Hamd, O Allah’a mahsustur ki, şeytanın hilelerini kullarından uzaklaştırmak suretiyle onlara olan minnetini büyütmüştür.
Orucu, dostları için kale ve kalkan yapmak suretiyle şeytanın umduğunu red ve zannını boşa çıkarmıştır. O Allah ki dostları için, orucun hürmetine cennetin kapılarını açmıştır.
Onlara ‘şeytanın ancak kalplerdeki gizli şehvetler yoluyla geldiği’ hakikatini bildirmiştir. Yine onlara bildirmiştir ki, şehvetleri yok etmek suretiyle itminana kavuşan nefis, hasmının belini kırmak için galip bir kahraman ve yenilmez bir kuvvete sahip olmuştur.
Sünnet’in kurucusu ve insanların rehberi Hz. Muhammed’e, onun üstün akıl ve delici basiret sahibi olan ashâbına salât ve selâm olsun! Yâ rabbi! Onları daima emin kıl!
Oruç, sabrın yarısıdır.
Sabır, imanın yarısıdır.
Hz. Peygamber’in bu hadîsleriyle orucun, imanın dörtte biri olduğu açıklık kazanmaktadır.Allah’a nisbet edilmesi itibariyle de oruç, diğer İslâmî rükûnlardan fazilette de ayrılmaktadır.
Çünkü Allah Teâlâ, Hz. Muhammed Mustafa’nın kendisinden hikâye buyurduğu bir hadîs-i kudsî’de şöyle buyurmaktadır Her hasene (sevab) on misliyle yazılır; tâ yediyüz misline kadar çıkar. Ancak oruç, ise benimdir ve ben onun karşılığında kulumun mükâfatını veririm.
Allah Teâlâ (c.c) Kur’an’da da şöyle buyurmaktadır: Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir. (Zümer/10)
Oruç ise, sabrın yarısıdır. Onun sevabı takdir ve hesap ölçülerinin üstündedir.
Orucun faziletini bilmek hususunda Hz. Peygamber’in şu hadîsi zannedersem kâfidir: Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah nezdinde misk kokusundan daha hoştur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‘Kulum ancak şehvetini, yiyeceğini ve içeceğini benim için terk etmektedir. Bu bakımdan oruç benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm’.
Cennetin Reyyan adlı bir kapısı vardır. Sadece oruç tutanlar o kapıdan cennete girebilirler.
Oruçlu bir kimseye, orucun mükâfatı olarak Allah’ın rahmeti ile karşı karşıya geleceği va’d olunmuştur. Oruçluya iki türlü sevinç vardır: a) İftar ettiği zaman sevinir, b) Allah’a kavuştuğu zaman sevinir.
Herşeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur!
Oruçlunun uykusu da ibadettir.
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mübarek Ramazan ayı geldiği zaman, cennetin kapıları açılır, cehennem kapıları kilitlenir. Şeytanlar bağlanır ve bir tellâl şöyle bağırır: Ey hayrı arayan kimse! Gel! Ey şerri arayan vazgeç.
Vekî ‘Yeyin, için, âfiyet olsun. Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz sâlih amellere karşılık olarak…’ (Hakka/24) ayetinin tefsirinde ‘Geçmiş günlerden maksat oruç günleridir, çünkü müslümanlar o günlerde yemek ve içmeyi bırakırlar’ demiştir.
Hz. Peygamber (s,a), iftihar mertebesinde dünya hakkındaki zâhidlik ile orucu eşit göstererek şöyle buyurmuştur: Gerçekten Allah Teâlâ, meleklerine karşı âbid bir genç ile iftihar ederek şöyle buyurmaktadır: ‘Ey şehvetini benim için terkeden genç! Ey gençliğini bana bahşeden genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bâzısı gibisin’ ‘
Yine Hz. Peygamber (s.a) oruçlu hakkında Allah Teâlâ’nın şöyle buyurmuş olduğunu nakletmektedir:
Ey meleklerim! Kuluma bakınız! Şehvetini, lezzetini, yeme-sini ve içmesini benim için bırakmıştır.11
‘Artık işledikleri sâlih amellere mükâfat olarak kendileri için göz aydınlığından ne hazırlanıp saklandığını kimse bilmez’ (Secde/17) ayetinin tefsirinde; ‘onlar, oruçlarına karşılıktır’ denilmiştir.
Çünkü Allah Teâlâ, başka bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: Sabredenler sınırsız ve hesapsız sevap alırlar. (Zümer/10)
Anlaşılıyor ki, oruçluya ecri, sayı ile değil, oluk oluk ve yığın halinde verilecektir. Böyle olması da uygundur. Çünkü oruç ibadeti ancak Allah için yapılır ve ona nisbetle şereflenir. Her ne kadar bütün ibadetler Allah için iseler de, oruçtaki hususiyet daha fazladır. Nitekim Allah Teâlâ Beyt’i (Kâbe’yi) nefsine nisbet etmekle şereflendirmiştir. Oysa sadece Beyt değil, bütün kâinat Allah’ındır. Orucun bu özelliği iki mânâdan ötürüdür.
A) Oruç, nefsi yemekten, içmekten ve şehvetten alıkoymak ve bunları terketmekten ibârettir. Bu ise, esasında gizli bir şeydir.Başkasına görünecek bir mahiyette değildir.Halbuki diğer ibadetlerin yapılışını herkes görmektedir. Oruç ise, ancak Allah tarafından bilinir. Çünkü oruç, mücerred sabır ile yapılan bâtınî bir ameldir.
B) Oruç, Allah düşmanını kahretmek için bir vesiledir. Çünkü şeytanın saptırma vesilesi şehvetlerdir. Şehvetler ise, ancak yemek ve içmekle gelişir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Gerçekten şeytan insanın içinde kanın deverân ettiği gibi, deverân etmektedir. Bu bakımdan açlık ile şeytanın deverân ettiği yolları daraltınız.
Yine bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a), Âişe validemize şöyle der:
– Cennet kapısını vurmaya devam et.
-Ne ile?
-Açlıkla…
Daha ileride Mühlikat bölümünde, yemeğe karşı ‘Oburluk ve İlâcı’ kısmında açlığın fazileti beyan edilecektir.
Özel olarak oruç şeytanın hilesini mahvetmek ve yollarını kapatmak ve akış istikametini daraltmak için olduğundan dolayı, Allah Teâlâ’ya nisbet edilme özelliğini elde etmeye müstahak olmuştur. Allah’ın düşmanının helâkinde, Allah’ın dinine yardım vardır. Allah’ın dinine yardım eden de Allah’ın yardımına mazhar olur.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sâbit kılar. (Muhammed/7)
Bu bakımdan kulun var kuvvetiyle çalışması gerekir. Akabinde hidâyetle onu mükâfatlandırmak da Allah Teâlâ’ya düşer. Biz bizim yolumuzda cihâd edenleri yollarımıza hidâyet edeceğiz. (Ankebut/69)
Bir kavim kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. (Ra’d/11)
Değiştirmekten maksat şehvetlerin çoğalmasıdır. Bu bakımdan şehvetler, şeytanların yaygın merasıdır. Otlak olduğu müddetçe, şeytanlar orada eksik olmazlar. Şeytanlar oraya devam edince, kul için Allah’ın celâli belirmez ve kul daima Allah’ın mülâkatından uzak olur.
Bakınız Hz. Peygamber ne buyurmaktadır:
Eğer şeytanlar, Ademoğulları’nın kalplerini dolaşıp durmasaydılar, muhakkak Ademoğulları göklerin âlemini temâşa edip gayba muttali olacaklardı.14
İşte bu sebepten oruç, ibadetin kapısı ve insanlar için de bir kalkan olmuştur.
Orucun fazileti bu denli büyük olduğundan, onun zâhirî ve bâtınî şartlarını ve rükûnlerini zikretmek suretiyle beyan etmek gerekir.
Nitekim biz bu hususları üç bölümde açıklamaya çalışacağız
Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları
Oruç üç derecedir:
A) Avam’ın orucu
B) Havassın orucu
C) Ahass’ul-Havass’ın orucu
Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.
Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sâir âzaları günah-lardan uzak tutmaktan ibarettir.
Ahass’ul-Havass’ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp Allah’tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır. Böyle bir oruç Allah’tan ve kıyâmet gününden başka birşeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse dünyayı düşünmek de bu orucu bozar. Fakat din için istenilen dünya, âhiretin azığı olduğu için dünyalıktan çıkar ve böylece bu orucun bozulmasına vesile teşkil etmez. Hattâ kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek suretiyle fikir yürüten kimsenin hatada olduğunu kaydetmişlerdir. Çünkü bu Allah’ın fazlına güvensizlik, Allah tarafından va’dedilen rızka tam inanmamak demektir. Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir.
Bu mertebenin sözle anlatılması mümkün değildir. Bunun tahkiki sadece amelî yönden mümkündür. Çünkü bu, himmetin bütünüyle Allah’a yöneltilmesi ve Allah’tan başka herşeyi bir tarafa itmek demektir.
Bu durum şu ayet ile ne güzel ifade edilmiştir.
Allah de! Sonra onları bırak, daldıkları dedikodularında oy-nayadursunlar.(En’am/91)
Havass’ın orucu ise, sâlihlerin orucudur. Bu orucun keyfiyeti, âzaları günahtan korumakla beraber şu altı şeyle tamam olur;
1. Gözü Korumak
Gözü, çirkin ve istenilmeyen şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve Allah’ın zikrinden alıkoyan şeylere bakmamaktır.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Haram bakış, İblis’in zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah’tan korkarak onu terkederse, Allah Teâlâ o kuluna tadı kalbinde beliren bir iman ihsan eder.
Câbir, Enes’den, o da Rasûlullah’tan (s.a), şu hadîsi rivayet etmektedir:
Beş şey vardır ki, oruçlunun orucunu bozar: a) Yalan, b) Gıybet, c) Nemime (kovuculuk), d) Yalan yere yemin etmek, e) Şehvet ile bakmak.
Dili Korumak
Dilini hezeyan, yalan, gıybet, nemime, fahiş konuşma, galiz konuşma, kavga ve riya ile konuşmaktan korumaktır. Ve aynı zamanda dili sükût etmeye icbâr, Allah’ın zikri ve Kuran tilâvetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin orucudur.
Süfyan-ı Sevrî şöyle der: ‘Gıybet, orucu bozar’. Bu hükmü Bişr b. el-Hâris rivayet etmektedir.
Leys, Mücahid’den “İki haslet vardır. Onların ikisi de orucu bozar: a) Gıybet, b) Yalan’ dediğini rivayet etmektedir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Oruç, mü’min için kalkandır. Bu bakımdan herhangi biriniz oruçlu ise, fahiş konuşmasın, cahilce hareket etmesin. Eğer bir kişi kendisiyle çirkin konuşur veya dövüşürse, desin ki: ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’.
Hz. Peygamber’in devr-i saâdetinde oruç tutan iki kadın, günün son saatinde açlık ve susuzluktan bitkin bir hale geldiler, neredeyse telef olacaklardı. Hz. Peygamberin huzuruna bir elçi göndererek oruçlarını bozmak için izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah kendilerine bir fincan göndererek şöyle buyurmuştur: ‘Onlara söyle! Yediklerini bu fincana kussunlar’.
Kadınlardan birisi, fincanın yarısı kadar katı bir kan ile iri bir et parçası kustu. Diğeri de aynı şekilde kusarak fincanı doldurdu. Hâdiseyi gören halk, hayretler içerisinde kaldı. Bu durum karşısında halkın hayretini Rasûlullah şu mübârek sözleriyle gidermeye çalıştı:
Bu iki kadın, Allah’ın kendilerine helâl kıldığı şeylerden uzaklaşarak oruç tuttular. Fakat Allah’ın kendilerine haram kıldığıyla iftar ettiler. Bir arada, oturarak onu bunu çekiştirdiler. İşte fincanda gördüğünüz irin, onların yemiş olduğu halkın kanı ve etidir.
Kulağı Korumak
Kulağı her mekruhu işitmekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenilmesi haram olan herşeyin işitilmesi de haramdır. İşte bu sırra binaen Allah Teâlâ, gıybet dinleyen ile haram yiyeni eşit tutmuştur: Onlar sürekli yalan dinlerler, haram yerler. (Mâide/42)
Rabbanîler’in ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi? Bu yaptıkları ne de kötüdür! (Mâide/63)
Bu bakımdan gıybete karşılık sükût haramdır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz. (Nisâ/140)
Bu sırra binaen Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: Gıybet edenle, onu dinleyen, günahta ortaktırlar.
Diğer Âzaları Korumak
Diğer âzaları da günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve ayak gibi. Karnını iftar zamanında nefsin istediği şehvetlerden korumalıdır. Helâl yemekten çekinmek suretiyle oruç tutup, iftar zamanında haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin etmez ve mânâsız kalır. Böyle bir oruçlunun durumu tıpkı bir köşk binâ edip, bir şehri yıkanın durumuna benzer. Çünkü helâl yemek ancak fazla yendiği takdirde zarar vericidir. Onun azı ise, faydalıdır. Bu bakımdan oruç, onu azaltmak için icâd edilmiş bir ibadettir. Zararından korkarak ilâçları terketmek, sonra da zehir almak, hamakattan başka birşey değildir. Haram ise, dini yok eden bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilâçtır. Oruçtan gaye, helâlı azaltmaktır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sadece açlık ve susuzluk elde eder.23
Bu hadîsin tefsirinde bazı âlimler, akşam fazla yemek suretiyle harama giren bir kimsenin kastolunduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, bu öyle bir kimsedir ki, helâl yemekten nefsini meneder, fakat haram olan gıybette bulunmak suretiyle orucunu bozar. Bazı âlimler de âzalarını haramdan korumayan bir kimsenin kastolunduğunu söylemiştir.
İftarda Az Yemek
İftar zamanında tıka-basa helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıka-basa doldurulan karın, Allah nezdinde en fazla buğzedilen kaptır. Oruçlu bir kimse, gündüz yemediklerini iftar zamanında tıka-basa yerse, acaba Allah’ın düşmanı olan nefis ve şeytanı nasıl kahredebilir ve şehvetini nasıl kırabilir? Bazen de kişi, oruçlu olmadığı takdirde yiyeceklerinin birkaç mislini temin ederek iftarda yer.
Hatta öyle âdet edilmiştir ki, yemeklerin en nefisleri Ramazan ayı için tedârik edilir ve o ayda, birkaç ayda yenilmeyecek kadar çeşitli yemekler yenir. Oysa oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak, heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvâya alıştırmaktır. Bu, orucun başta gelen hedefidir.
Fakat mide sabahtan akşama kadar aç bırakılır, tam aksanı zamanı yemeğe karşı şehvetle isteği kabardığında, ona lezzetli yemekleri yedirip doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve kuvveti daha da gelişir. O zaman öyle şehvetler baş gösterir ki, şâyet nefis eski âdetlerinde bırakılıp oruç vesilesiyle bu kadar çeşitli yemeklerle beslenmeseydi, daha sakin olacaktı.
İşte bu nedenle orucun ruhu ve özü, şeytanın elinde şerlere sevketmek için vesile olan nefsin kuvvetlerini kırmaktır. Bu ise, ancak iftar zamanında az yemekle hâsıl olabilir. Yani eğer oruçlu olmasaydı, akşam ne yiyecekse, oruçlu olduğu zaman da sadece onunla yetinmelidir. Eğer bütün gün, yiyeceklerini toplayarak hepsini üst üste iftar zamanında yerse, o zaman orucundan herhangi bir fayda temin edemez.
Orucun âdâbından birisi de, açlık, susuzluk ve zâfiyeti hissetsin diye gündüz uyumamaktır. Böyle yaptığı takdirde kalbi saflaşır. Her gece biraz daha zayıf olmak suretiyle gece namazlarına kalkmak imkânına sahip olur. Bu durumda umulur ki, şeytan kalbinden uzaklaşır. Şeytanın pençesinden kurtulan kalp, gökler âleminde seyretme imkânına sahip olur. Zaten kadir gecesi, gökler âleminde seyretme imkânına sahip gece demektir. Nitekim ‘Muhakkak biz Kur’an’ı kadir gecesinde inzâl ettik’ ayetiyle bu mânâ kastolunmuştur.
Kalbi ile göğsü arasında bir yemek torbası meydana getiren kimse, böyle bir şereften mahrumdur. Sadece midesini yemekten boşaltmak da bu mahcubiyet perdesinin aralanmasına kâfi değildir. Himmetini de Allah’tan başka her şeyden boşaltmalıdır. İşte o zaman, hakikatin tamamını elde etmiş olur. Bu durumun ilk basamağı az yemektir. Bu husustaki tafsilât Allah’ın izniyle Yemekler bölümünde gelecektir.
İftar Sonrasında Korku ile Ümit Arasında Olmak
Oruçlunun iftardan sonra kalbi korku ve ümit arasında muzdarip olmalıdır. Çünkü orucunun kabul edilip kendisinin Allah’a yakın olanlardan veya orucunun kabul edilmeyip Allah’ın gazâbına maruz kalanlardan olup olmadığını kestirememektedir. Her ibadetin sonunda da böyle olmalıdır.
Hasan b. Ebî Hasan b. Hasan el-Basrî, kahkaha ile gülen bir grubun yanından geçerken onlara şöyle der: ‘Ey insanlar! Allah Teâlâ, Ramazan ayını, kulları için bir yarış sahası olarak yaratmıştır. Kullar o ayda ibadet hedefine doğru koşuşurlar. Şüphesiz o grup, zaferi elde eder, diğer bir grup ise geri kalıp, mükâfat kazanmaktan mahrum kalır. Hayret edilecek durum, o gülen ve oynaşan kimselerin durumudur ki, halkın koştuğu hedefe kavuştukları bir günde, onlar gaflet içerisinde gülüşüp oynaşırlar. Böyle bir nimetten mahrum kalırlar. Ey gülenler! Şunu iyi bilin. Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah Teâlâ perdeyi aralasaydı, iyilik yapan iyiliğiyle, kötülük yapan da üzüntüsüyle meşgul olur, böylece gülmek kapısı kapanırdı’.
Ahnef b. Kays’a ‘Sen pir-i fâni bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürmektedir. (Oysa şer’an pir-i fâni olan kimseler, fidye vermek suretiyle oruç tutmayabilirler) neden oruç tutuyorsun?’ denildiğinde şöyle demiştir: ‘Ben, uzun bir sefere hazırlık yaNmaktayım. Allah’ın azabına sabretmek, ibadetine sabretmekten daha zordur’.
İşte orucun bâtınî mânâları bunlardır.
Soru: Bir kimse, karnının ve tenâsül uzvunun şehvetlerini menedip bu mânâlara riayet etmese dahi fakihlerin fetvâsına göre orucu sahihtir. Bu hükme ne dersiniz?
Cevap: Zâhire göre hüküm veren fakihler, bâtınî şartlar hakkında ileri sürdüğümüz delillerden zayıf delillere dayanacak zâhir şartları tesbit etmektedirler. Hele gıybet ve benzeri gibi mânevî ve bâtınî şartlar karşısında onların delilleri çok zayıf kalır. Fakat zâhire göre hüküm veren fakihler, ancak dünyaya sarılmış ve gaflete dalmış, halk ve avam tabakasına kolay gelen tekliflere bakarlar. Onları bunun ötesi pek ilgilendirmez. Bakışları tamamen âhiret âlemine yönelen âlimlere gelince, onlar orucun sahih olmasından, Allah nezdinde kabul edilmesini kastetmektedirler. Oruçtan; Allah’ın sâmediyyet ahlâkıyla ah-lâklanmayı anlamaktadırlar. Mümkün olduğu kadar şehvetlerden kaçınıp meleklere uymayı kastediyorlar.
Çünkü melekler şehvetlerden uzaktır. Aklın nûruyla şehvetlerini kırmaya kudretli olan bir insanın rütbesi, bu ruhtan mahrum olan hayvanın rütbesinden üstündür. Fakat şehvetlere maruz kaldığından, şehvetlerle mücadele etmek mecburiyetinde bulunduklarından, rütbeleri meleklerin rütbesinden aşağıdır.
Bu bakımdan şehvete daldıkça esfel-i safilîn’e doğru yuvarlanıp gider. Sonunda hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşer. Şehvetleri kırdıkça a’lâ-i illiyyîn’e (yücelerin yücesine) yükseliş sonunda meleklerin ufuğuna varır. Melekler ise, mânen Allah’a yakın kullardır. Onlara uyan ve onların ahlâkıyla ahlâklanan da onlar gibi, Allah’a yakınlaşmaktadır. Çünkü yakın olana (meleklere) yakınlaşan, hedefe (Allah’a) da yakınlaşmış demektir. Buradaki yakınlaşma, mekân bakımından değil, sıfat bakımın’dandır.
Madem ki, kalp erbabı ve akıl erbabı nezdinde orucun sır ve hikmeti budur, o halde şehvetlere dalarak gündüz yenen iki öğün yemeği iftar zamanında bir arada yemekten ve bütün gün kendisini aç bırakmaktan ne fayda temin edilebilir? Eğer bu hareket, herhangi bir fayda temin etmiş olsaydı, o zaman Hz. Peygamber’in ‘Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından sadece açlık ve susuzluk elde ederler’ sözünün mânâsı ne olurdu?
Bu sırra binaen ashâbdan Ebu Derdâ (r.a) şöyle buyurur:
Akıllıların uykusu ve iftarı ne güzeldir! Nasıl olur da akıllılar ahmakların orucuna ve uykusuz kalmalarına hayret ediyorlar? Takvâ ve yakîn sahibi olan bir kimsenin ibadetinin bir zerresi, mağrurların dağlar kadar olan ibadetinden daha üstün ve daha makbuldür!
Bu sırra binaen bir âlim de şöyle buyurur:
Nice oruçlu vardır ki oruçsuzdur ve nice oruçsuz vardır ki oruçludur.
Oruçsuz oruçlu o kimsedir ki, yer, içer ve fakat âzalarını günahlardan korur. Oruçlu oruçsuz ise, yemez içmez, fakat âzalarını günahlardan korumaz.
Orucun mânâ ve sırrını anlayan bir kimse bilir ki, yemek ve içmekten geri durup diğer günahlarla yoğrulan bir kimse, tıpkı abdest alırken âzalarını üç defa meshetmek suretiyle zâhirde âdete uymuştur. Ancak en önemli şey olan yıkamayı terk etmiştir.
Bu bakımdan bu cehaletinden ötürü kıldığı namaz, merdud ve bâtıldır. Yiyip, âzalarını haramdan koruyan bir kimsenin meselesi de abdest âzalarını birer defa yıkayıp abdest alan bir kimsenin meselesine benzer. Bu kimse, abdestin şartını yerine getirdiği için, Allah indinde namazı makbuldür, her ne kadar fazileti terk etmişse de…
Yemek ve içmekten sakınıp azalarını da haramdan koruyan bir kimsenin meselesi ise, abdest âzalarının her birisini üçer defa yıkamak suretiyle abdest alan kimsenin meselesine benzer. Boyle bir kimse hem aslı, hem fazileti yerine getirdiğinden kemâlin zirvesine çıkmış olur.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Oruç emanettir. Bu bakımdan herhangi biriniz Allah’ın kendisine teslim ettiği emaneti korusun ve zâyi etmesin.
‘Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder’ (Nisâ/58) ayetini okuduğunda, Hz. Peygamber elini kulağına ve gözüne koyarak şöyle buyurmuştur: ‘Kulak emanettir, göz emanettir’. Eğer kulak ve göz orucun emanetlerinden ve oruçla korunması gereken şeylerden olmasaydı, Hz. Peygamber ‘Ben oruçluyum desin’ demezdi.
Yani oruçlu bir kimseye biri söver ve onunla kavga etmek isterse, oruçlu ona ‘Dil, Allah’ın bendeki emanetidir. Onu korumakla mükellefim. Sana kötü cevap vermek suretiyle o emanete nasıl ihanet edebilirim’ demelidir.
Bu hakikatlerden sonra anlaşılmış olmalı ki, her ibadetin zâhiri ve bâtını, kabuğu ve özü vardır. Her ibadetin kabukları hususunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır. Bunu bildikten sonra dilersen sadece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er meydanına inersin.
Orucun Zâhirî Farzları, Sünnetleri ve Orucun İfsadı Halinde Lâzım Gelen Hükümler
Zâhirî farzlar altı tanedir:
Ramazan ayının başlangıcını gözlemek
Bu vazife, hilâlin görünmesiyle olur. Eğer hava bulutluysa şaban ayı otuz güne tamamlanır. Hilâlin görünmesinden gayemiz; bilinmesidir. Bu ise, âdil bir kişinin sözüyle de sâbit olur. Şevval ayının hilâli ise, ibadette ihtiyat sebebiyle ancak iki âdil şahsın şehâdetiyle sâbit olur.
Bir âdil şahsın ağzından Ramazan hilâlinin göründüğünü duyan, eğer onun sözüne güvenip, yüzde ellibir oranında doğru söylediğine de kanaat getirirse, kadı o adil insanın sözüyle hükmetmezse dahi, böyle bir müslümana oruç tutmak lâzım gelir.
Bu bakımdan her kul, ibadetinde zannına tâbi olmalıdır. Ne zaman ki bir memlekette hilâl görünür de başka memlekette görünmezse ve bu iki memleket arasındaki mesafe iki konaktan daha azsa, bu iki yerde yaşayan bütün müslümanlara oruç farz olur. Eğer iki memleketin arasındaki mesafe iki konaktan fazlaysa her memleketin hükmü, kendisine ait olur. Birisinde vâcib olan oruç, eğer hilâl görünmezse, öbüründe vâcib olmaz.
Niyet
Her gece için, geceleyin günü belirten bir niyet lâzımdır. Eğer bir defada (otuz defa olsa dahi) Ramazan orucunu tutacağına niyet ederse, kâfi gelmez. İşte ‘Her gecede niyet etmek’ sözümüzle bunu kastediyoruz. Eğer gündüz, Ramazan orucuna ve diğer farz oruçlara niyet ederse yeterli olmaz. Ancak nafile oruçlarda böyle bir niyet geçerlidir. İşte ‘geceleyin niyet etmeli’ sözüyle bunu kasdettik. Eğer sadece oruca veya farz oruca niyet ederse kâfi değildir; tâ ki Ramazan ayının farzına niyet etmedikçe…
Eğer şek gecesi (Şaban ayının otuzuncu gecesi), yarınki gün Ramazan’dansa ‘Ramazan orucuna niyet ediyorum’ diye mütereddit bir şekilde niyet ederse, kâfi değildir. Çünkü böyle bir niyet kesin olmaz. Meğer ki niyeti âdil bir şahidin şahidliğine dayanmış olsun. O zaman niyet kesinlik kazanmış olur. Âdil şahidin yanlış olma ihtimali veya yalan söyleme ihtimali bu niyetteki kesinliği iptal etmez. Ramazan’ın son gecesindeki şüphe gibi, eski bir duruma dayananan niyet, kesinlik vasfını kaybetmez. Zindanda hapis bulunan kişinin niyeti gibi, ictihada dayanan bir niyetteki tereddüt yine onu niyetlikten çıkarmaz. Meselâ bu durumdaki bir insan, galip bir zanla Ramazan’ın geldiğine ictihad ederse, bunun şüphesi, niyetini kesinlikten çıkarmaz.
Şek gecesinin olup olmamasında şüphesi olan bir insanın diliyle kesin bir niyet etmesi fayda vermez. Çünkü niyetin yeri kalptir. Kalpte şüphe bulundukça niyetin kesin olduğu tasavvur olunamaz. Meselâ Ramazan ayının ortasında ‘Eğer yarın, Ramazan ayındansa, oruç tutacağım’ dese, onun bu şekilde tereddüde düşmesi, zarar vermez. Çünkü bu tereddüd sadece dil iledir. Niyetin merkezinde ise, tereddüd düşünülemez. Kalp kesinlikle yarının Ramazan ayından olduğuna inanmalıdır. Geceleyin niyet edip niyetten sonra birşeyler yiyenin o niyeti fâsit olmaz ve yeniden niyet etmeye de mecbur değildir. Hâyızda olan kadın hayızlı iken niyet ettikten sonra daha fecir doğmazdan evvel temizlenirse, o niyetle orucu sahih olur.
Oruçlu olduğunu hatırlamakla beraber kasden birşeyi vücuduna almaktan korunmak.
Bu bakımdan yemekle, içmekle, buruna birşey akıtmakla, ön veya arkasından içeriye birşey akıtmakla orucu fâsid olur. Damarlardan kan almak ve hacâmat yapmak, sürme çekmek, kulağa veya idrar yoluna mil sokmakla oruç bozulmaz. Ancak en son şekilde mesâneye varacak kadar sıvı birşey akıtılacak olursa, o zaman oruç bozulur.
Kasıtsız olarak yolun tozu veya ağız ve burundan mideye kadar giden sinek veya ağza mazmaza suyu alırken mideye giden su orucu bozmaz. Ancak ağzını çalkalarken mübalâğalı bir şekilde yapar ve boğazına su kaçarsa, kusur ettiği için orucu bozulur. İşte biz ‘kasten yaparsa’ sözümüzle bunu kasdetmekteyiz. Orucu zikretmekteki gayemiz; unutarak yemek yiyenin orucunun bozulmadığını ispat etmek içindir,
Cinsî münasebetten sakınmak
Cinsî birleşmenin sınırı, sünnet yerini veya o kadarını kullanmaktır. Eğer unutarak cima’da bulunursa, orucu bozulmaz. Eğer geceleyin cima eder veya ihtilâm olursa, cünüp olarak sabahlarsa, orucu bozulmaz. Eğer fecr çıktığında cima halindeyse, fecrin çıkışını hisseder etmez derhal kılıcı kınından çekerse, o günkü orucu sahihtir. Eğer fecrin doğuşunu hissettiği halde kılıcı kınından çekmezse, orucu bozulduğu gibi, kendisine kefâret de lâzım gelir.
İstimnâdan sakınmak
İstimnâ ister cima yapmak suretiyle isterse herhangi bir şekilde kasten menisini çıkarmak ve akıtmak demektir. Böyle bir hareket orucu bozar. Menisi akmadıkça hanımıyla bir arada yatması veya hanımını öpmesi orucu bozmaz. Fakat buna rağmen genç ise, kerahet vardır. Ancak ihtiyar ve nefsine hâkim bir kimse ise, kerahet kalkar. O zaman öpmekte beis yoktur. Fakat terkedilmesi daha evlâdır. Kişi öpmekle menisinin akmasından korkmasına rağmen, öpüp menisi akarsa, kusur yaptığı için orucu bozulur. (Fakat kefâret lâzım gelmez)
Kusmaktan sakınmak
Kasten kusmak, orucu bozar. Eğer gayr-ı ihtiyari olarak kusarsa, orucu bozulmaz. Zaruret olduğu için boğazındaki balgamı yutmakla orucu bozulmaz. Çünkü böyle bir durumdan sakınmak zor olduğundan ve bu belânın umumîliği dikkate alındığından ruhsat verilmiştir. Ancak balgam çıkıp ağzına vardıktan sonra tekrar yutarsa, o zaman, orucu bozulur.
Orucun sünnetleri ise altı tanedir
Sahuru geç yemek.
2. İftarı hurma veya su ile namazdan önce ve acele ile yapmak.
3. Zevalden sonra misvâk kullanmamak.
4. Ramazan ayında Zekât bölümünde geçtiği gibi cömert olmak.
5. Kur’an’ı çok okumak.
6. İtikâfa girmek; her Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek daha da faziletlidir.
Çünkü Hz. Peygamber’in âdeti şöyleydi: Ramazan’ın son on günü geldiğinde Hz. Peygamber, yatağını katlar, elbisesini giyer, daha fazla ibadet etmeye hazırlanırdı. Ailesine de aynı şeyi emrederdi.
Yani aile efradıyla yorucu bir şekilde ibadete dalardı. Çünkü bu son on günde kadir gecesi vardır. Çoğu zaman bu gece, Ramazanın son on gününün tek gecelerine rastlamaktadır.
Tek günlerin de 21, 23, 25 ve 27 olması daha fazla ihtimal dahilindedir. Bu on günlük itikâfı peşi peşine yapmak, sadece tek gecelerde yapmaktan daha evlâdır. Eğer kişi arka arkaya itikâfa girmeyi adar veya niyet ederse, zarûret olmaksızın dışarı çıkmakla itikâf sırası bozulur. (Yani yeniden başlaması gerekir). Meselâ herhangi bir hastayı ziyaret etmek veya şâhidlik yapmak, yahut da cenaze namazına iştirak veya herhangi bir ziyarette bulunmak veyahut abdestini yenilemek için dışarı çıkarsa, itikâf sırası bozulmuş olur.
Eğer def-i hâcet için çıkarsa, bu sıra bozulmaz. İtikâfta olan kişi gidip evinde abdest alabilir. Fakat abdest almak niyetiyle giderken başka birşeyle meşgul olmaması gerekir.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) itikâfta iken ancak zarûrî ihtiyaçları için dışarı çıkardı. Hastanın halini yürürken sorardı.
İtikafta iken cimada bulunmak, itikâfın birbiri ardına yapılmasını bozar. Fakat hanımını öpmek bozmaz.İtikâfta bulunan kişi camide koku sürünebilir. Nikâh akdi yapabilir. Yemek, uyumak ve leğende el yıkamakta da herhangi bir beis yoktur. Çünkü bütün bunlar insan itikâfını sürdürürken muhtaç olduğu hâdiselerdir. Kişinin itikâfta iken bedenin bir kısmını cami dışına çıkarması, itikâfın devamlılığına tesir etmez.
Hz. Peygamber (s.a) başını uzatır, hücresinde bulunan Hz. Âişe, onun saçlarını yıkar ve tarardı.
İtikâfta olan kişi, ihtiyacı için dışarı çıkarsa, ne zaman dönerse yeniden itikâfa niyet etmesi daha uygundur. Meğerki ilk itikâfa girdiği zaman, meselâ on günlük itikâfa niyet etmiş olsun. Fakat yine de niyetin yenilenmesi daha efdâldir.
Oruç Bozmanın Cezası Dörttür
Oruç Bozmanın Cezası Dörttür
1. Kaza etmek
2. Kefâret
3. Fidye
4. Oruçlulara benzemek için o gün akşama kadar orucu bozan
şeylerden sakınmak
Kaza
İster özürlü, ister özürsüz orucu terkeden her mükellef müslümana kaza etmek farzdır. Bu bakımdan hâyızlı bir kadın temizlendiği zaman orucunu kaza etmelidir. Dininden dönen de böyledir. Fakat kâfir, çocuk ve mecnûn ise, onların kazası yoktur. Ramazan orucunun kazasında günlerin takibi şart değildir. Nasıl isterse öyle yapar, ister arka arkaya, isterse aralıklı olarak kaza etmesi caizdir.
Kefaret
Kefaret ancak cima ile vâcib olur. (Bu hüküm, Şafii mezhebine göredir). İstimnâ, yemek, içmek ve cima’dan başka orucu bozan herhangi bir şeyle kefaret vâcib olmaz. Kefaret bir köleyi âzâd etmektir. Eğer köle âzâd etmeye gücü yetmiyorsa, iki ay üst üste ara vermeksizin oruç tutmaktır. Eğer buna da gücü yetmezse, altmış miskine birer müd (belli bir ölçek) yemek vermektir.
Akşama Kadar Orucu Bozan Şeylerden Sakınma
Bu şekilde sakınmak, orucunu yemek suretiyle Allah’a isyan eden veya orucunu bozan hareketlerde kusurlu olan bir kimseye farzdır. Fakat hâyızlı kadın, günün ortasında temizlendiği takdirde, akşama kadar orucu bozan şeylerden sakınması farz değildir. Misafir, iki konaklık seferden oruçsuz olarak evine dönünce, akşama kadar sakınmak ona da farz değildir.
Şek gününde âdil bir kimsenin şâhidliğiyle hilâlin görünmesi sabit olduğu zaman, o gün akşama kadar orucu bozan şeylerden sakınmak farzdır.
Sefer halinde eğer gücü yetiyorsa oruç tutmak, yemekten daha efdâldir. Eğer gücü yetmiyorsa, yemek daha efdâldir. Sefere çıkacağı gün oruçlu ise, o gün orucunu bozmaz. Seferden döndüğü gün de oruçlu ise yine bozmaz.
Fidye
Hâmile ve emzikli kadınlara, çocuklarının sağlığından korkarak oruçlarını yedikleri takdirde fidye vermek farzdır. Her gün için bir müd buğday bir fakire verilmeli ve sonra da günü gününe kaza etmelidir. Çok yaşlı olan bir kimse oruç tutmaya güç yetiremediği takdirde, her gün için bir müd fidye vermelidir.
Nafile Oruçlar ve Tertibi
Bilmiş ol ki, faziletli günlerde orucun müstehap olması daha kuvvetleşir. Faziletli günlerin bazıları sene, bazıları ay, bazıları da hafta içinde bulunmaktadır.
Sene İçindeki Makbul Oruçlar
Senedeki faziletli günler. Ramazan aynıdan sonra, Arefe günü, Aşûre günü, Zilhicce ve Muharrem aylarının ilk on günleridir. Haram aylarının tamamı, oruç tutma günleridir. Bunlar faziletli günlerdir.
Hz. Peygamber (s.a) sanki Ramazan ayındaymış gibi Şaban ayında oruç tutardı.
Bir rivayette şöyle gelmiştir:
Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur’.
Muharrem ayı, hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir seneyi hayırlı bir temele dayamak daha sevimli olur ve bereketinin devamı daha fazla ümit edilir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Haram aylardan herhangi birisinin bir gününü oruçlu geçirmek, başka bir ayın otuz gününü oruçla geçirmekten daha efdâl ve üstündür. Ramazan ayının bir gününün orucu, haram ayların otuz gününün orucundan daha efdâldir.
Her haram ayının üç gününü oruç tutup, perşembe, cuma ve cumartesine tesadüf ettiren dokuzyüz senelik ibadet sevabını alır.
Şaban ayının ikinci yarısından sonra, Ramazana kadar oruç tutmak yoktur.
Ramazan’dan birkaç gün önce oruç tutmayı bırakmak, bu rivayete binaen müstehab sayılmıştır. Buna rağmen eğer Şaban ayının tamamını oruç tutar, Ramazan ayına bitiştirirse, câizdir.Çünkü Hz. Peygamber bir defasında böyle yapmıştır. Fakat birçok defa da ara vermiştir.
Eğer daha önceden devanı ettiği âdetine rastlamazsa, Ramazan ayından iki veya üç gün önce oruç tutarak Ramazan’ı karşılamak câiz değildir.- Yenisöz