İlk orucunu ve çocukluğunun Ramazan anılarını anlatan Psikiyatrist Prof.Dr.Kemal Sayar çocukluğunda çok susadığı oruç anısı anlattı. Sayar “Çocukluğuma dair Ramazan’la ilgili en kuvvetli hatıra köyümüzde geçirdiğimi bir Ramazan’da çok susamış olduğumdur. O kadar susamıştım ki iftar vaktini sofrada bekleyememiştim. Köyün gürül gürül akan pınarları vardı ve ben o pınarlardan birinin başında bir saat durmuştum” şeklinde anlattı. Yeni Şafak’ta yayınlanan röportajın önemli bölümleri şöyle;
İlk orucunuz ve çocukluğunuzun Ramazan’ı ile ilgili olarak neleri hatırlıyorsunuz?
Çocukluğuma dair Ramazan’la ilgili en kuvvetli hatıra köyümüzde geçirdiğim bir Ramazan’da çok susamış olduğumdur. O kadar susamıştım ki iftar vaktini sofrada bekleyememiştim. Köyün gürül gürül akan pınarları vardı ve ben o pınarlardan birinin başında bir saat durmuştum. Bir saat boyunca da akan suyu izlemiş ve iftarımı da o pınarın suyundan kana kana içerek yapmıştım.
Sizin için Ramazan?
Ramazan’ı bir yavaşlama ve içe bakma ayı olarak görüyorum. Ramazanı modern zamanın hızlı akışına vurulmuş bir sekte, bir mola veya bir silkiniş imkanı olarak değerlendirebiliriz. İnsan gündelik zamanın dışına çıkmak suretiyle kendi içine daha fazla bakar. Maddi meşguliyetlerden arınarak asıl varoluşuna döner. Bu yönüyle Ramazan, eşyadan uzaklaşmak, varlığın özüne varmak için çok güzel bir imkan sunar bizlere. İnsan aç kalmak ve maddi zevklerden uzak kalmak suretiyle hayatın sadece haz ekseni etrafında dönmediğini fark eder. Apayrı bir düşünme ve varoluş boyutuna geçmekle hayatın sadece maddi duyguların tatmini olduğunu öngören modern medeniyete bir başkaldırı halini alır Ramazan. Ayrıca dünyanın başka köşelerinde de coşkuyla yaşanması bizi görünmez bağlarla birbirimize bağlar.
Ramazan’ı en çok hangi mekanda yaşamayı isterdiniz?
Ramazan’ı tarihsel derinliği olan coğrafyalarda yaşamayı isterim. Sözgelimi Mekke, Medine, Saraybosna, Kâhire, Şam gibi İslam şehirleri Ramazan açısından vaitkâr şehirlerdir. Ne yazık ki bugün, uygarlığımızın beşiği olan kimi şehirler büyük bir saldırı altında.
Sizin için en ideal iftar sofrası nasıldır?
Ben iftar sofrasında israfa kaçmayacak ölçüde çeşitlilik olmasından yanayım. İdeal sofra, dostluğun tüttüğü sofradır. İşte o zaman yediğiniz her şey bal ve şerbet olur. Bana hayatta en çok hüzün veren şeylerden birisi iftarımı tek başıma açmak zorunda kalmaktır. Hele ki iftarı gurbette açıyorsanız yalnızlık o zaman çok zordur.
İftar öncesi bekleyişi çok severim. Benimle birlikte bekleyen insanların varlığı ruhuma huzur verir. İşte o zaman hayatlarımızı bir amaç için yaşadığımızı, boşa bir ömür dürmediğimizi fark ederim. İftarı bekleyen insanların arasında onları birbirine kardeş kılan bir melek dolaşır gibidir. Bunların yanı sıra Ramazan’la beraber gelen coşkuyu ve mutluluğu da çok severim. Hayat çok daha dinamikleşiyor. İnsanlar birbirini görmek ve birbiriyle sohbet etmek imkanı buluyor. Dolayısıyla benim için en ideal iftar sofrası kardeşlik ve dostlukla oturduğum sofradır.
Röportajın devamını okumak için tıklayınız!