Mekke ve çevresinin idaresi İsmail Aleyhisselam’ın vefatı ile oğlu Sabit’e kaldı. Sabit’in ölümünden sonra halk arasında bölünmeler meydana geldi. Mücadeleler Cühümiler kabilesinin üstünlüğü ile bitti. Ancak bir zaman sonra iktidara sorumluları, adaleti ve tarafsızlığı terkederek zulme sapmıştı. Milletin malını bile elinden almaya aklkışan Cürhümilerden dolayı gün geldi şikayet ve feryatlar ayyuka çıkmaya başladı. Haksızlıklar dayanılmaz ölçülere varınca; İsmail Peygamber nesli, terkrar derlenip toparlandı ve yapılan bir savaşta Cürhümileri mağlup etti. Yenik taraf, aman dileyince eşyalarını alıp asıl vatanları olan Yemen’e gitmelerine izin verildi… ancak iş başında iken zulüm yapan ve bu yüzden beddua alan bu kabile mensupları, az bir zaman sonra bulaşıcı bir hastalığa yakalanarak teker teker ölüp gittiler.
Cürhümiler, aman dileyip beldeyi İsmail Peygamber soyuna teslim etmeden hemen önce ve son an ve son dakikada huyları icabı bir kötülük işlediler. Yabancı devletlerden mbirinin hediye ettiği altın mbir ceylan heykeli ve kılıç, kalkan, gürz, zırh… gibi Kabe hazinesine mahsus kıymetli eşya namına ne var ne yoksa hepsini zemzem kuyusuna doldurdular ve ağzını taş toprakla akapatarak yerini belirsiz hale getirdiler. Herhalde dönüp Mekke’yi geri alacaklarını düşünüyor ve bu sebeple hazinenin ele geçmemesi için böyle hareket ediyorlardı.
İsmail aleyhisselam evladı, nihayet Mekke ve civarında hükümran oldu ama hafızalardan silinen bullur sulu zemzem kuyusu kaybolup gitti. Mekke ve Kabe, asıl sahiplerine dönmüştü.. Şifa pınarı zemzem ise kimbilir kaç yıl gözlerden saklı, besmeleli mü’min ağızlara hasret, için için kaynayıp duracaktı?
Cürhümilerin yığdığı taş, toprak senelerin geçmesi ile katmerleşti ve altta kalan ilahi armağanı gözlerden büsmütün sakladı. Bu şartlarda canlara can katan zemzemin yerini bulmak mümkün değildi… yalnız bu imkansız zannedilen aklın çerçevlediği sebep-sonuç münasebetine göre. Ya aklı aşan sebepler, aklın kavuşamadığı bölge… Allah, isterse hangi imkansız gerçekleşmez ki?
Zaman bir müjdeye, toprak, sökmesi yakın bahtlı şafağa hazırlanıyordu… Mekan, ilahi fermanla, gelmekte olan "Adı güzel kendi güzel Muhammed" aleyhisselam için yeniden donatılıyordu. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, Kabe’ye komşu olan evinde uyurken şu hitap üzerine yatağından korku ile doğruldu.
-Ey Abdülmuttalip, kalk ve zemzem kuyusunun üzerinde taş toprak ne varsa kaldır!
Bir müddet gördüğü rüyanın ne manaya geldiğini çözmeye çalıştı; fakat bir şey anlamadan yeniden uyudu. Ancak rüyadaki ses, emri tekrarladı. Yine uykudan sıçradı. Zihninde izaha kavuşturulmayan sorular birbirini takip ediyordu. Buna rağmen uyumaktan başka çaresi yoktu. Ses, emri üçüncü defa verince gördüklerini yorumlatmak için kalkıp Kureyş’in tanınmış tabircilerine gitti ve olanlar anlattı. Bu kişiler:
-Rüya rahmani ise yine görürsün, dediler.
Aradan bir iki gün geçtiği halde Abdülmuttalib, o garip rüyayı bir daha göremedi. Bundan dolayı merak ve üzüntüsü günden güne artıyordu:
-Acaba rüya rahmani miydi, değil miydi? Zihnini günlerce bu soru meşgul etti. Nihayet bir gün rüyayı gördüğü odada uykudan önce ellerini kaldırarak:
-Ey merhametli Allahım! Bu rüyanın sırrını neler yapmam gerektiğini bana bildirmeni diliyorum, diyerek can evinden yalvardı ve az sonra uyuya kaldı.
Abdülmuttalib’in isteği, bütün zamanların ve bütün mekanların en üstünün hürmetine kabul olmuştu. İşte aynı ses…
-Ey Abdülmuttalib kalk ve zemzem kuyusunu ortaya çıkar!
Abdülmuttalib:
-Zemzem suyu nedir?
-Cebrail’in ayağını vurduğu yerden çıkmıştır. Peygambere ait bir mucizedir. Dünyanın dört tarafından gelecek hacılara yetecek kadar bereketlidir. Zemzemden içen susuzlar kanar, açlar doyar, hastalar iyileşir.
Kuyunun yerini bulmam için bir iz, işaret var mı?
-Mescid-i Haram’a yakın iki put vardı. Kafirler, bu putlar uğruna hayvan kestiklerinde işkembesini çukurca bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelecek ve işkembe artıklarını yemek için toprağı gagalayacaktır. Az sonra gagalanan yerin altından bir de karınca yuvası çıktığını göreceksin… İşte orası zemzem kuyusunun ağzıdır.
Sabah olduğunda Abdülmuttalib, doğruca putların bulunduğu yere gitti. Biraz sonra puta tapanlar gelip tanrıları için kurban kestiler ve işkembe ve barsakları rüyada tarif edilen yere attılar. Derken kırmızı gagalı karga göründü ve yeri gagalamaya başladı; az sonra karınca yuvası da ortaya çıktı. Her şey aynen rüyadaki gibi gerçekleşmişti. O halde olanlar hayırlı ve rüya doğru idi. Oradakiler uzaklaşınca sevgili Peygamberimizin sevgili dedesi, rüyada söylenen yeri kazmaya başladı. Kazı işi biraz ilerlemişti ki haberi alan Kureyşli müşrikler oraya koştu:
-Biz, taptığımız putların yanına kuyu kazdırmayız! diyerek Abdülmuttalib’e mani olmak istiyorlardı. Bir sürü münkir içinde kalan Abdülmuttalib, yaptığı işin büyüklüğünü anlatmaya çalışıyordu:
-Bu, öyle her hangi bir kuyu değildir. Bu, ilahi kıymet taşıyan suya "Zemzem" denir. İsmail Peygamberin yadigarıdır.
Putperestler, fena diş biliyorlardı. Ne var ki kaba kuvvet gösterileri sökmedi; Kureyş’in bu soylu insanını bir adım şöyle dursun, bir ayak boyu bile geriletemediler. Bunun üzerine kuyuya ortak olmak istediler; bu telifleri de reddedildi.
-Öyle ise, dediler, ünü bütün ülkeleri tutmuş aklı ve ilmi hepimizce kabul edilen Şam kahinine gidelim; ihtilafımızı anlatalım, vereceği karara her iki taraf da uysun!
Abdülmuttalib, bu hal tarzına "Peki" dedi. Bunun üzerine her kabileden bir temsilci ve Peygamber efendimizin dedesi develere binerek Şam yoluna düştüler… Mevsim yaz, hava sıcak. Güneş, kavurdukça kavuruyor. Çöller, avını yutmaya hazır alev dilli ejderha. Şam yolcuları bu manzara kum denizlerini aşmaya çalışıyor. Ne var ki geride kalan mesafelerle beraber su ve her türlü serinletici nesne tükenmiştir. Nihayet Nihayet öfkeli çöller bu cüretli yolcuları teslim aldı.Dermansız kalan dizler çözüldü ve oldukları yere külçe gibi yığıldılar. Saniyeler, saat gibi uzun ve geçmeyen cinsten. Sadece dudaklar değil, belki diller de yol yol çatlamış. Kimsede suya dair bir ümit yok. Olması da mümkün değil. Ancak bu halde ne vakte kadar beklenecektir? Abdülmuttalib:
-Böyle durmakla elimize hiç bir şey geçmez! Az daha gidelim. Rabbimden ümitli olalım; olur ki su buluruz, dedi.
Çökmüş olan develere nerede ise sürünerek bindiler. Hayvanların sırtında bile zor duruyorlardı. Henüz hareket etmişlerdi ki, o şanslı dedenin devesinin ayağı bir taşa takıldı ve yerinden söküp attı… Tablo inanılacak gibi değildi. Devenin çıkardığı taşın yuvasından tatlı ve serin bir su akıyordu. Sudan kana kana içip kaplarını doldurdular ve ölümün eşiğinden yeniden hayata döndüler. Bir farkla ki kabile temsilcileri sadece hayata dönmemiş, ezik ve mahcup olarak Şam yolunda da geri dönmüşlerdi. Bu inanılmaz vak’ayı hep birlikte yaşayan yol arkadaşları Abdülmuttalib’e:
-Ey Abdülmuttalib, o kuyuyu kazmak senin hakkındır. Bunu geç de olsa anladık Kimse mani olamaz. Dönelim herkes işine baksın! Demek zorunda kaldılar ve hep beraber Mekke’ye geldiler. Abdülmuttalib, kuyuyu kazmaya, kaldığı yerden devam etti. Zemzem kuyusunu tekrar ortaya çıkarma işinde yalnız oğlu Haris’ten yardım görüyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hak’tan Haris’ten başka kendisine on oğul daha vermesini diledi: … Abdülmuttalib’in bu duası kabul olmuş erkek evlat sayısı zamanla onbiri bulmuştu. Oğulları ile beraber kuyuyu kazan Abdülmuttalib, yıllar sonra zemzem suyunu ve Cürhümilerin kuyuya doldurduğu hazineyi buldu. Kureyşliler bu defa da:
-Kuyu, dedelerimizin mirası; içinden çıkanlar bizimdir, diye direttiler.
Abdülmuttalib:
-Siz bu kuyuyu kazarken bana yardım etmeyip bilakis zorluk çıkardınız. Şimdi hangi hakla mirasçılık iddia ediyorsunuz? diyerek onları azarladı veilave etti, bununla beraber, "Kur’a çekelim, hangi mal kime çakırsa onun olsun" dedi.
Kılıç, kalkan gibi savaş malzemelerini bir tarafa, altın ceylanı bir tarafa ayırdılar ve Kabe-i Şerif, Kureyşliler ve Abdülmuttalib adına kur’a çektiler. Altın Ceylan Kabe’ye, harp aletleri Abdülmuttalib’e çıktı. Kureyşlilere bir şey isabet etmedi. Altın ceylanı Kabe kapısına astılar; uzun yıllar, kapıda asılı kaldıktan sonra bir gece Ebu Leheb sarhoş iki arkadaşıyla gelip heykeli çaldı ve götürüp sattı. Zemzem kuyusunu bulmak Abdülmuttalib’in şan ve şerefini daha da yükselmişti. Zaman, ırmaklar misali büyük müjdeye doğru akıyordu. Tabii bu olay Zemzem’in ikinci kez ortaya çıkarılışının hikayesiydi. Ancak Allah azze ve celle o mübarek suyu hz. İsmail’in topuğunda tüm insanlara sunmuştu.
Hz. İbrahim, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerden biridir. Nemrut tarafından ateşe atıldı fakat ateş onu yakmadı. Bu olaydan sonra İbrahim, memleketi olan Urfa’dan ayrılıp Şam’a, sonra da Mısır’a geldi. Mısır kralı, İbrahim’in çokgüzel eşi Sare’ye sahip olmak istedi. Sare’nin Allah’a yalvarması neticesinde kral titremeye başladı. Başına bir hal geleceğinden korktu. Sare’yi İbrahim’e geri gönderdi ve kendisine Hacer isimli cariyeyi de hediye etti. Sare de Hacer’i İbrahim’e bağışladı. Buhari’nin Abdullah b. Abbas’tan rivayet ettiği uzun bir hadis-i şerifin devamı şöyledir.
"… İbrahim, Hacer ile evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile birlikte Mekke’ye geldi. Hacer ile İsmail’i, Mescid-i Haram’ın bugün bulunduğu yerin yukarısındaki büyük bir ağacın yanına bıraktı. O tarihte Mekke’de hiç bir kimse yoktu. Hatta içecek su bile yoktu. İşte İbrahim, Hacer ve oğlunu buraya bıraktı. Sonra İbrahim, Şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Ayrıldığı sırada İsmail’in annesi Hacer, peşine takılıp ona şöyle diyordu:
– Ey İbrahim, bizi bu vadide bırakıpta nereye gidiyorsun ? Öyle bir vadi ki ne görüp görüşecek bir insan var, ne de hayat eseri başka bir şey var.
Hacer bu sözleri ne kadar tekrar ettiyse de İbrahim dönüp ona bakmadı. Nihayet Hacer ona: Bizi burada bırakmanı Allah mı emretti ? diye sordu. İbrahim de: Evet Allah emretti, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer: Öyle ise Allah bizi unutmaz, O bizi korur dedi.
Artık İsmail’in annesi oğlunu emziriyor ve kendisi de kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hacer hem de çocuğu susadı. Hacer, çocuğun susuzluktan toprak üzerinde sızlanarak yuvarlandığına bakmaya başladı. Fakat çocuğun bu elim haline bakmaktan fenalaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. O mıntıkada Kabe’ye en yakın tepe olarak Safa tepesini buldu ve onun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup kimseyi görebilir miyim diye bakmaya başladı. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye inince ( ayağına dolaşmasın diye ) entarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu, vadiyi geçti. Sonra Merve tepesine çıktı. Orada da biraz durdu ve kimseyi görebilir miyim diye baktı. Fakat hiç kimseyi göremedi. Hacer, bu suretle ( Safa ile Merve arasında ) yedi sefer gitti, geldi. Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine ‘Sus, iyice dinle’ dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hacer: Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek güce sahipsen, bize yardım et, dedi. Hacer böyle der demez, hemen zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. O melek, ayağının topuğu ile yahut kanadıyla yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hacer, su başka tarafa akmasın diye suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hacer hem eliyle böyle yapıyor, hem de kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise yerinde kaynıyordu.
Abdullah b. Abbas bu arada şöyle dedi: “ Resulullah (s.a.v.), Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, zemzemi kendi haline bıraksaydı, suyu avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akar ve bir ırmak olurdu, buyurdu. “
Hacer, bu sudan içti ve çocuğunu emzirdi. Melek Hacer’e: Helak oluruz, kayboluruz diye korkmayın. İşte şurası Allah’ın evidir, o evi şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki Allah, o işin ehlini zayi etmez, dedi.
Mekke şehrinin idaresini İsmail’den sonra oğlu Nabit, ondan sonra da Cürhüm Kabilesi devam ettirdi. İşte bu sırada Yemen’den kuzeye doğru güç eden Ezd kabilesinin bir kolu olan Huzaa Kabilesi Harem bölgesinde kalmak için Cürhüm Kabilesinden izin istedi. Cürhüm Kabilesi onlara izin vermeyince aralarında başlayan savaş Huzaa Kabilesiın kesin zaferiyle neticelendi. Bunun üzerine Cürhüm Kabilesi Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı. Şehirden ayrılırken de zemzem kuyusunu kapattılar. Kuyunun en dibine altından yapılmış iki ceylan heykeli, bir takım silahlar, kılıçlar, zırhlar koyarak; sonra da çakıl, kum ve taşlarla kuyuyu doldurup yerini belli olmaz hale getirdiler. Bu şekilde kapatılan zemzem kuyusu, Abdülmuttalib’in onu bulup ortaya çıkarmasına kadar kapalı kaldı. Kimse onun yerini bulamadı.
Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib, gördüğü bir rüya üzerine, oğlu Haris ile birlikte, rüyada kendisine gösterilen yeri kazarak zemzemi buldu. zemzemin bulunması ile Haşimoğulları kendilerine ait olan "hacılara su dağıtma" işini daha kolaylıkla yerine getirdiler."
ZEMZEM’İN ÖZELLİKLERİ
– Zemzem Cennet pınarlarındandır.
– Cenab-ı Hakkın İbrahim´e (a.s.) ikram ettiği bir nimettir.
– Harem-i Şerif´deki Ayat-ı Beyyinat´dandır.
– Hacıların muşahede ettikleri en büyük nimet ve menfaatlerdendir.
– Yeryüzündeki en hayırlı sudur.
– Cibril-i Emin vasıtasıyla zuhur etmiştir.
– Yeryüzünde en mukaddes topraktan kaynayan sudur.
– Peygamber Efendimiz´in (s.a.v.) kalb-i şerifinin defalarca yıkandığı sudur.
– Rasulullah Efendimizin mübarek tükürüğü ile bereketlenen sudur.
– Açları doyuran sudur.
– Dünya devam ettiği müddetçe bu vasfı devam edecektir.
– Her derde devadır.
– Hususiyle humma’ya (sıtma) şifadır.
– Baş ağrısını giderir.
– Gözün görmesini ziyadeleştirir.
– Ne niyetle içilirse ona devadır.
– Ona bakmak ibadettir.
-Ondan içmek günahlara keffarettir.
– Kaburgalarını gerdirinceye kadar içmek iman alameti ve nifaktan kurtulmaktır.
– Misafirlere ikram edilecek en güzel hediyedir.
– Mekke’yi Mükerreme´den diğer beldelere taşınması sünnettir.
– Ebrar´ın içeceğidir.
– İçilmesi sünnettir.
– Misafire önce ikram edilir.
– Onunla abdest almak sünnettir.
– Kücük çocukların ağzına vermek sünnettir.
– İçmekte büyük sevap vardır.
– Ne kadar içilir ve ne kadar taşınırsa taşınsın bitmez.
– Bedene kuvvet verir.
ZEMZEM’İN ESRARI
– Avrupa`da labaratuarlarda yapılan araştırmaya gore zemzem suyu diğer sulara göre çok daha az kükürt taşımaktadır.
– Yine aynı araştırmaya göre diğer sulara göre çok daha besleyicidir ve cok daha fazla mineral barındırmaktadır.
– Kaynağı henüz bulunamamıştır. Nereden geldiği şu anki teknolojiye göre bile bilinememektedir. Yakınlarında hiçbir kuyu yoktur ve denize de 80 km uzaklıktadır.Bu şartlarda suyunu denizden veya başka bir kuyudan alması imkansızdır.
– Yıllardır suyun bitmiyor olması araştırmacıları çok şaşırtmaktadır..
– Açlığını gidermek için içen kişinin açlığını, susuzluğunu gidermek içiniçenin susuzluğunu giderir.
– Sadece 1,5 metre derinliğindeki ufacık bir kuyudan çıkan su, hac ve umre mevsimi boyunca milyonlarca kişinin tüm su ihtiyacını karşılamaktadır.
– Hiçbir zaman ne azalma ne de kuruma göstermemektedir.
– Dünya Sağlık Örgütü`nün (WHO) raporlarına göre dünyadaki en içilebilir ve sağlıklı sulardan biridir.
– Amerika`da yapılan test sonuçlarına göre dünyada içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan tek sudur.
ZEMZEM DUASI
– Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Zemzem suyundan içen şifa bulur. Ben de ondan içiyorum ve şöyle dua ediyorum: Allahumme innî es’eluke ılmen nâfia ve rızgan vâsia ve şifâen min kulli dâe."
Manası: Allahım! Senden faydalı ilim, bol rızk ve her türlü dert için şifa niyaz ediyorum.
– "Allahumme edhılnî el-cennete biğayri azâbin velâ hısâbin ve erzıknî murâfigati nebiyyike ve seyyidinâ Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme fi’l-firdevsi’l-a’lâ."
Manası: Allahım! Beni, azap görmeden ve hesaba çekmeden Cennetine koy ve Firdevs Cennetinde Peygamberin ve efendimiz Muhammed’e (s.a.v)arkadaş kılmakla rızıklandır.