Ramazan ayında Kur’ân’la “formatlanmak”

Ramazan Güzeldir
Mübarek Ramazan ayının gölgesi üzerimize düştü elhamdülillah. Kur’ân’da adı geçen tek ay olan Ramazan ayı, sadece oruç tutulan bir ay değil, aynı zamanda, “kendisinde Kur’ân indirilmiş” (Bakara, 185) ...
EMOJİLE

Mübarek Ramazan ayının gölgesi üzerimize düştü elhamdülillah. Kur’ân’da adı geçen tek ay olan Ramazan ayı, sadece oruç tutulan bir ay değil, aynı zamanda, “kendisinde Kur’ân indirilmiş” (Bakara, 185) bulunan“Kur’ân ayı”dır. “İnsanlara hidayet, bu hidayetin apaçık delilleri ve hak ile batılı birbirinden ayıran ölçüler” (Bakara 185) olarak gönderilen Kur’ân-ı Kerim, bu ayda her müminin kalbine tekrar iner, inmelidir. 11 ayda çeşitli olumsuz faktörlerin ve virüslerin etkileri ile fıtrat ayarları bozulan zihinler, bu ayda aslına ve özüne -moda tabirle- fabrika ayarlarına geri dönmelidir. Her mümin, yıl boyu yapıp-ettiği her şeyin sağlamasını Kur’ân’la yaparak tepeden tırnağa kendisini yeniden formatlamalı; bütün söylemlerini, eylemlerini, iş ve ilişkilerini ilahi kelâmın şaşmaz ölçülerine uygun hale getirmelidir.

Evet, 11 ay boyunca fıtrî (İslamî) ayarlarımızda; perspektiflerimizde, değer ölçülerimizde, söylem ve eylemlerimizde kaymalar, kırılmalar ve sapmalaroldu ve oluyor. % 99’u “Müslüman” olan ve % 70’den fazlası oruç tutan ülkemizde, özellikle seçim sürecinde insanımızın gerek zihnî, gerekse amelî düzlemde ciddi savrulmalar yaşadığı apaçık ortada. Yaşanmakta olan hayat tarzı, Kur’ân ve Sünnetin ebedi ilkelerinin çok uzaklarında seyrediyor. Kur’ânî ifadeyle dünya hayatı bizi aldatıyor (Lokman 33). İslâmî duyarlığa sahip olan insanlarımızın birçoğu da inandıkları ilkelerden hayli uzak düşebiliyorlar.

İmdi, gelin, iki gün sonra gireceğimiz Ramazan ayına bir hazırlık olmak üzere, Kur’ân’la yeniden formatlanmanın bir uygulamasını, Hucurat suresi örneğinde, bazı sorularla yapmaya gayret edelim; uygulamaya da, Hucurat suresine geçiş mahiyeti taşıyan Fetih suresinin 29. âyeti ile başlayalım:

Fetih 29. âyette Muhammed ümmetinin “kâfirlere karşı şiddetli ama kendi aralarında merhametli” olduğu, olması gerektiği emredilmesine rağmen bugün birçok Müslüman’ın kâfirlere karşı merhamet gösterirken Müslüman kardeşlerinden bu merhameti esirgediğine hatta onlara çok şedit ve acımasız davrandığına tanık olmuyor muyuz? Rükû ve secdehalinde olmaları gerekirken namazı ciddi manada ihmal ettikleri, namazı kılanların da özlerine, sözlerine ve yüzlerine yansıması gereken secde izlerinin pek görülmediği, bu yüzden de kalınlaşıp gövdeleri üzerine dikilemedikleri apaçık ortada değil mi?

Devam edelim: Hucurat 1’de “Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyin!”buyurulduğu halde, birçok beşeri görüş, düşünce, ideoloji ve sistemin -bilerek veya bilmeyerek- ilahi kelamın, nizamın ve sünnet-i Rasûlüllah’ın önüne geçirildiğini görmüyor muyuz? Hucurat 2’deki “Seslerinizi Peygamber’in sesinin üzerine yükseltmeyin!” ikazına rağmen beşeri söylemler hadis-i şerifleri perdeliyor değil mi? Bu hali ile bazıları -hâşâ-“Allah’a din öğretmeye” (Hucurat 16) kalkışmış olmuyorlar mı? 6. âyette, yalan-yanlış haberlerin tahkik edilip doğrulanmadan kullanılmasının, sonu pişmanlıkla bitecek bir takım felaketlere yol açacağı uyarısı yapıldığı halde, medya ve özellikle de sosyal medya haberlerinin ilkesizce yayılması ile insanlar ve Müslümanlar arasında büyük fitnelere sebebiyet verildiğine tanık olmuyor muyuz?

Keza 12. ayetteki “Zandan sakının, zira zannın birçoğu günahtır” emrine rağmen genellikle suizannın hüsnüzanna tercih edilir hale geldiğini; “birbirinizin kusurlarını araştırmayın”talimatına rağmen, özel hayatların mahremiyetinin neredeyse kalmadığını; “birbirinizin gıybetini yapmayın” ikazına ve bunun “ölü kardeşinin etini yemek”le eşdeğer bir iğrençlik olduğu ihtarına rağmen pek çok insanın ve Müslüman’ın bu dehşet verici günahı basit görüp sıkça işlediğini, hatta yaptığı hatayı da savunmaya kalkıştığını biliyor değil miyiz? 9-10. ayetlerde “Müminler sadece kardeştir” buyurulduğu ve aralarının düzeltilmesi gerektiği emredildiği halde, “iman kardeşliği” ve“Müslüman kimliği” geri plana itilerek farklı kimlik ve aidiyetlerin ön plana çıkarıldığını; yine 13. ayette “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık; şüphesiz Allah katında en değerli olanınız en takvalı olanınızdır”buyurulduğu halde, kavim ve kabile farklılıklarının üstünlük ve övünme yarışına, hatta kavmiyetçilik sapmasına vesile edilir hale geldiğini hep birlikte üzülerek gözlemliyor değil miyiz?

Dahası 11. ayetteki “Bir kavim diğer bir kavmi alaya almasın; belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar” uyarısına rağmen, insanların ve özellikle Müslümanların, ırk, mezhep, meşrep vb. farklılıkları sebebiyle Müslüman kardeşlerini veya diğerlerini kendilerinden küçük görür hale geldiklerini ve -dolaylı ya da doğrudan- onlarla alay ettiklerini görmüyor muyuz?

Bütün bu can yakıcı sorularla resmetmeye çalıştığımız yaman çelişkileri, seçim sürecinin sıcak ve kışkırtıcı atmosferinden siyasi denklemlerin belirsizliğine sürüklenen Türkiye insanının söylemlerinde, eylemlerinde ve ilişkilerinde çarpıcı biçimde gözlemliyor değil miyiz? Öyleyse gelin, Ramazan ayını fırsat bilerek, Kur’ân’ın ‘hayat verici’ ilkeleri doğrultusunda her şeyimizi yeniden formatlayalım. Eğer bozulan ilişkilerimizi fabrika ayarlarımıza geri döndüremezsek, dünyamız da ahiretimiz de heba olur.