da var.
Kerem Akça’nın Önerdiği 15 DVD:
1-Yol (The Road)
2-Nokta
3-New York’ta Beş Minare
4-Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I)
5-Sinan Çetin Koleksiyonu
6-Hırsızlar Şehri (The Town)
7-Anneme Dokunma (Cyrus)
8-Kundakçı (Incendiary)
9-Tanrının Son Dansçıları (All the God’s Children Can Dance)
10-Adı Çıkmış (Easy A)
11-TRON Efsanesi (TRON Legacy)
12-Gulliver’in Gezileri (Gulliver’s Travels)
13-Aşk Tesadüfleri Sever
14-Aşkın İkinci Yarısı
15-İncir Reçeli
Not: Liste, son 2 ayda çıkan DVD’lerden oluşturulmuştur.
HT