Altın Lale’nin Talipleri Çok

Film Eleştiri
Antalya ile birlikte Türk sinemasının nabzını tutma konusunda tutarlı bir yere sahip İstanbul Film Festivali’nin bu yılki seçkisinde bildik eğilimlerin izlendiğini görebiliyoruz. 90’ların ...
EMOJİLE

Antalya ile birlikte Türk sinemasının nabzını tutma konusunda tutarlı bir yere sahip İstanbul Film Festivali’nin bu yılki seçkisinde bildik eğilimlerin izlendiğini görebiliyoruz. 90’ların ekolleşen minimalist geleneği, son yılların yükselen Kürt kültürünü ele alma eğilimi, postmodern denemeler sunan yetenekli genç yönetmenlerin varlığı, Yeşilçam’ın halen silinmeyen etkisi, belli yönetmenlere hayran olan sinemacıların işleri ve minimalist sinemayı yanlış anlayan yaratıcıların son çalışmalarına ulaşmak mümkün. Tayfun Pirselimoğlu’nun “Saç” ile minimalist algının hala ustalıklı bir hale getirebileceğini kanıtlamasına ve genç yönetmenlerin işleri “Gişe Memuru”, “Atlıkarınca” ile “Kar Beyaz”ın evrensel denemeler sunmalarına özellikle dikkat çekmek gerek. Kanımca da bu durum ulusal yarışmadan geriye kalan olacaktır. Altın Lale konusunda sözünü ettiğimiz son üç film arasındaki yarış, bu geceki ödül töreninde sonuçlanacak. Reha Erdem başkanlığındaki jürinin kararları ise merak konusu.

Türk sinemasının genel tablosuna baktığımızda 90’ların minimalist ekolünün bir şekilde Tayfun Pirselimoğlu ve Semih Kaplanoğlu’nun yanında münferit yönetmenlerle de yoluna devam ettiğini gözlemlemek mümkün. Ancak bu toplam artık çok fazla ödül kazandırmıyor yaratıcılarına. Bunun yanında bu seneki İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışma ve Yeni Türk sineması bölümlerini kavrayan Türk filmleri toplamına baktığımızda artan Kürt filmlerinin oranının yükseklere çıktığını, Yeşilçam esintisinin ise gerilerde kaldığını görebiliyoruz. Genel toplamda ‘postmodern denemeler’ ya da ‘yönetmen hayranı sinefil yönetmenler’in ülke sinemasını temsil eder hale geldiğine tanık olmak mümkün.

Minimalist film çekilecekse “Saç” gibi çekilmeli

Sayısı 25’i bulan bu yapıtlar arasından özellikle Tayfun Pirselimoğlu’nun dördüncü filmi “Saç”ın ustalıklı bir minimalist sinema örneği sunduğunu görebiliyoruz. 2.35:1 formatında renklerden ve soyut metaforlardan güç alarak ilerleyen bir ‘metropol yaşamının dayatmalarının saç yerine koyduğu hayatlar’ filmi sunması dikkat çekici. Bunu çok katmanlı hale getirmesi ise yönetmenin diğer filmlerinin üzerinde bir duruş ve sinemasal bir yolculuk aşılamasını sağlıyor.

Yani halen 90’lar ekolünün devamındaki minimalist sinema geleneklerinin belli isimler tarafından ‘kaliteli’ hale getirildiğini görmek mümkün. Bu noktada Belma Baş’ın “Zefir” ile yönetmensel becerisini gösterdiği yine ‘küreselleşme karşıtı’ bir eser ürettiğini söyleyebiliriz. İlk film olarak başarılı bu eserin bazı sorunları var evet. Ancak Seyfi Teoman ve Atilla Cengiz’in yapıtları kadar yapısal deformasyona yol açan boyutlarda değil bunlar.

Kürt damarlı eserler hakimiyetini sürdürüyor ama…

“Bizim Büyük Çaresizliğimiz” ve “Oğul”, her hikayenin minimalist bir sinema diliyle görselleştirilmesi gerektiği konusunda görüş sahibi iki eser. Ancak birinin romantik-komediye ya da üçlü ilişki filmine uygun projesinin, diğerinin ise ‘Kürt’ damarlı hikayesinin bu yönetmenlik stillerini kaldıramayınca üslup karmaşası açmazına düştüğünü görebiliyoruz. Lafın özü sanat sinemamızda belgesel estetiğinden ziyade safkan minimalist sinemanın başarılı yönetmenlerinin etkisi sürüyor.

Aslında bu bağlamda Kürt kültürünü ele alan “Press” ve “Yürüyüş” adlı eserlerden de bahsetmemek olmaz. “Yürüyüş”ün “Oğul” ile birlikte Kürt köy hikayesi sunması ilginç. Ancak sinemasal olgunluklarından bahsetmek mümkün değil bu eserlerin. Tabii “Yürüyüş”ün “Öfkeli Çılgınlık Karamsar Çile” gibi samimi bir kasaba filmi olmak için yola çıktığını da es geçmemek lazım. Bu da ‘kasaba filmi’ geleneğinin de yeniden aktif hale gelmesini sağlıyor sinemamızda.

Yeşilçam etkisini geriye bırakıp postmodern denemelerin başarısına odaklanmak şart

Bunun yanında eski Yeşilçam “Kayıp Özgürlük”, “Saklı Hayatlar”, “72. Koğuş” ve “Çınar Ağacı” ile temsil edilirken klasik Amerikan sinemasının hikaye anlatma gerekleri sadece Ali Özgentürk imzalı “Görünmeyen”de karşımıza çıkıyor. Üçüncü jenerasyon Türk yönetmenler ekolünden bir ismin 1936 ile 2010 arasında mesken tutan bir öyküyü modern bir anlatıyla sinemalaştırma becerisini göstermesi, popüler sinema alanımızın kendini geliştirmesi sürecinin bir devamı olarak adlandırılabilir.

Bu bağlamda da “Kar Beyaz”, “Gişe Memuru”, “Atlıkarınca” gibi başarı sağlayan farklı denemelere geçmek lazım. Türk sinemasında yapılmayan ölüm meselesine mitolojik, yabancılaştırıcı ve mistik bakışı, alt sınıftan bir bireyin gerçeküstücü kara komedi çerçevesindeki suç hikayesini ve Haneke’vari bir ensest öyküsünü sinemalaştırmada başarılı postmodern denemeler sunuyor bu eserler. Sinemamızın evrensel açılımına ayak uyduracak olmalarına da dikkat çekilmeli.

Bunun yanında Tarantino hayranı bir yönetmenin ilk filmi “Film” ile “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) hayranı bir ilk yönetmenlik denemesi “Arayış”ı da ‘en azından deniyorlar’ kategorisinde postmodern bakış açılarıyla ‘cesaretli’ kategorisine koymak lazım. “Kırık Midyeler” ile “Kanatsız Taklalar” ise bu öngörünün ‘Vitorio De Sica’nın sinemasını sevenlerin işleri’ dalına giriyor. İlki biraz daha dingin ve eli yüzü düzgün bunlardan.

Uzun lafın kısası halen 90’ların minimalist ekolünün etkisini gördüğümüz, popüler sinemanın ve postmodern denemelerin ise etki bıraktığı bir ülke sineması portresi mevcut. En azından her alanda işler verip evrensel bir başarıya ulaşmamız için de bu toplam faydalı kanımca.

Uluslararası yarışmada “İmkansızın Şarkısı”, “Elisa K” ve “İçimdeki Yangın” öne çıkıyor

Bu sene son derece kaliteli ve farklı çıkışlarıyla dikkat çeken uluslararası yarışmada ise başta da söylediğimiz gibi Dennis Villeneuve’ün “İçimdeki Yangın”ı (“Incendies”, 2010) ve Tran Anh Hung’un “İmkansızın Şarkısı” (“Noruweu no mori”, 2010) favori gözüküyor.

Ancak onların yanında aile içi şiddete etkileyici bakış “Elisa K” (2010), resim estetiği adına cesur deneme “Değirmen ve Haç” (“The Mill and the Cross”, 2010) veya sinema mirası üzerine keskin taşlama “Faydalı Hayat” (“La Vida Util”, 2010) ödüle uzanırsa şaşırmamak lazım.

Kerem Akça’ya göre ulusal yarışmadaki filmlerin kalite sıralaması:

1-Saç
2-Gişe Memuru
3-Kar Beyaz
4-Atlıkarınca
5-Görünmeyen
6-Kırık Midyeler
7-Zefir
8-Bizim Büyük Çaresizliğimiz
9-Oğul
10-72. Koğuş
11-Çınar Ağacı
12-Press

HT