Cennet kapılarını açan, cehennem kapılarını kapatan (Müslim), zamanı rahmet nuru, insanı mağfiretle iyileştiren ramazan-ı şerifin büyük ihsanlarından biri de bizi mucizeli günlere kavuşturmasıdır. Öyle bir mucize ki, bir niyet ve ümit etrafında buluşturduğu ümmeti sahurla, oruçla, iftarla, teravihle, sadakayla, zekâtla cem eder; sınırları ortadan kaldırır, bize beraberliğimizi, aidiyetimizi hatırlatır.
Nihayet dergisinden Münire Danış, Ramazan ve orucu bize şu sözlerle anlatmayı sürdürüyor;
Kur’an insanıyla, İslam’ın temel toplum prensipleri olan ülfetle, kardeşlikle, hasenatla hayatı yeniden düzenler. İnsanı yeniler, toplumu güzelleştirir ve bütün bunların Allah’ın ipine tutunmakla sağlanacağını gösterir. Hiçbir Müslüman’a da kendini bu cemin (birliğin) dışında tutma iznini vermez.
Devran içinde eşi benzeri olmayan bu kerim rahmetten nasiplenemeyen, Fahr-i Kâinat’ın buyurduğu üzere, ramazana girip çıktığı hâlde günahları affedilmemiş olan kendine yazık eder (Tirmizî). Zira ramazan-ı şerif, şeytanın elini kolunu zincirleyerek gelir (Müslim). İstiğfar meleklerinin, “Ey hayır peşinde koşan! Hayrı çoğalt. Ey şer peşinde koşan! Kötülüğü terk et” (Buhari) duası, yeryüzü semasını kaplar. Ümmete hediye edilen bu mübarek zaman dilimi; duaya sarılmanın, yeniden doğmanın, rızaya ermenin makbul yolunu açar.
Herkesin kendinden başlayarak hayrı arama ve ümmet hâlinde hayrı yayma vaktidir. Ramazan-ı şerif beraberliğinde, hem asıl muhtaç olduğumuz eksiğin hem ortak gayelerin farkında olma ve onları karşılama vardır. Nedir gerçekte muhtaç olduğumuz bu ortak gayeler? Ramazan-ı şerifin, ümmet esasında herkesi aynı vakitlerde aynı ümitle bir araya getirmesi, cemaat kılması nasıl anlaşılmalı ya da değerlendirilmelidir?
Umulur ki korunursunuz
Oruç, Kur’an lügatinde “savm”, “siyam” kelimeleriyle ifade edilir. “Savm” ya da “siyam”ın kelime manası ise, “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, korumak”tır. Oruç da, nefsin isteğine sabırla engel olma ve kendini sakınma iradesini göstermektir. Allah Resulü (sav) orucu, nefs-i emmareye (emredici nefse) ve arzuların kışkırtılmasına karşı, koruyucu bir “kalkan” olarak tarif etmişti. Kur’an da orucun farz kılınmasını, “Umulur ki korunursunuz” (2/183) maksadıyla açıkladı. Oruç, nefisten kurtulma iradesinin ve Allah’a adanmanın bütün ümmetlere işaret edilmiş bir yolu olarak sadece yeme içmeden kesilmeyi değil; dilin, gözün, uzuvların ve arzuların da bu iradeye teslim olmasını gerekli kılar.
Nitekim Peygamber (sav), “Oruç emanetleri korur” (İbn Mace) diye haber verdi. Bu bir adanma amelidir, Allah’ın emanetlerini korumayan O’na nasıl adanabilir? Bu yüzden Allah Resulü (sav), “Nice oruçlu vardır ki açlık ve susuzluktan başka yanına bir şey kalmaz” buyurdu (İbn Mace). Zira oruç, koruyucudur; eğer insanı günahtan alıkoymuyor, gafletten uyandırmıyor, kendini bilmeyi fark ettirmiyor, tövbeyle ağlatmıyor, merhamet ve ülfet uyandırmıyor, kalbi imanla yenilemiyor, Allah’a yakınlığı hissettirmiyorsa açlık ve susuzluktan ibaret kuru bir emektir.
Oruçta, farkında olma, Allah’ın üzerindeki nimetlerinin kadrini bilme ve şükür olarak O’na kendini adama vardır. Nefsimize gem vurarak; gıybetten, yalandan kaçınarak; gözümüzü, kulağımızı haramdan sakınarak; kalbimize zikri, nafileleri sevdirerek; karşılıklı yardımlaşarak, fedakârlığı yayarak Allah’a adanma talimi yaparız. Hz. Meryem’in (as), insanların onu fesatla sorgulaması karşısındaki susma orucu; “Eğer insanlardan biri sana yaklaşırsa, ben bugün kendimi Allah’a oruca adadım” (19/26) demesinin istenmesi yahut Allah Resulü’nün, “Size sataşana karşılık vermeyin; ben oruçluyum, diyerek uzaklaşın” (Buhari) buyurması bu korunmaya/adanmaya işaret eder.
Başkalarının, vakaların ya da nefs-i emmarenin insanı günaha teşvik etmesi karşısında, “ben oruçluyum” yani “ben bir adanmışım” idraki orucun perdesi, insanı korumaya alan zırhıdır. İşte ramazan-ı şerif, insana bu adanmayı ve karşılığında geçmiş günahlardan affedilmeyi bağışlayan en mucizeli zamandır. Allah Resulü’nün buyurduğu üzere, “Eğer ramazan ayında ne olduğu bilinseydi bütün senenin ramazan olması istenirdi.”
Hatırla ki “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyleyse onu idrak edenler, ona kavuşunca oruç tutsun.” (2/185)
Ramazan ayı idraki açmak, Kur’an ile insana bağışlanan nimetleri, yeniden hatırlatmak, hayata nüfuz ettirmek ve imanı tazelemek için gelir. Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlamakla daima mükellefizdir: Karanlıklardan aydınlığa çıkarıldığımızı (2/257); bir ateş çukurunun kenarından kurtarıldığımızı (3/103); dosdoğru bir yola kavuşturulduğumuzu (5/16); göklerde ve yerde olan her şeyin hizmetimize verildiğini, gizli ve açık olarak nice nimetin üzerimize yayıldığını (31/20)… Yeryüzünde bulunan her şeyi versek bile gönülleri birleştirmeye güç yetiremeyecekken kalbimize Allah’ın koyduğu ülfet nimetiyle seven ve sevilen olduğumuzu, kalplerimizin kaynaştırılıp kardeşler kılındığımızı (8/63)… Gel gör ki saymaya kalkışsak, anmaya güç yetiremeyeceğimiz (16/18) nimetlere mukabil gaflet içindeyizdir. İşte kendisinde Kur’an indirilen ramazan-ı şerifte, “Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz” (7/69) buyruğunca, üzerimizdeki nice nimetin kadrini bu nimetlere sarılarak, hamdin gereğini yerine getirmeye çalışarak teslim ederiz. Hep birlikte nimetleri hatırlamaya, onlarla korunmaya dururuz ve affedilme ümidiyle, yenilenmiş bir imanla aynı duaların içinden geçeriz.
Birlikte olmak
Senenin en sıcak günlerinde, Bizans’ın Müslümanlara karşı sevk ettiği orduyu karşılamak üzere Tebük’e doğru yola çıkan Peygamber ordusunda, çeşitli mazeretlerle geride kalanların boşluğu vardı. Allah Resulü (sav), “Hazırlanın ve yola çıkın” buyurduğu hâlde, Peygamber’in sancağı altında bulunmaktan, kardeşleriyle birlik olmaktan başka bir rahatlık onlara haram kılınmışken, neredeydiler? Allah uğrunda bir araya gelen ashap, bu yolda ilerlerken geride kalanları hayretle anıyordu. Allah Resulü ise, “Onları konuşmayı bırakın” demişti. “Eğer onlarda bir hayır varsa Allah onları bize yetiştirir.” Kendisinde hayır olanın yeri, hayırlıların yanıdır. Allah, iman edenleri; hayra çağıran (3/104), hayırda yarışan, her nerede bulunursa bulunsun Allah’ın hayır için bir araya getirdiği (2/148), iyiliği yaymaya, kötülükten alıkoymaya memur, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla yaşayan (13/22) insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) en hayırlı ümmet (3/110) olarak tarif eder. İman edenler ancak ülfet eden, ülfet edilen (Müsned), kendi çağındaki ve kendilerinden önceki kardeşlerine dua eden (59/10), en güzel sözü söyleyen (17/53), kendileri muhtaç olsalar bile ihtiyaç sahiplerini öz nefislerine tercih eden (59/9) en hayırlı topluluktur. Hayırda, iyilikte, doğrulukta sebat eden bu topluluğun dağılıp ayrılmaları (3/103), şeytanın aralarını açmasına göz yummaları (17/53), rekabet ederek birbirlerine düşmeleri, birliklerini zayıflatmaları (8/46) yasaklanmıştır. “Allah’ın elinin üzerlerinde olduğu” (Tirmizî) böyle hayırlı bir cemaatin bir araya gelmesinde, ne makam mevki ne zenginlik ne enaniyet öne çıkabilir ne de gösteriş, kibir, haset, bencillik gibi kötülükler zuhur edebilir. Onların bir araya gelmeleri, etrafında kenetlendikleri inancı, ahlakı, ruhu kuvvetlendirir ve bu kuvvetle güç kazanan imanları; iyiliği yaymakta, hayrı çoğaltmakta onları daha da etkin kılar.
Ramazan beraberlikleri
Ramazan ayı aynı zamanda cemaatli günlere kavuşmak demektir. Bu eşsiz zaman diliminin
iyileştirici, yenileyici rahmetinde herkes selametini arar. Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuranların (9/109) en ziyade istifade ettiği rahmete ümittir bu. Hangi ümitli kalp, ramazan ayıyla birlikte doğan fırsatları kaçırmak ister? Dualar artmış, secdeler artmış, hayır hasenat artmış, kalpler daha da kaynaşmıştır. Bütün gayret, yegâne niyet Allah’ın rızasıdır ve bütün yakınlık fırsatları değerlendirilir. İşte bu fırsatlardan biri de oruçluya iftar ikram etmenin hayrıdır. Öyle ki, “Kim oruçluya ikram ederse günahları dökülür” (Beyhaki); “Oruçluya iftar açtırana oruçlunun sevabı kadar sevap yazılır” (Tirmizî); “Kim oruçlunun iftarını karşılarsa misafir, sofrada bulunduğu sürece, melekler ev sahibine dua ederler” (Müsned), “bir hurma yahut bir bardak su ile bile olsa…” (Tirmizî) İkramda niyet, Allah’ın rızasını gözetmek, Peygamberimiz’in (sav) sünnetini yerine getirmektir.
Beraber iftar etmenin anlamı; iman neşesinde buluşmak, nasiplendiğimiz fazl u kereme birlikte şükretmek, ümitlerimizi kuvvetlendirmek, birbirimizden haberdar olmak, Allah’ın verdiğinden başkalarını da hissedar etmektir. “Kalplerimize ülfet ver, aramızı düzelt” (Ebu Davud) duasıdır. Ne zenginlik gösterisi ne mükellefiyet yarışı ne rekabet dedikodusu ne de bir çıkar beklentisi, bir menfaat hizmeti vardır bu sofrada. İsrafıyla, kibriyle misafirini rahatsız eden ya da şaşırtan, dedikodunun meze olduğu sofralardan uzaktır.
Daveti veren de, davete icabet eden de Allah’ın misafirleridir nihayetinde. Allah rızası için oruç tutanlara, Allah rızası için hazırlanmış ikramlar, iftarlar Allah’ın sofralarıdır. Allah’ın verdiklerini sunmanın ve yemenin şükründe, edebinde, eşitliğinde, kardeşliğinde bir araya gelmenin rahmani güzelliğini uyandırır bu sofralar; meleklerin duasını, kalplerin kaynaşmasını, ihtiyaçların giderilmesini, hayrın esenliğini hissettirir. Kalpler genişler, zaman güzelleşir. Birbirini Allah için seven ve gözetenleri Allah rızası için ağırlayan iftar sofraları, dünya sofrası değil, Allah’ın rahmetinin eseridir.- Yenişafak