Ali Koca
Ne için olduğunu bilmese de ‘bir şey’ için hazırlandığını çok iyi bilmektedir. Babasından başka insan yüzü göremeyen 16 yaşındaki kız, ne öğrendiyse ondan öğrenmiştir. Hz. Âdem’e isimlerin öğretilmesi gibi babası da ona her gün isimleri, olayları, şehirleri, dilleri, ülkeleri, nesneleri ‘oku’maktadır. Bizim kuşakta ‘Hayat Ansiklopedisi’ne denk düşen bir ansiklopediden öğrenir, hiç görmediği hayatı. Bir de Grimm Kardeşler’in masallarından…
Joe Wright’ın dördüncü uzun metraj filmi ‘Hanna’, son yılların en merak uyandırıcı ‘ilk yarısı’na sahip. Ancak yönetmen, filmin ikinci yarısında kendini aksiyon sinemasının bildik kollarına bırakınca hikâyenin parıltısı da sönüp gidiyor. Eski bir ajan olan babası (Eric Bana) tarafından suikastçı olarak yetiştirilen Hanna (Saoirse Ronan), Kuzey Kutbu’na yakın bir noktadaki ormanlık alanda geçirmiştir tüm hayatını. Kendini hazır hissettiğinde tek yapması gereken kırmızı düğmeye basmaktır. Babasından işaret alınca, geleceği görmenin sabırsızlığı ve merakıyla düğmeye basar; böylece olayların fitilini ateşlemiş olur. Bundan sonrası Fas, İspanya ve Almanya’da geçen, CIA’in içinde olduğu ölümcül bir kovalamaca. Hanna’nın hedefinde ise annesini öldüren Marissa Wiegler (Cate Blanchett) vardır.
KÖTÜ KALPLİ CADI, ODUNCU BABA VS.
‘Aşk ve Gurur’dan sonra ‘Kefaret’ ile yetkinliğini ispatlayan İngiliz yönetmen Joe Wright’ın Robert Downey Jr. ve Jamie Foxx’u buluşturan filmi ‘The Soloist’ ülkemizde vizyon yüzü görememişti. Bugün gösterime giren ‘Hanna’ ise yönetmenin ‘Türk gibi’ başlayıp İngiliz gibi bitiremediği bir film. Aksiyon boyutuyla Bourne serisini hatırlatan hikâye, Grimm masallarındaki kişileri açıktan anımsatan karakterlerle orijinal bir yapıya sahip. Zaten hikâye de Berlin’deki Grimm House’da sona eriyor. Hanna; Grimm masallarının dışarıdaki hayatı merak eden, gördüğü her şeyi hayretle inceleyen bir karakteri, mesela bir Rapunzel gibi. Ya da kötü kalpli cadıyı öldüren Gratel… Eski bir ajan olan baba, ormanın derinliklerindeki ‘oduncu baba’ figürüne, Hanna’nın hedefindeki Marissa Wiegler kötü kalpli cadı veya üvey anne tipine birebir uygun. Wiegler’i öldürdüğünü düşünen Hanna’nın babasına gönderdiği kartpostaldaki not da bunu doğruluyor: "Cadı öldü!" Hikâye örgüsünde Grimm masallarının modern bir versiyonu olan film, kurguda ise Bourne serisine sığınıyor. Kaybettiği nokta da burası. Film, ‘Kefaret’te ortalığı karıştıran Saoirse Ronan’ın adeta yıldızlaştığı Hanna karakterine biraz daha sondaj yapmak yerine bir kaçma-kovalama aksiyonuna gönül indiriyor. Biraz da Luc Besson’ın ‘Nikita’sını anımsatan film, orijinal karakter ve hikâyesine rağmen, derinleşemediği için ‘kült’ olma fırsatını kaçırıyor ve ‘iyi bir seyirlik’ olarak kalıyor.
Zaman Gazetesi