Maun suresinin okunuşu
Era’eytellezî yukezzibu biddîn. Fezâlikellezî, yedu’ulyetîm. Ve lâ yehuddu alâ ta’âmilmiskîn. Feveylun lilmusallîn. Ellezîne hum an salâtihim sâhûn. Ellezîne hum yurâûne. Ve yemne’ûnelmâ’ûn.
Maun suresinin anlamı:
(Ey Muhammed!) Dini yalan sayanı gördün mü? Öksüzü kakıştıran, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur. Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan gâfildirler. Onlar gösteriş yaparlar. Onlar basit şeyleri (ödünç) dahi vermezler.
Maun suresi neden indirilmiştir?
Sûrenin tamamının veya son dört âyetinin Medine döneminde nâzil olduğu şeklinde rivayetler varsa da (Âlûsî, XXX, 241) müfessirlerin çoğunluğu Mekke devrinin ilk yıllarında indiğini kabul etmektedir. Adını son âyetindeki “mâûn” kelimesinden alır. Bu kelime “zekât; komşular arasında sıkça ödünç alınıp verilen çeşitli ev eşyası” anlamlarına gelmektedir (aş. bk.). “Eraeyte, Dîn, Tekzîb, Yetîm” sûresi olarak da adlandırılır. Yedi âyet olup fâsılasıم، ن harfleridir.
Kısa bir sûre olmasına rağmen Mâûn sûresinde inkârcıların, din konusunda samimiyetsiz ve iki yüzlü insanların ahlâkî ve içtimaî kötülüklerini tanıtmak suretiyle önemli mesajlar verilmiştir. Sûre, içeriğinin önemine muhatapların dikkatini çekmek maksadıyla, “Dini yalanlayanı gördün mü?” şeklindeki soru ifadesiyle başlamaktadır. Müfessirler buradaki “din” kelimesinin “Kur’an, uhrevî yargı, Allah’ın hükmü, İslâm” gibi anlamlara geldiği görüşündedir (İbnü’l-Cevzî, IX, 244; Fahreddin er-Râzî, XXXII, 112). Bu âyetin, Mekke müşriklerinden olan ve kıyameti inkâr eden Âs b. Vâil hakkında nâzil olduğu rivayet edilmektedir. Daha sonra, dini asılsız saymanın insanın ahlâkında meydana getirdiği olumsuz etkilere yetimlere karşı şefkatsiz davranıp onları hor görme örneğiyle vurgu yapılır. Kur’ân-ı Kerîm’in başka âyetlerinde de yetimlerin mallarının ve haklarının korunup gözetilmesine dikkat çekilmektedir (meselâ bk. en-Nisâ 4/6, 10; el-İsrâ 17/34; el-Fecr 89/17; ed-Duhâ 93/6, 9). Ardından gelen âyette kınayıcı bir üslûpla yoksulların yiyeceklerini kendileri sağlamadıkları gibi başkalarını da buna özendirmekten uzak duranlara işaret edilir. Âyette “yoksulları doyurmak” yerine “yoksulun yiyeceği” denilmek suretiyle varlıklı olanların malında yoksulların haklarının bulunduğu belirtilmektedir. Nitekim bu husus, “Onların mallarında isteyenin ve yoksulun hakkı vardır” meâlindeki âyette de ifade edilmektedir (ez-Zâriyât 51/19).
Sûrenin son dört âyetinde ibadetlerine riya karıştıranlar, iyiliğe engel olanlar veya yoksullardan ihtiyaç duydukları şeyleri esirgeyenler kınanmıştır. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre 5. âyette, yalnız kaldıklarında namazı terkedip başkalarıyla birlikte iken namaz kılan münafıklar kastedilmiştir (Taberî, XXX, 201; Kurtubî, XX, 212). Bu âyette namazı ciddiye almayan, eğlence kabilinden namaz kılan kimselere dikkat çekildiği şeklinde de yorumlar mevcuttur (Taberî, XXX, 201-202). Bazı müellifler, Mekke döneminde münafıkların bulunmadığını ve müşrik Araplar’ın da kendilerine özgü bir tür namaz kıldıklarını ifade ederek sûrenin ilk bölümünde olduğu gibi bu âyetlerde de Mekke müşriklerinin kastedildiğini söylemişlerdir (Ateş, XI, 116 vd.; Birkeland, IX [1958], s. 19, 26-27, 29).
Son âyette dini asılsız sayanların “mâûn”a da engel oldukları belirtilmiştir. Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Dahhâk ve İkrime buradaki mâûnu zekât olarak açıklamışlardır. İbn Abbas’tan gelen diğer bir rivayete göre ise kelime, insanların günlük hayatlarında birbirlerinden ödünç alıp verdikleri maddeleri ifade etmektedir (Taberî, XXX, 203 vd.). Mâûn kelimesinin sözlük anlamından hareketle bu âyette, âhireti inkâr eden kimselerin başkalarına küçük fedakârlıklarda dahi bulunmayacak kadar bencil bir karakterde oldukları vurgulanmaktadır. Sûrenin en önemli mesajı, Allah’a gönülden ibadet etmekle toplumsal hayatta yardımlaşma, şefkat ve merhametin dindarlık bakımından birbirinden ayrılamayacağı hususudur.