Selman-ı Farisi’nin hayatı;
«Selmân bizden, yani Ehl-i Beyttendir».[1]
Bu hikâyemiz, hakikat peşinde koşup, Allah’ı arayan kimsenin hikâyesidir…
Selmân-ı Farisî’nin hikâyesidir.
Bize hikâyesini anlatması için sözü Selmân’a bırakalım… Çünkü, bu hikâyeyi en iyi ve en doğru anlatacak odur.
Selman şöyle anlatmıştı:
«Isfehan’ih Ceyyan köyünden İranlı bir genç idim. Babam bu köyün ağası ve sözü en çok geçen kişisiydi.
Ben doğduğum günden itibaren, babamın dünyada en çok sevdiği kimseydim.
Gün geçtikçe, babamın bana olan sevgisi artıyordu, benim üzerime titriyor ve beni adeta bir kız gibi eve kapatıyordu.
Mecusîliğe o kadar kendimi vermiştim ki, taptığımız ateşin bakıcısı olmuştum. Gece, gündüz hiç sönmeyen ateşin yakılma işi bana verilmişti.
Babamın büyük bir çiftliği vardı. Devamlı onunla meşgul olur, gelirini toplardı.
Bir defasında, meşguliyeti sebebiyle köye gidemedi ve bana şöyle dedi.
«_ Oğlum! Görüyorsun çiftliği ihmal ettim. Bari sen git de oranın işiyle ilgilen». Çiftliğe gitmek amacıyla yola çıktım. Yolda bir kiiişeye rastladım. Orada ibadet eden hiristiyanlann seslerini duydu bu dikkatimi çekti.
Babamın uzun süre beni başkalarıyla görüştürmemesi sebebiyle ne Hıristiyanlar ne de diğer dinlere inananlar hakkında bilgim vardı.
Seslerini duyunca ne yaptıklarını seyretmek için oraya girdim. Onları iyice anlayıp dinleyince, dua ve ibadetleri hoşuma gitti ve dinlerine girmeyi arzu ettim. Kendi kendime şöyle dedim:
«— Bu din bizimkinden daha iyi». Oradan ayrıldığımda, güneş batmıştı. Tabiî, babamın çiftliğine de gitmemiştim. Onlara:
«— Bu dinin asıl yurdu nerededir?» diye sordum. Onlar:
«— Suriye’dedir», diye cevap verdiler.
Akşam olunca eve döndüm. Babam ne yaptığımı sordu:
«— Babacığım! Ben kiliselerinde ibadet eden bazı insanlarla karşılaştım. Onların dinleri hoşuma gitti. Yanlarında güneş batincaya kadar kaldım», dedim. Babam yaptığımdan korkup dedi ki :
«—Yavrum! Bu din iyi değildir. Senin ve atalarının dini ondan daha iyidir». Ben de :
«— Hayır, onların dini bizim dinimizden daha iyi» dedim. Babam söylediklerimden ve dinimden döneceğimden endişelenip beni eve hapsetti ve ayaklarımı bağladı.
Bir fırsatını bulunca hiristiyanlara şöyle bir haber gönderdim :
«— Size, Suriye’ye gitmek isteyen bir kafile geldiğinde bana haber veriniz».
Az bir süre sonra, onlara Suriye’ye gitmek üzere yola çıkmış bir kafile uğrayınca, bana haber verdiler, bir yolunu bulup ayağımın bağını çözdüm. Gizlice onlarla birlikte yola çıktım ve nihayet Suriye’ye geldik. Suriye’ye varınca, bilgi bakımından bu dinin mensuplarından en kuvvetlisi kimdir diye sordum :
Kilisenin idarecisi baş papazdır» dediler. Onun yanına gittim.
«—.Ben hıristiyan olmayı arzu ediyorum, senin yanında kalmayı, sana hizmet etmeyi, senden bilgi edinmeyi ve burada ibâdet etmeyi İstiyorum» dedim. O da :
«—Yanımda kal» dedi. Ben de onun yanında kaldım ve ona hizmet etmeye başladım. Bir müddet sonra, adamın kötü birisi olduğunu anladım. Adam, dindaşlarına sadaka vermelerini istiyor ve onları sevap kazanmaya teşvik ediyordu. Ama o, Allah rızası için verilen sadakaları kendisi için ayırıp saklıyordu. Fakir ve yoksullara hiçbir şey vermiyordu. Tam yedi küp altın biriktirmişti. Gördüklerim hiç hoşuma gitmemişti. Adam bir müddet sonra öldü. Hıristiyanlar onu defnetmek için toplandılar. Onlara dedim ki :
«— Dostunuz kötü bir kişiydi. Sizin sadaka vermenizi ister ve sizi sevap kazanmaya teşvik ederdi. Fakat ona sadakaları getirdiğinizde kendisi için ayırıp saklar, yoksullara hiçbir şey vermezdi».
«— Bunu nereden anladın» dediler. Ben de :
«— Verdiklerinizi sakladığı yeri size gösterebilirim» dedim. Onlar:
«—Haydi, orayı göster» dediler. Onların verdiklerini sakladığı yeri gösterdim. Oradan altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar.
«— Biz de bu adamı gömmeyiz» dediler ve onu çarmıha gerip taşladılar.
Kısa zaman sonra, onun yerine başka birini tayin ettiler. Ben de ona tabi oldum. Dünyada ondan daha dindar, ahirete ondan daha düşkün, gece gündüz ondan daha çok ibâdet eden hiç kimse görmemiş ve onu çok sevmiştim. Uzun zaman onun yanında kaldım. Ölüm döşeğine düşünce, ona dedim ki:
«—Ey Falanca! Beni kime bırakacaksın? Ne yapmamı emrediyorsun?» Bana :
«— Oğlum! Benim gibi sadece Musul’da oturan birisini biliyorum. O dinini değiştirmemiş ve ahlâkını bozmamıştır. Sen ona git» dedi.
O da ölünce, Musul’daki kişiye gittim. Ona başımdan geçenleri anlatıp şöyle dedim:
«— Falan şahıs ölürken bana, senin yanına gelmemi tavsiye etti ve senin hakk üzerinde olduğunu söyledi». O da
«— Peki, yanımda kal» dedi. Ben de onun yanında kaldım. Onun iyi bir kimse olduğunu anladım ama çok geçmedi. O da öldü. Ölüm yatağına düştüğünde :
«— Ey Falanca! İşte Allah’ın emri sana geldi. Sen benim durumumu biliyorsun. Beni kime bırakacaksın, ne yapmamı emrediyorsun» dedim. O da :
«— Oğlum! Bizim gibi Nusaybin’de oturan falan şahsı biliyorum. Onun yanma git» dedi. O da toprağa verilince, Nusaybin’deki şahsın yanına gittim. Başımdan geçenleri ve bundan önceki kişinin tavsiyesini ona anlattım. Bana
«— Peki, burada kal» dedi. Ben de onun yanma yerleştim. Onun da Suriyeli-ve Musul’lu zatlar gibi iyi birisi olduğunu gördüm. Çok geçmedi, o da öldü. Ölmeden önce :
«— Beni tanıyorsun. Bana şimdi kime gitmemi tavsiye edersin?» dedim. O da :
«— Oğlum! Bizim gibi, Ammuriye’deki falanca kimseyi biliyorum» dedi. Onun yanına gittim ve başımdan geçenleri ona da anlatım. O :
«— Peki, yanımda kal» dedi. öncekiler gibi doğru yolda olan bu şahsın yanında kaldım. Orada birkaç inek ve küçük bir davar sürüsü
Çok geçmeden, ötekilerin başına gelen onun da başına geldi. Ölmek üzereyken dedim ki :
«— Benim durumumu biliyorsun. Bana kimi tavsiye edersin, ne yapmamı emredersin?» O da bana şunları söyledi :
«— Oğlum! Yeryüzünde bizim inandığımıza bağlı bir insanın kaldığını zannetmiyorum. Fakat Arabistan’da bir peygamberin çıkacağı zaman yaklaşmıştır. Ö İbrahim’in diniyle gönderilecek, sonra kendi yurdundan, iki siyah dağ arasında hurmaları bulunan bir yere hicret edecek. Onun gizli olmayan peygamberlik alâmetleri vardır. Hediye kabul eder, sadaka kabul etmez. İki omuzunun arasında da peygamberlik mührü vardır. Eğer bu ülkeye gidebifirsen git». Nihayet ecel onu da aldı. Ondan sonra, Kelb kabilesinden bazı arap tacirler Ammuriye’-ye uğrayıncaya kadar orada kaldım. Onlara :
«— Eğer beni de Arbistan’a götürürseniz şu ineklerimi ve şu küçük davar sürümü size veririm» dedim. Onlar da :
Efendim kızıp
«— Ne diyorsun? Verdiğin haberi tekrar etsene… beni sille tokat döğmeye başladı.
«— Bundan sana ne? Haydi işine bak» dedi.
Akşam olunca, topladığım hurmalardan biraz aldım. Rasûlüllah’ın (s.a.v.) kaldığı yere götürdüm. Huzuruna girip şöyle dedim :
«— Ben senin dürüst bir kimse olduğunu duydum. Senin muhtaç ve göçmen arkadaşların var. Bendeki şu hurmalar sadakadır. Bu sadakaya en lâyık sizi gördüm». Sonra hurmaları ona yaklaştırdım. Asha-
«— Sîzler yeyin». dedi, ama kendisi elini uzatıp bir lokma bile yemedi. İçimden dedim ki :
«—Jamam, seni götürelim» dediler. Onlara ineklerimle davarlarımı verdim ve beni de yanlarına aldılar. Vadi’l-Kura[2] denilen yere geldiğimizde, sözlerinden dönüp beni yahudilerden birine sattılar. Böylece o yahudinin hizmetine geçmiş oldum.
Bir müddet sonra, Kureyza oğullarından olan amca oğlu onun zî yâretine geldi ve beni satın alıp Yesrîb’e götürdü. Ammuriye’deki zatın söylediği hurma ağaçlarını gördüm. Anlattığı özellikleriyle Medine’yi tanıdım. Onun yanında kaldım.
O günlerde, Peygamber (s.a.v.) Mekke’de kavmini İslâm’a davet ediyordu. Fakat ben köle olarak bir sürü’işte çalıştırıldığımdan onun adını duymamıştım.
Kısa bir süre sonra, Rasûlüllah (s.a.v.) Yesrîb’e hicret etti. Ben hurma ağacının tepesinde, efendimin emrettiği işleri yapıyor, efendim de ağacın altında oturuyorken ansızın yanına amcasının oğlu geldi ve ona dedi ki :
«— Allah Evs’le Hazrec’i kahretsin! Onlar şu anda, peygamber olduğunu iddia eden ve bugün Mekke’den gelen bir adam için Küba’da toplanıyorlar». Bu sözleri duyar duymaz adeta beni sıtma tutmuştu ve öyle sarsıldım ki, efendimin üstüne düşmekten korktum. Hemen hurma ağacından indîm ve o adama şöyle dedim :
«— Bu bir..!» Yanından ayrılıp yine hurma toplamaya başladım. Rasûlüliah (s.a.v.) Küba’dan Medine’ye gelince yanına gidip şöyle
«— Ben senin sadaka yemediğini gördüm. Şu hediyedir. Sana ikram ediyorum». Rasûlüllah (s.a.v.) bu defa yedi ve ashabına da yemelerini emretti ve hep birlikte yediler. Kendi kendime :
«— Bu ikincisi…» dedim. Bakîu’l-Garkad[3]dayken Rasûlüllah’a (s.a.v.) geldim. Oraya ashabından birini gömüyordu. Baktım ki oturuyor. Üzerinde İki kat elbise vardı. Selâm verdim. Ammuriye’deki zatın söylediği peygamberlik “nührünü belki görürüm diye sırtına bakarak etrafında dolaşmaya bağladım. Peygamber kendisinin sırtına baktığımı görünce ne istediğimi anladı. Sırtından elbisesini attı. Ben de sırtına bakıp mührü gördüm ve tanıdım. Hem öperek, hem de ağlayarak üzerine kapandım. Rasûlüllah (s.a.v.) dedi ki :
— Sen nerden biliyorsun?» Başımdan geçenleri anlattım. Hoşuna gitti ve ashabının da duymasını İstedi. Onlara da anlattım. Şaşırdılar ve memnun oldular».
Her yerde Hakk’ı aramaya başladığı günkü Selmân-ı Farisi’ye selâm olsun.
Hakk’ı tanıyıp, ona en sağlam imanla inandığı günkü Seimân-ı Farisî’ye selâm olsun.
Vefat ettiği günkü ve dirileceği günkü Selmân-ı Farisî’ye selâm olsun.[4]
——————————————————————————–
[1] Hz. Muhammed (S.A.V.)
[2] Medine ile Şam arasında bir vadi.
[3] Medîne’de bir yer. Mezarlık yapılmıştır
[4] Selman-ı Farisî hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:
1- EI-İsabe (es-Seade baskısı), 111/113-114
2- El-İstîab (Haydarabad baskısı), H/556-558
3- El-Cerhu ve’t-ta’dîl I. kısım, II. cüz, s, 296-297
4- Usdu’l-ğâbe, H/328-332
5- Tehzîbu’t-tehzîb, IV/İ37-139
6- Takrîbu’t-tehzîb, 1/315
7- EI-Cemu beyne ricali’s-sahihayn, 1/193
8- Tabakatu’s-Şa’ranî, s, 30-31
9- Sıfetu’s-safve, 1/210-225
10- Şezeratu’z-zeheb, I/44
11- Ez-Zehebî, Tarihu’l-İslâm, 11/157-163
12- Sîyeru a’lami’n-nubela, 1/362-405
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/87-92.