Prof. Dr. Hayrettin Karaman Yenişafak gazetesindeki ; eskiden bir Ramazan kültürü olduğunu, bugün yapılanların eskiyi taklit olduğunu yeni bir kültür oluşturulamadığını söylediği yazısı…
Ramazan bir ibâdet ayıdır, bu ayı çeşitli ibâdetlerle geçiren Müslümanlar ülkelere, bölgelere ve alt kültürlere göre değişiklik gösteren Ramazan kültürleri de oluşturmuşlardır.
Osmanlı döneminde Ramazan’ın, edebiyat, sanat, günlük hayat, mutfak, eğlence hayatını etkilediği ve bu alanlara damgasını vurduğu bilinmektedir. Osmanlı Ramazan kültürü bütün boyutlarıyla alındığında ancak kitaplara sığacak hacımdadır. Ramazan’a mahsus ekmekler, başta güllâç olmak üzere tatlılar, iftar sofrasını süsleyen iftariyeler, büyüklerin konaklarında verilen diş kiralı ziyafetler dillere destandır. Minarelerde mahyalar kurulur, kandiller yakılır, hattâ uçurulurdu. Daha ziyade gece bekçileri davul çalarak ve mâni söyleyerek halkı sahura uyandırırlardı.
Yeni Câmî direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister
kabilinden zarif mâniler defterler dolduracak kadar zengindir.
Belli bir zamandan itibaren iftar ve imsak topları da meşhur olmuştur. Benim çocukluğumun geçtiği Çorum’da önce fişek atılır, hemen arkasından top gürlerdi. Biz çocuklar bu ilânı büyük bir merakla ve bıkmadan her akşam bekler ve izlerdik.
Sesi güzel müezzinler şehrin uygun câmîlerinden, zikir, salavât, dua gibi ifadelerden oluşan ve adına “temcîd” denilen metinleri okuyarak da halkı sahur için uyandırırlardı. Bu o kadar yaygın hale gelmişti ki, sahur yerine temcid, sahurda yenilen pilava da “temcid pilavı” denir olmuştu.
İstanbul birçok şeyin olduğu gibi en zengin Ramazan kültürünün de merkezi idi. Burada yapılan belli câmîlerin avlularında sergiler ve Direklerarası gezintileri hâlâ anlatılır.
Sergilerde, çeşitli ülkelerden getirilmiş baharat, şeker, şekerleme, tesbih, ağızlık gibi şeyler sergilenir ve satılırdı. Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası’nda, ikindi ile akşam arasında, çoğu yaya bazıları arabalı genç kadın ve erkekler bir aşağı bir yukarı gezinti yaparlardı.
(O gün ve bugün Ramazan’ın mana ve mahiyetine aykırı düşen âdetler ve uygulamaları onaylamamız mümkün değildir. Eğitimcilerimizin bu konulara da eğilmeleri gerekir).
Akşam ezanından önce Ayasofya ve Eyüp câmîlerine gelenler burada, türbedarların verdikleri su ile iftar ederler, akşam namazını kıldıktan sonra çevredeki aşçı dükkanlarından birine giderek yemek yerlerdi.
Çağdaş hayat, şartları değiştirdi, yeni şartlar da meşru olmak şartıyla yeni Ramazan kültürü unsurları bulunup hayata geçirilebilirdi, fakat bu henüz yapılamadı, eskiler eksik gedik tekrarlanıyor.
Bugünün Müslümanları, genel olarak hayatlarında hocalar kadar sanatçılara da muhtaç durumdadırlar; edebiyat, mûsikî, eğlendirici gösteri ve oyunlar, giyim kuşam biçimi (moda) alanlarında yetişmiş sanatçılarımıza ihtiyaç vardır.
Bu alanlara yönelmeyen…