Ayrılmayan ikili: Ramazan ve Kuran

Ramazan Günlügü
Ramazan denilince ilk akla gelen oruç, sonrasında da Kur’an’dır. Hiç şüphesiz, zihinlerde böyle yer bulmasının nedeni, hayat kitabımız olan Kur’an’ın, Ramazan ayı itibariyle na...
EMOJİLE

Ramazan denilince ilk akla gelen oruç, sonrasında da Kur’an’dır. Hiç şüphesiz, zihinlerde böyle yer bulmasının nedeni, hayat kitabımız olan Kur’an’ın, Ramazan ayı itibariyle nazil olmaya başlamasındandır.

Ayet-i kerimede bu hakikat şöyle beyan ediliyor: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak, Kur’an’ın indirildiği aydır.” (Bakara; 185)

İşte bu sebeple, mübarek Ramazan ayı içerisinde, her zamankinden daha çok Kur’an okumalı, Kur’an ile olan meşguliyetimizi arttırmalıyız. Bu bakımdan her Ramazan, Kur’an’ın hayatlara hâkim kılındığı birer fırsat olmalıdır. Sadece okumakla kalmamalı, Kur’an’ı hayatımıza hâkim kılmak için düşüncemizi, aklımızı ve kişiliğimizi de Kur’an’a uydurmalıyız. Ayrıca Kur’an ayetlerinin anlamları ve hikmetleri üzerinde tefekkür etmeliyiz. Çünkü o, bizleri her türlü kötülüklerden koruyacak ve mutlu bir hayatın yollarını gösterecek ilahi bir rehberdir. Bizleri doğruya götürür ve muhakkak selamete ulaştıracaktır.

Allah-u Zülcelâl, Nisa Suresi 174. ayeti kerimede; “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir rehber ve yol gösterici geldi. Size apaçık bir nûr indirdik.” diye buyuruyor. “Gerçekten bu Kur’an, insanları en doğru yola iletir” diye haber veriyor. (İsrâ; 9)

Bu mübarek ayın gecelerini de gündüzlerini de çok iyi değerlendirmeliyiz. Mümkün olduğunca ibadete, hayır ve hasenata ağırlık vermenin yanında; insanları incitmemek, kabalık gibi Müslüman’a yakışmayan kötü ahlaklardan da kalbimizi tasfiye etmeye çalışmalı, yetimi gözetmeli, insanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışmalıyız. Kim bilir, belki bu ramazan, elimize geçecek olan son fırsat olacaktır.

Sahabe gibi yapmalıyız

Müminin Kur’an’a ilgisi, meşguliyeti daimidir. Ama insan kimi zamanlar gevşer. Kimi zamanlar kirlenir gönüller. İşte, ramazan bu yönüyle yenilenmemiz için bir fırsat olmalıdır. Kur’an’a olan ilgimiz ve alakamız, mübarek ramazan ayında artarak yenilenmelidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ve Ashabı, Kur’an’ı en çok bu ayda okur, cömertliği en çok bu ayda gösterir ve ibadeti en çok bu ayda yaparlardı. Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, Kur’an’ı her Ramazan ayında, Cebrail aleyhisselam ile karşılıklı okurlardı (mukabele).

İnsanların peygamberlerden sonraki en akıllıları olan örnek nesil Ashab-ı Kiram efendilerimiz, Kur’an okumayı çok sever ve ona emredildiği gibi hürmet eder, tazim gösterir ve saygı duyarlardı. Kur’an’ı hayatlarına hâkim kılmak için bütün güçleriyle çalışırlardı. Sahabe efendilerimizden bazılarının, Kur’an’a duydukları sevginin tezahürünün yansıdığı örnekler verirsek daha kalıcı ve anlaşılır olacaktır.

Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman radıyallahu anhum, her sabah kalktıklarında, Mushaf-ı Şerif’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi.

Abdullah bin Ömer radıyallahu anhu da her sabah Mushaf’ı eline alır, büyük bir tazimle öper ve duygulu bir şekilde: “Rabbimin ahdi, Rabbimin apaçık fermanı!” diye, bağrına basardı. (Kettânî, II, 196-197)
İkrime radıyallahu anhu Mushaf-ı Şerif’i alır, yüzüne gözüne sürerek ağlar ve: “Rabbimin kelâmı! Rabbimin kitabı!” diyerek, Cenabı Hakk’a olan tazim ve muhabbetini ifade ederdi. (Hâkim, III, 272/5062)

Ümmü Eymen radıyallahu anha, Rasulullah vefat ettiğinde ağladı. Ona:

– Sen Peygamber için mi ağlıyorsun, denildi. O da;
– Hz. Peygamber nasıl olsa vefat edecekti. Fakat ben kesilen vahiy için ağlıyorum, dedi.
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyhi, Hz. Osman radıyallahu anhın şöyle dediğini naklediyor: “Gönüllerimiz temiz olsaydı Rabbimizin kelamına doymazdık. Kur’an’a bakıp okumadığım bir günün üzerimden geçmesini çirkin görürdüm. Seven kişi sevgilisinin sözüne nasıl doyar ki? Çünkü arzusu zaten ancak budur.”

Sahabe Kur’an Okurdu

Sahabe efendilerimiz Kur’an okumayı bir ibadet ve Allah ile konuşma olarak görmelerinin yanında, onu okumayı, imanın bir alameti saymışlardır ki şu ayet-i kerime bunu ifade etmektedir: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar, ona inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara; 121)

Ukbe İbni Âmir el-Cuhenî radıyallahu anhu güzel okuyan, Kur’an hafızı bir kimseydi. Gecenin seher vakitlerinde kalkıp Allah-u Zülcelâl ile konuşurcasına huşu ile Kur’an tilâvet eden bir âşık… Kendi el yazması Kur’an’ı bulunan bir ilim eri…

Kendisi şöyle anlatıyor: “Bir gün, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bana:

– Ukbe! Sana, şimdiye kadar benzeri görülmeyen iki sureyi öğreteyim mi? Dedi. Ben de:
– Evet ya Rasulallah! Dedim. Bunun üzerine, iki Cihan Güneşi efendimiz bana:
– Felâk ve Nas Sûrelerini okudu. Namaz vakti girince imam oldu ve o iki sureyle namazı kıldırdı. Daha sonra: “Ey Ukbe! Yatarken bu sureleri daima oku!” buyurdu.

O, Kur’an okumak ve öğretmekten büyük zevk alırdı. Bir gün, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden: “Ya Rasulellah! Hûd ve Yusuf surelerini bana okur musunuz?” Diye ricada bulundu. Efendimiz okudu, Ukbe dinledi. Daha sonra öğrendiği şekilde etrafına okudu ve öğretti.
Sahabe, onun tane tane okuyuşunu dinler, kalpleri ürperirdi. Bilhassa geceleri, ortalık sakinleşince yüksek sesle ayetleri tefekkür ederek, huşu ile okur, gözleri yaşlarla dolardı.
Hz. Ömer radıyallahu anhu onu bir gün çağırıp şöyle dedi:

– Ey Ukbe! Bana biraz Kur’an oku! O da:
– Hay, hay, ey Emîru’l-müminin, dedi ve bir miktar Kur’an okudu. Ukbe radıyallahu anhın tatlı tatlı okuyuşunu huşu ile dinleyen Hz. Ömer radıyallahu anhu, gözyaşlarını tutamadı ve sakalını ıslatıncaya kadar ağladı.
İşte, Kur’an kalplere tesir eden böyle bir kitaptır. Huşu ile dinlemek kalbileri ürpertir. Gönülleri yumuşatır. Gözleri yaşartır…

Hz. Ömer radıyallahu anhu sesi çok güzel olan ve Kur’an’ı mükemmel okuyan Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anhaya zaman zaman gider ve: “Bize Rabbimizi hatırlat.” derdi. O da Kur’an okurdu. Abdullah b. Abbas diyor ki: “Hz. Ömer radıyallahu anhu, evine girdiğinde Mushaf’ı açar, Kur’an okurdu.”

Onların üstün ve şerefli olduğunu kabul eden, kurtuluşun onlar gibi olmakta olduğunu söyleyen bizlerin de onlara benzemesi gerekmez mi?

Sahabe Kur’an’ı Hatmederdi

Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadiste, bir adamın kalkıp “Ey Allah’ın Rasûlü, hangi amel daha faziletlidir?” veya “Hangi amel Allah’a daha sevimlidir?”, diye sorduğu, Hz. Peygamberin de: “Konup göçendir ki Kur’an sahibi (hafız) Kur’an’a evvelinden başlar, sonuna kadar okur, sonundan başlar, evveline döner ve hatmeder. Böylece o, her zaman konup göçer” buyurduğu anlatılmaktadır. (Hâkim)

Enes b. Mâlik’ten rivayet edilen bir hadiste de Hz. Peygamber: “Amellerin en hayırlısı, Kur’an okumaya başlamak ve hatmetmektir” buyurmuşlardır. (Kurtubî, Tezkâr, 127).

Onun için Müslümanlar, sahabe döneminden bu yana, Kur’an’ı okuyarak hatmetmeyi, yani Kur’ân’ı baştan sona kadar okumayı, bir alışkanlık haline getirmişlerdir.

Abdullah b. Amr radıyallahu anhu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin meclislerine devam ederdi. Şöyle anlatır; Rasulullah bana:

– Sen, Kur’an’ı ayda bir kere hatmet! Dedi. Ben de:
– Fakat ben kendimi daha kuvvetli hissediyorum, dedim.
– O halde, on günde bir kere hatmet, buyurdular.
– Fakat ben daha fazla da okuyabilirim, dedim.
– O halde üç günde bir hatmet, buyurdular. (Buhâri, Müslim, İbn Hanbel, II, 194, 198)

Ubey b. Ka’b, Kur’an-ı Kerim’i en iyi okuyan sahabelerden idi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimin en iyi okuyanı Ubey’dir.” (Zehebî, Siyer, I, 392) buyurmuştur. Bu sebeple, Seyyidü’l-Kurra (okuyucuların efendisi) lakabıyla tanınmıştır. Kur’an-ı Kerim’i sekiz gecede hatmederdi.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Ubey b. Ka’b radıyallahu anhuyu, Kur’an-ı Kerim’i iyi bilen bir sahabe olması sebebiyle öğretmen olarak tayin etmişti. Mescid-i Nebevi’de Kur’an-ı Kerim’i öğretirdi. Aralarında Ebu Hureyre ve İbni Abbas’ın da bulunduğu birçok sahabenin hocalığını yapmıştır. O, Kur’an-ı Kerim’i öğretmesi karşılığında, her hangi bir maddi şey de almazdı. Nitekim ondan şöyle rivayet edilmiştir: “Muhacirlerden birine Kur’an öğretmiştim. Bu zat bana, bir yay hediye etti. Ben bunu Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme anlatınca: “Onu alırsan ateşten bir yay almış olursun” buyurdu. Ben de yayı sahibine geri verdim.” (İbn Mace)

Sahabe Kur’an’ı Hayat Kitabı Olarak Görürdü

Sahabe Efendilerimiz, karşılaştıkları sorunları Kur’an’a müracaat ederek çözmeyi ilke edinmişti. Ebu Bekir radıyallahu anhu: “Ben ancak Rasûlullah’a tabiyim, birtakım esaslar koyucu değilim” der ve kararlarında çok titiz davranırdı. (Taberî, IV, 1845; İbn Sa’d, III, 183)

O, bir meseleyi hallederken, önce Kur’ân’a bakar, bulamazsa Sünnet’te araştırır, orada da bulamazsa Ashâb-ı Kirâm ile istişare eder ve öyle içtihat ederdi.

Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhu, kendisine sorulan sorular için önce Kur’an-ı Kerim’e bakar, cevap bulamazsa Rasûlullah’tan bu konuda bir bilginin olup olmadığını araştırır, sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in içtihatlarına ve açıklamalarına bakıp onları esas alır, aksi halde, kendi içtihadıyla meseleye çözüm getirirdi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Muaz b. Cebel radıyallahu anhuyu, İslam’ı anlatıp öğretmek ve Kur’an-ı Kerim’i ezberletmek üzere, Hicretin dokuzuncu yılında Yemen’e göndermişti. Yolculuk öncesi Hz. Peygamber’le aralarında geçen konuşmayı Muaz radıyallahu anhu şöyle anlatır: “Allah Rasûlü beni Yemen’e gönderirken şöyle dedi:

– Sana bir mesele sorulduğunda ne ile hükmedeceksin? Ben: 

– Allah’ın kitabındakilerle, diye cevap verdim.
– Eğer Allah’ın kitabında bulamazsan ne ile hükmedeceksin? Dedi.
– Allah Rasûlü’nün hükmettiği ile… Dedim.
– Eğer onda da bulamazsan? Dediğinde:
– Kendi reyimle içtihat ederim, diye cevap verdim. Bunun üzerine Allah Rasûlü:
– Nebisini, razı olduğu şeyde başarılı kılan Allah’a hamdolsun, dedi. Ve Yemenlilere, “Size, ashabımdan ilmi ve dini en iyi bilen, hayırlı bir kimseyi gönderiyorum” diye, bir de mektup yazdı. (Taberi, İbn Sâ’d, III, 583-590).
Sahabe Kur’an’ı Yaşardı
Ebu Talha radıyallahu anhu, Medineli Müslümanlar arasında bağ ve bahçeye en çok sahip olandı. Mescid-i Nebevî’nin karşısında, Beyruha adlı bir bahçesi vardı. Hurma ağaçları, asma ve tatlı suyu ile meşhurdu. Efendimiz sık sık buraya uğrar, suyundan içerdi. Ebu Talha radıyallahu anhu, “Sevdiğiniz şeylerden, Allah yolunda harcamadıkça en üstün sevabı kazanamazsınız.” (Âl-i Îmrân; 92) ayet-i kerimesinin nazil olduğunu işitince sevgili Peygamberimizin yanına gitti ve bu bahçeyi, Allah rızası için infak ettiğini söyledi. Dilediği şekilde kullanmasını istedi. Onun bu davranışını takdir eden Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bahçeyi (fakir olan) akrabalarına vermesinin daha uygun olacağını söyledi. Bunun üzerine o, bu bahçeyi amcazadelerine bağışladı.

Ebu Talha yaşlanmıştı. Fakat gönlü hakikaten gençti. O hala cihad aşkıyla yanıyordu. Enes radıyallahu anhu anlatıyor: “Bir gün, Kur’an-ı Kerim okuyordu. ‘Gerek yaya olarak, gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.’ (Tevbe; 41) Ayetine gelince durdu ve: ‘Rabbimiz bizi, ihtiyar da olsak genç de olsak savaşa gitmeğe çağırıyor’ dedi. Kendisinin harp için teçhiz edilmesini istedi. Oğulları: ‘Babacığım sen yaşlısın, harp etmek sırası bizimdir. Sen otur biz gidelim.’ Diyerek, engel olmak istediler. Fakat kabul ettiremediler. O günlerde, Rumlara karşı bir savaş hazırlığı vardı. Ebu Talha bu deniz harbine katıldı. Gemide ağır hastalandı ve bir müddet sonra vefat etti. (654 m.) Yedi gün süreyle karaya çıkamadıkları için defnedilememişti. Ancak cesedinde de herhangi bir bozulma meydana gelmemişti.”

Hz. Enes anlatıyor: “Ben, Ebu Talha’nın evinde içki içenlerin kadehlerini dolduruyor, onlara sakilik yapıyordum. O sırada dışarıdan bir ses duyuldu. Bu ses: ‘Dikkat edin, içki yasaklandı!’ diyordu. O anda bardağı dolu olan bardağını döktü, ağzına götürmüş olan ağzındakini tükürdü ve herkes küplerinde ne kadar içki varsa sokaklara boşalttı, öyle ki Medine sokaklarında günlerce içki aktı. Böylece, sahabeler, emir içeren bir ayet indiğinde, hemen oracıkta bunu uygulamış oluyorlardı.

Sahabenin büyüklerinden biri olan Abdullah İbni Mes’ud, Ashâb-ı Kirâm’ın nasıl bir Kur’an anlayışına sahip olduklarını bize şöyle aktarır: “Bize, Kur’an lafzını ezberlemek zor, onunla amel etmek ise kolay gelirdi. Bizden sonrakilere ise Kur’an’ı ezberlemek kolay, onunla amel etmek ise zor gelmektedir. Kur’an, hükümleriyle amel edilsin diye indirildiği halde, insanlar onun tilaveti ile yetinir oldular.”

Sahabe hükmü kendine uygulardı

Sâbit İbni Kays radıyallahu anhu Rabbinden çok korkan, onun gazabını çekecek her şeyden uzak duran bir muttaki mümindi. Bir gün, Rasûl-i Ekrem onu, korkudan titrerken gördü.

– Neyin var Yâ Sâbit! Dedi. O da:
– Mahvolmaktan korkuyorum, dedi. Efendimiz:
– Niçin Ya Ebâ Muhammed! Dedi. Sâbit radıyallahu anhu da:
– Allah Teâlâ, yapmadıklarımızla övülmeyi istemememizi emretti. Hâlbuki ben kendimi övülmeyi seviyor görüyorum. Allah bize büyüklenmeyi yasakladı ama ben kendimi beğendiğimi zannediyorum, diye cevap verdi! Bunun üzerine, Fahr-i Kâinat efendimiz onun korkusunu şöyle gidermeğe çalıştı:
– Sabit! Övülmüş olarak yaşamaya, şehid olmaya ve Cennet’e girmeye razı olmaz mısın? Dedi. Bu müjdeyle onun yüzü aydınlandı. Gülerek:
– Evet, isterim yâ Rasulallah! Dedi. Efendimiz:
– İşte, bunlar senin için… Buyurdular.

Yine o: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygambere yüksek sesle bağırmayın. Yoksa farkına varmadan, işledikleriniz boşa gidiverir” (Hucurât; 2) ayeti nazil olunca evine çekildi. Rasûlullah’ın mescidine gelmedi. Kendini, “Yaptıklarım boşa mı gidiyor?” diye hesaba çekti. Yanına gelenlere bu sebepten gelmediğini söyledi. Efendimiz bunu haber alınca ona adam gönderdi ve: “Git ona şöyle söyle. ‘Sen cehennemlik değilsin. Cennetliksin…” buyurdu.
Allah-u Zülcelal, bizlere de Sahabe Efendilerimizdeki anlayış gibi Kur’an muhabbeti ve yüksek anlayışı nasip etsin inşaallah. (Âmin)

Gülistan dergisi