Memlekette genç kalmaya ve gençliğe methiyeler düzülmeden gün geçmiyor. Gençlik sırları, iksirleri, genç kalma operasyonları ballandıra ballan-dıra anlatılıyor her gün. Yetkililer ‘Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusu’yla övünüyor. Ama acı gerçek şu ki, "Yaşlanıyoruz". Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan anlatıyor.
Bir araştırmaya göre İngiltere’de bugün doğan her üç çocuktan biri 100 yaşını görecekmiş. Türkiye’de aynı şey söz konusu mu?
21. yüzyılda doğmuş her çocuğun, 22. yüzyılı görme şansı yüzde 96.8. Buna Türkiye’de doğan çocuklar da dahil.
Nasıl böyle oldu?
Yaşam koşulları, tıbbı teknoloji, bebek ölümlerinin azalması, hijyenik koşulların iyileşmesi önemli etmenler. Veba, kolera gibi salgın hastalıklar, dolayısıyla toplu ölümler yok. Çok erken yaşta sağlığımızı korumaya başlıyoruz. Ayrıca yaşam koşullarımızı kolaylaştıran şeyler de var. Tabii, insanlar daha çok bireysel olarak özgürlüklerinin, yaşam sevinçlerinin farkına da vardılar.
Peki Türkiye’nin ‘dünyanın en hızlı yaşlanan ikinci ülkesi’ olduğu doğru mu?
Evet. Güney Kore’den sonra en hızlı yaşlanan ülke Türkiye. 2008’den beri ikinciliği koruyoruz.
Ama biz hep Almanya’nın filan yaşlı ülke olduğunu bilirdik.
Genç topluma sahip, hızla yaşlanan ülkeyiz biz. Diğer ülkelerde ise randımanlı bir yaşlanma süreci var.
Biz hep genç nüfusumuzla övünen bir ülkeyiz ama.
Türkiye’ye yapılmış en büyük haksızlık bu. Türkiye’nin demografik yapısını görmezlikten gelme ve gerçeği farklı gösterme çabası bu. Türkiye genç bir nüfusa sahip olmadığı gibi, yaşlanan nüfusa sahip ülkedir.
Neden böyle bir mitimiz var bizim peki?
Çünkü gençlik insanın hoşuna gider. Her şeyini ‘gençlik’ kavramına bağlayan bir toplumuz. Ve işin kötüsü de ne yaşlanmakta olan gençlerine ne de yaşlanmış olan gençlerine gereğince sahip çıkıyoruz. Bu yüzden bizim ‘yaşlı’ etiketiyle donattığımız insanların ruhen kendilerini genç hissetmelerine yardımcı olacak koşullar az ve bu yüzden çoğu da kendisini yaşlı hissediyor zaten.
Peki yaş aralıkları ne oldu mesela, artık kime yaşlı diyoruz ya da kime genç diyoruz?
Nüfus istatistiklerimizde yaşlılık 65 yaşında başlatılıyor. Buna karşın biz ‘yaşlı’ etiketini 60 yaşından sonra kullanıyoruz. Mesela emeklilik yaşının 60 civarına getirilmesi, toplumsal algıda yaşlılığı da farklı bir düzleme çekiyor. Bugün babaannelerimizin vefat ettiği yaşta bizler çalışıyoruz. 40, 50 ve 60’lı yıllarda, 70’e kadar da gelebiliriz, 60 yaşında ölenler için iyi yaşamış derdik. Şimdi ise 70 yaşında ölenler için tüh tüh önünde daha çok seneler vardı diyoruz. Yaş aralıkları için şöyle bir şey söyleyebiliriz. 40-50 arasına genç yetişkin, 50-60 orta yetişkin, 60-75 genç yaşlı, 75-85 orta yaşlı, 85-95 yaşlı ve 95 üzeri ileri yaşlı. Yaşam süresinin uzamasından kaynaklı bir durum bu. Önemli olan, uzayan yaşlılık dönemimiz. Bu dönem mükemmel bir şekilde uzadı. 2000’den beri söylüyoruz, gri tsunami geliyor diye.
Ne şekilde uzadı yaşlılık mesela?
Alman İstatistik Yıllık Kitabı’nda 98 yılı için Türkiye’de kadınların 68,6, erkeklerin ise 64,5 yıl yaşadığı belirtiliyordu. Şimdi ise Türk kadını ortalama 74 yıl yaşıyor, erkekler ise 68 yıl. Şu anda Türkiye’de 100 yaşın üzeri 33 bin kişi var. Mesela herkesin yaşlanma şansı ya da riski, her on yılda bir 2,5 yıl artıyor. Türkiye’de de koşullar iyileştikçe yaşam kalitesi artıyor ve dolayısıyla 20 yıl önceye göre daha uzun bir yaşam mümkün oluyor.
Türkiye’de 100 yaş üzerinde 33 bin kişi mi var?
Evet, öyle. Hepimiz çok kalitesiz ve kısa yaşadığımızı düşünüyoruz. Ama uluslararası alanda da üç aşağı beş yukarı farklılık gösterse de Türkiye’nin uzun yaşamla ilgili durumu hiç fena değil. Ama bu rakamları ortaya koyalım ve rakamların ardındaki insanlara bakalım hemen. Nasıl bir yaşam, nasıl bir insan profili var. Mutlu mu mutsuz mu? Sağlıklı mı yatalak mı? Uzun yaşamı sınıflandırırken, şöyle düşünüyoruz: Acaba 100 yaşına gelmiş olanların yüzde kaçı ve nerede herhangi bir şeye bağımlı olmadan kendi işlerini görebiliyorlar? Türkiye’nin her yerine baktık ve gördük ki Aydın Nazilli’deki 100 yaşına gelmiş yaşlılar, yaşamlarını kendi başlarına sürdürebiliyorlar. Camiye kendi başlarına gidiyor, çocuklarını ziyaret edebiliyor, yemeklerini yapabiliyor, bisiklete biniyorlar. Mesela iki ay önce vefat eden 106 yaşındaki Mustafa Kingir, Nazilli Yenipazar’da yaşıyordu. O 99 yaşındayken onunla tanışmıştım. Evine davet etti. Giderken “İsterseniz eşinize daha önce haber verin” dedim, dedi ki eşim 26 yıl önce öldü. 26 yıldır yalnız yaşıyordu ve her işini kendi yapıyordu. Ama sosyal desteği vardı: Torunları ve evlatları ona destek oluyordu. Yani sosyal bir ölüden bahsetmiyoruz. Nazilli’de tanıştığımız ve öldüğünde 103 yaşında olan bir kadın bana “Gönül yaşlanmıyor be oğul!” demişti.
Bahsettiğiniz gri tsunami nedir?
Gri tsunamiyi, Türkiye’deki yaşlılık profilinin ve potansiyelinin demografik açıdan çok yoğun hale gelmesi olarak tanımlayabiliriz. Yani Türkiye’nin genç nüfus olduğunu söyleyen yetkililerinin gelecekte Türk gençlerinin saçlarına aklar düşeceğini de görmeleri gerek.
O gelecek, ne zaman?
Bugün başladı gri tsunami aslında. Bugün Türkiye’de 10 milyonun üzerinde 60 yaşın üstünde vatandaşımız yaşıyor, bu rakam 2023’te 14 milyon olacak. 2050’de ise 30 milyon. 2050 için nüfusun yüz milyon olacağı tahmin ediliyor. Yani nüfusun yüzde 30’u, 60 yaşın üstünde olacak.
Peki Türkiye bunun için hazırlık yapıyor mu?
Türkiye’de 2000’den beri Sosyal Bakım sigortası modelinin önemli olduğunu söylüyorum. 2011’de yaşlıların ailelerine bakım aylığı bağlandı. Bu önemli bir gelişme ama yeterli değil. Bakıma muhtaçlıkta devletin sunacağı hizmetlerin anayasal hak olmasını istiyoruz biz. Bunun hukuki altyapısının hazırlanması lazım. Bu çok önemli ve bunun altyapısını yaratabilmek için de Türkiye’nin demografik öngörüsünü yapmak lazım. Bugün Türkiye’de 4 milyon 700 bin bakıma muhtaç yaşlı var. Bunun 2 milyon 250 bini yatalak. 2050’de 30 milyon yaşlının aşağı yukarı yüzde 50’si bakıma muhtaç olacak.
Dolayısıyla burada bir sosyal problem var. Bu insanlara kim, nasıl bakıyor ve bu nasıl finanse edilecek? Bakım her zaman paradır. Bu soruların cevabı çok fazla yok.
Radikal