‘Kanunsuzlar’, ‘Miral’ ve ‘Serseriler’

Film Eleştiri
Belli dönemleri konu alan hikayeleri sinemalaştırmak zor iştir. Öncelikle olay örgüsünü adamakıllı kurmanız, ardından anlatı geleneğini belirlemeniz ve mesajınızın gideceği noktayı hesaplamanız şarttı...
EMOJİLE

Belli dönemleri konu alan hikayeleri sinemalaştırmak zor iştir. Öncelikle olay örgüsünü adamakıllı kurmanız, ardından anlatı geleneğini belirlemeniz ve mesajınızın gideceği noktayı hesaplamanız şarttır. Daha önce bu düşünceyi filmlerine yayan Rachid Bouchareb ve Peter Mullan da, “Kanunsuzlar” ve “Serseriler” ile üslup konusunda sınıfı geçerken, sömürgeciliğin ve hıristiyan eğitim sisteminin doğurduğu şiddete zekice bakan eserler kotarmışlar. Ancak “Miral”, Julian Schnabel’ın pembe dizi kıvamında karton karakterler ve kör kör parmağım gözüne mesaj sokma kaygısı sebebiyle bir üslup başarısızlığına dönüşmüş. Üstüne üstlük elde İsrail ile Filistin arasındaki dini savaşa Filistinli öksüz bir kızın gözünden bakan politik damarı sağlam bir hikaye varken. 30. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen, sinemaskop formatında (2.35:1) çekilmiş “Kanunsuzlar”, “Miral” ve “Serseriler”, sinemada hikaye anlatmanın da bir sanat olduğunu gözlemlemek için birebir.

Aslında sinemada belli bir dönemi ele almak için bazı metotlardan beslenmek şarttır. Bunlar da genelde ülke sinemasına ve bakış açısına göre değişkenlik gösterebilir. Ancak elinizde gerçek anlamda politik, dini veya sosyal gücü yüksek bir hikaye var ise, onu ‘hikaye anlatma sineması’ yöntemleriyle sinemalaştırmanız şart hale gelir. Bunu yapmak için de çeşitli yöntemler vardır.

Dünya sinemasındaki baskın anlatı metotlarından üçünü bu filmlerde görebiliyoruz

Bunlardan en baskın olanı Amerikan ana akım sinemasının hikaye anlatma sinemasıdır. Yani halk dilinde bilinen adıyla Hollywood grameridir. Bunun ardından İngiliz sinemasının sosyal gerçekçi ayağından yükselen yakın ölçekli çerçevelerle akan dengeli anlatı, Innaritu ile yükselmeye başlayan el kamerası odaklı anlatı, kaydırmalı uzun planlar ile oyuncu yönetimini öne çıkaran anlatı ve üçüncü dünya ülkelerindeki sinemalarda gördüğümüz gerçekçi, belgesel estetikli dokuyla akan anlatı gelir. Bunlar da yeri geldiğinde lineer, yeri geldiğinde lineer olmayan şekilde akıtılıp hikayenin gereğine göre şekillendirilirler.

Festivalde izlediğimiz “Kanunsuzlar” (“Hors la Loi”, 2010), “Miral” (2010) ve “Serseriler” (“Neds”, 2010) de ‘hikaye anlatma sineması’na inanan yönetmenlerin son işlerini sunuyorlar. Bu bağlamda hepsinin 2.35:1 sinemaskop formatında, yani pelikülün ölçüsel olarak en geniş oranında çekilmesi tesadüf değil. En kısa tanımıyla sinema perdesi keyfi aşıladıklarına şüphe yok. Rahat hazmedilir, popüler geleneğe yakın eserler sundukları da kabul edilebilir.

Bunlardan Rachid Bouchareb, Cezayirli bir sinemacı olmasına karşın Hollywood diliyle gerçek hikayeleri sinemaya aktarma peşinde bir isim. Peter Mullan, İngiliz sinemasının işçi sınıfın içinden hikaye anlatma geleneğini kendi akıcı ve solcu bir baskın içermeyen yönetmenliğiyle kavrıyor. Julian Schnabel ise Innaritu ile yükselen ayağın sanki daha çok üçüncü dünya sineması geleneğine kayan halini sunuyor gibi.

Hollywood anlatısıyla yürüyen Arapça ana dilinde bir eser

Bu açılardan bakınca da “Kanunsuzlar”ın Cezayir’in sömürgesi olduğu Fransa’ya karşı direniş çabasını üç mağdur karakter üzerinden anlatması, perdede karşılığını çatışma sahneleri, araba kovalamaca sahneleri ve yüksek tempo ile buluyor.

Filmin başrol oyuncularının Fransa’da görmeye alışık olduğumuz isimlerden seçilmesine karşın dilinin Arapça olması ise başlı başına bir iddia katıyor bu durumun üzerine. Böylelikle 1940-1970 arasında Cezayir ve Fransa’da geçen bu politik-gerilim, rahat izlenir bir yapıya kavuşturuluyor. Aynen Peter Mullan’ın “Serseriler”i gibi.

Arap ve İngiliz dünyasını portreleyen iki ‘çocuk ve şiddet’ tablosu

1970’ler İngiliz işçi sınıfından 15 yaşlarında bir çocuğun, dini donanımı güçlü eğitim sistemi, sokak kültürü ve şiddet eğilimli aile yapısı arasında kalıp elinde bıçakla dolaşır hale gelmesi, altı dolu bir şekilde perdeye aktarılıyor. Yönetmenin dengeli müzik kullanımı, yakın-orta planları öne çıkaran anlatısı ve dönemin ruhu ile çocukluk psikolojisini yakalayan pastel renkleri ve grenli dokusuyla meselesinin kökünü kazıdığı söylenebilir.

Bunları yaparken ev tablosunu kapkaranlık yansıtmasının yanında şiddet meselesini uzun planlarla anlatıp kalıcı etki bırakması da dikkat çekici. Bu noktada Mullan’ın canlandırdığı şiddet yanlısı baba karakterinin evin merdiveninin alt tarafında durup oğlunu sürekli baskı altına alması ve kapkaranlık gölge oyunları ile mekanın ‘korku dolu’ hale getirilmesi not düşülmeli.

Aslında bir bakıma “Miral” de ‘çocuk ve şiddet’ meselesinin izinde bir eser. Ancak ülkesi ve sosyopolitik koşulları farklı. Zira “Kelebek ve Dalgıç” (“Le Scaphandre et Le Papillon”, 2007) ile tanıdığımız ABD’li Schnabel, Filistin-İsrail savaşının içinde sıkışıp kendini öksüz yurduna hapsolmuş bulan Miral’in hikayesine el atıyor. Yani Tom McGill, 70’ler işçi sınıfı için ne ise, Miral de bu Arap-Yahudi Savaşı için aynısı. Ancak sinemasal karşılık bazında bakınca Julian Schnabel’in saldırgan bir iyi-kötü çatışmasından öteye gidemediğini görebiliyoruz.

Schnabel’in plastik tarzı faşist bir bakış getiriyor

Zira ilginçtir Bouchareb ile Mullan’ın anlatıları tutup kaymak gibi akarken, Schnabel hikaye kurgusunu delik deşik etme, kitsch (bayağı) renkler kullanma, karton kötü karakterler benimseme ve pembe dizi kıvamında olay örgüsü inşa etmenin yanında yakın ölçekli açıları geniş açı objektifle çekerek de Bollywood müzikallerinin estetiğine ulaşmış. Yani perdede müzikalsiz bir pembe dizi entrikası izlerken, saldırgan ve seyircinin üstüne üstüne gelen bir faşizm tablosu benimsiyoruz.

Lafın özü, bazı hikayeler son derece basit hamlelerle anlatılabilecekken Schnabel, üçüncü dünya ülkesi sinemalarının geleneklerine yakın durmuş. Bu da İsrail’e karşı son derece tek boyutlu bir duruş sergilemesine yol açmış. Bu sebeple de sondaki liberal dönüşü hiç inandırıcı durmamış yönetmenin.

Yönetmenlik, etkili hikayeleri kazandırabilir de kaybettirebilir de

Ancak politik bir hikayenin kaymak gibi akması şarttır etki yaratmak için. Zira Mullan’ın hıristiyanlık katkılı, fazla otoriter eğitim sisteminin İngiltere’de yarattığı şiddete; Bouchareb’in ise Fransızların tek taraflı, sinsi ve milliyetçi bakışına yaklaşımı sinemasal. Schnabel’inkiyse kör kör parmağım gözüne. Seyirciye sürekli bir kroşe indirmeye çalışırken, darbeyi kendisi yiyor yönetmen. Sadece tek boyutlu etki ile kalıyor.

Sinema eğer bir hikaye anlatma sanatıysa Schnabel de ileride böylesi gelenekleri izlemeli. Yoksa elindeki ‘şiddet’ ve ‘ırkçılık’ meselelerine parmak basabilecek, son derece değerli hikayeleri kaybedebilir. Bu üç film, bu değer yargısının bir karşılığını sunuyor. Bu bağlamda da “Miral”in bir umut hikayesine bağlanırken, diğer iki eserin çarpıcı ve etkileyici finiş noktaları koymaları manidar.

KEREM AKÇA’NIN İSTANBUL FİLM FESTİVALİ FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:

Amigo: 6
Anayurt (Hora proelefsis / Homeland): 6.5
Araf (Limbo): 3
Artık Yıl (Año bisiesto / Leap Year): 4
Aşk Suçu (Crime d’amour / Love Crime): 3.7
Aşkın İkinci Perdesi (Late Bloomers): 3.6
Attenberg: 7.5
Avcı (The Hunter): 3.2
Batı Batıdır (West is West): 5
Beni Asla Bırakma (Never Let Me Go): 4
Buradasınız (You Are Here): 4
Canım Komşularım (Good Neighbours): 5.6
Cinayet Şarkıları (Small Town Murder Songs): 6.5
Cinnet (Kim Bok-nam salinsageonui jeonmal / Bedevilled): 2.6
Değirmen ve Haç (The Mill and the Cross): 5.5
Düzelti (Erratum): 3.7
Ekim (Octubre / October): 6.1
Elisa K: 7
Eller Yukarı (Les mains en l’air): 3.5
Elveda Taypey (Yi Ye Taibei / Au Revoir Taipei): 5.5
Eylül Yağmuru (September Rain): 2.1
Faydalı Hayat (La Vida Util / A Useful Life): 5.5
Gorbaçof: 5
Ha Ha Ha: 1.7
Hayalimdeki Ev (Wai dor lei ah yut ho / Dream Home): 5
Hayatımız (La Nostra Vita / Our Life): 5.2
Hizmetçi (Hanyo / The Housemaid): 6.5
Issız Ev (La Casa Muda): 6
Işık Hırsızı (Svet-Ake / The Light Thief). 5.9
İçimdeki Katil (The Killer Inside Me): 7.8
İçimdeki Yangın (Incendies): 4
İmkansızın Şarkısı (Noruwei no mori / Norwegian Wood): 6.3
İnsan Kaynakları Müdürü (Human Resources Manager): 4.9
İşe Yaramaz (Chantrapas): 5.4
Kadının Fendi (Made in Dagenham): 3.5
Kanunsuzlar (Hors La Loi / Outside the Law): 6
Kestirme Yol (Meek’s Cutoff): 3.9
Kıyamet Gecesi (Vanishing on 7th Street): 5.5
Koğuş (The Ward): 7.3
Konukseverlik (Hospitalité): 3.4
Kray (The Edge): 3.5
Kumdan Kale (Sandcastle): 1.9
Küçük Beyaz Yalanlar (Les Petits Mouchoirs / Little White Lies): 4
Lucia (2010): 5.1
Mamma Gogo: 4
Mikrofon (Microphone): 0.9
Miral: 4
Muhbir (Whistleblower): 4
Mutluluğum (Schastye moe / My Joy): 7.5
Mutluluğun Peşinde (Rabbit Hole): 4
Ölümüne Kaçış (Essential Killing): 7
Ömrümüzden Bir Sene (Another Year): 6.5
Picco: 5.5
Polonya Yapımı (Made in Poland): 5.5
Portakallar ve Günışığı (Oranges and Sunshine): 3.6
Pupupidu (Poupoupidou): 4
Rio Seks Komedisi (Rio Sex Comedy): 2
Serseriler (Neds): 6.5
Son Gece (Last Night): 3.8
Şiir (Shi / Poetry): 5.1
The Conspirator: 6
Torino Atı (A torinói ló / The Turin Horse): 9.2
Turkuaz (Turquaze): 5
Uyku Hastalığı (Schlafkrankheit / Sleeping Sickness): 3
Yokmuşum Gibi (As if I’m Not There): 2.5
Yolculuk (The Trip): 3
Yeni Yıl (Hjem til jul / Home for Christmas): 6

Not: Yıldızlar 10 üzerinden verilmektedir. Festival süresince güncellenecektir.

HT