Meleklerin defnettiği sahâbî: Amir Bin Füheyre

Kıssalar
Cehalet ve zulmün en dehşetlisinin hüküm sürdüğü, işkence ve vahşetin en kor­kun­cunun işlendiği bir devir. Kimsesiz ve zayıf insanların köleleştirildiği, hay­vanlara dahi reva görülmeyen işlerde çalı...
EMOJİLE

Cehalet ve zulmün en dehşetlisinin hüküm sürdüğü, işkence ve vahşetin en kor­kun­cunun işlendiği bir devir. Kimsesiz ve zayıf insanların köleleştirildiği, hay­vanlara dahi reva görülmeyen işlerde çalıştırıldığı günler. Varlıklı, asil ve zalim kişilerin dünyayı kana buladığı, gökyüzüne ürkütücü bulutların çöreklendiği seneler: Cahiliye Devri… İşte böylesi bir dönemde, Amir Bin Füheyre çok kıymetli bir öneme sahiptir.

İnsanların her türlü felaket içinde bocaladığı anda hak din imdada yetişti. Semayı rah­met bulutu kapladı, dünyaya şefkat güneşi doğdu. İnsanlar birer bi­rer o nurun yaydı­ğı ışığa koştu. Bu nura koşanların ekserisini ezilen, hor görülen, itilip kakılan zayıf ve kö­leler teşkil ediyordu. Bu zavallılar, İslam’ın açılan şefkat kucağına atılıyorlardı. Ken­di­lerinin de insan olduklarını ve bazı hakları­nın bulunduğunu müşahede ediyorlardı.

Davetin ilk günlerinde İslam safına katılan bahtiyarlardan birisi de Hz. Aişe’nin anne bir kardeşi olan Tufeyl bin Abdullah’ın zenci kölesi Âmir bin Füheyre (r.a.) idi. Hz. Âmir, Peygamberimiz, Erkam’ın evinde bulunduğu sırada iman etmişti.

Âmir bin Füheyre’nin Müslüman olduğunu haber alan müşrikler, kendilerine bir kurban daha bulmuşlardı. Peygamberimizin etrafında toplananların çoğal­ması onları çileden çıkarıyordu. O sıralar Hz. Bilâl de (r.a.) iman halkasına gir­mişti. Her gün ayrı bir işkence, değişik bir azap ile karşılaşıyordu. Müşrikler, Âmir bin Füheyre’yi onun yanına katarak birlikte eziyet ettiler.

Bir gün Hz. Bilâl ile Hz. Âmir bin Füheyre’yi birlikte bir ipe bağlayarak hay­laz çocukların eline verdiler. Mekke sokaklarında sürüklenirdiler. Aİnançların­dan döndürmek için her türlü zorluğu tattırdılar. Fakat gözü dönmüş nasipsizle­rin işkencesi bu Peygamber âşıklarına hiç tesir etmiyor, eziyetin şiddeti arttık­ça, iman çağlayanlarının sebat ve metanetleri kuvvetleniyordu.

Sonunda Hz. Ebû Bekir (r.a.) bu iki mazlumun imdadına yetişti. Sahiplerine bedellerini ödeyerek azat etti. Onlar âdeta sabırlarının ilk mükâfatını dünyada almışlar, dünya ve ahiret hürriyetine kavuşmuşlardı.

Ebû Kuhâfe, oğlu Hz. Ebû Bekir’in, Müslüman olan köleleri, kurtuluş akçele­rini vererek azat etmesine bir mana veremiyordu. Bir gün oğlunu çağırarak, “Oğulcağızım, bakıyorum da, hep zayıf, köle ve cariyeleri satın alarak azat ediyorsun. Böyle yapacağı­na, güçlü, kuvvetli olanlarını satın alıp kurtarsan da, onlar senin koruyucun ve destekçin olsa, daha iyi olmaz mı?!” diye konuştu.

Hz. Ebû Bekir, babasına yüce maksadını şöyle anlattı:

“Babacığım, ben böyle yapmakla onlardan faydalanmayı değil, sadece Allah’ın rıza­sını düşünüyorum.

Hz. Âmir, Bedir ve Uhud Savaşlarına katıldı. Üstün kahramanlıklar göster­di.

Âmir bin Füheyre, Suffe Ashâbı’ndandı. Sahabilerin kurralarından, yani güzel Kur’ân okuyanlarından birisiydi. Peygamberimizin kâtipleri arasında da yer alı­yordu.

Uhud Savaşı’ndan dört ay sonra Necid bölgesinde oturan Âmiroğulları kabi­lesinin reisi Ebû Berâ, Peygamberimize gelerek, kavmine İslamiyet’i anlatma­ları için birkaç sahabi göndermesini istedi. Peygamberimiz göndereceği sahabileri himaye etmesi için Ebû Berâ’dan söz alarak Suffe Ashâbı’ndan 40, bir ri­vayette 70 kişiyi irşat heyeti olarak gönderdi. Bu heyetin içinde Âmir bin Füheyre de vardı.

Heyet, Bi’r-i Maûne (Maûne Kuyusu) bölgesine vardığında konakladı. Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir bin Tufeyl, amcasını dinlemedi, etraf kabilelerden adam toplayarak, istirahat hâlinde bulunan sahabilere saldırdı. 39 sahabiyi şehit ettiler.

Müşriklerden Cebbar bin Sülmâ, mızrağını Âmir bin Füheyre’ye saplayınca, “Valla­hi kazandım, gitti!” sözünü işitti. Hz. Âmir şehit düşünce, göğe yükseldi. Bu sözü işiten ve semaya yükselişini gören Cebbar gelerek durumu Hz. Dahhak’a (r.a.) sorunca, Dahhak da Hz. Âmir’in cenneti kazandığını bildirdi. Bu manzara karşısında Cebbar iman etti. Böylece bir kişinin şehadeti, bir diğerinin imanına vesile oldu.

Katliamın müsebbibi Âmir bin Tufeyl, sağ kalan Hz. Amr bin Ümeyye’yi (r.a.) getirterek, şehit olanların kimliklerini öğrenmek istedi. Hz. Amr, hepsini teker teker söyledi, fakat Âmir bin Füheyre’yi göremediğini bildirince, Âmir bin Tufeyl, Cebbar’ı göstererek, “Ben sana onun durumunu haber vereyim mi? Şu adam ona mızrağını sapladı. Çekip çıkardıktan sonra adam göklere yükseldi, yükseldi, kayboldu. Vallahi onu bir daha görmedim!” dedi.

Peygamber.org’da yer alan bilgilere göre; Hz. Âmir bin Füheyre’nin durumu Peygamberimize ulaşınca, “Melekler onun cesedini göğe yükselttiler ve defnettiler.” buyurdu. Hz. Âmir bu sırada 40 yaşında idi.