İlyas Peygamber

Kıssalar
  Kur’an-ı Kerim’de iki ayette İlyas ismi yer almaktadır. Enam Suresinde İlyas isminin geçtiği ayet de diğer bazı peygamberleri de sıralamaktadır. “Ve zekeriyyâ ve yahy&ac...
EMOJİLE

 
Kur’an-ı Kerim’de iki ayette İlyas ismi yer almaktadır. Enam Suresinde İlyas isminin geçtiği ayet de diğer bazı peygamberleri de sıralamaktadır.

“Ve zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâs kullun mines sâlihîn”     “Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.” (6/Enam/85)

Saffat suresinde geçen ayetde ise İlyas’ın@ peygamberlerden olduğunun vurgusu vardır. “Ve inne ilyâse le minel murselîn” “Ve şüphe yok ki İlyas, elbette peygamberlerdendi.” (37/Saffat/123)

Yine Saffat suresinde “ilyâsîn” olarak geçmektedir. “Selâmun alâ ilyâsîn”   “İlyas’a selâm olsun.” (37/Saffat/130)

"İlyasin" ismi hakkında muhtelif görüşler bulunmaktadır:  “"Selâmun ala ilyâsîn: İlyas’a selâm olsun!" ayetindeki "İlyâsîn" keli­mesi ya aynı ismin "Mîkâl" ve "Mîkâîl" şekillerinde okunması gibi "İlyâs" isminin farklı bir lehçeyle söylenmiş şeklidir….Bu kelime, baş harfi uzatılarak "Âl Yâsîn" şeklinde de okunmuştur. Bu durumda bu ifadeyle Hz. İlyas’ın ailesi kastedilmiş olur.”[1]

"Selamun ala il-Yasin" ifadesinden bazı müfessirler, bunun Hz. İlyas’ın diğer bir adı olduğu anlamını çıkarmışlardır. Tıpkı Hz. İbrahim’in ikinci adının "Abraham" olduğu gibi. Diğer bazı müfessirler ise, Arapların İbrani isimlerini farklı biçimlerde telaffuz etmelerinden yola çıkarak (Örneğin bir meleğin ismi olan Mekal, Mikail veya Mikain gibi) aynı hususun Hz. İlyas için de geçerli olabileceğini öne sürmüşlerdir. Nitekim Kur’an’da bir dağın adı, bir yerde "Tûrî Sîna", bir başka yerde ise "Tûrîsinîn" şeklinde geçmektedir.”[2]

Razî ise şöyle yorumlamaktadır: “Nâfî, İbn Âmir ve Ya’kûb (a.s) "Âl" lafzını, "Yâsîn" lafzına muzaf kılarak, "Âl-ü Yâsîn" "Yâsm ailesi" şeklinde okurlarken; diğer kıraat imamları elifin kesresi ile ve lâm’ı " Yâsîn"den ayırarak, "ll-yâsln" şeklinde okumuşlardır. Birinci kıraatla ilgili olarak şu izahlar yapılabilir:
a) En doğru izaha göre, biz bu peygamberin İlyas b. Yâsîn olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla İlyas, Yâsîn’in âli, yani ehli-soyu-çocuğu olmuş olur.
b) Yâsîn’in âli (ailesi), Hz. Muhammed’in âli’dir.
c) YAsm, Kur’ân’ın adıdır. Buna göre sanki, "Allah’ın selamı, Yâsîn adındaki bu kitaba iman edenlere olsun" denilmek istenmiştir. Esas birincisidir. Çünkü bu, sözün siyakına daha uygundur. İkinci kıraat hususunda da şu izahlar yapılır:
a) Zeccâc şöyle der: "Mikâl"; "Mîkâîl", "Mîkâlînu" denildiği gibi, İlyas da, İlyâsin de denilebilir."
b) Ferrâ ise, "Bu cemî (çoğul) bir kelime olup, bununla İlyas (a.s) ve ona tâbi olan mü’minleri kastetmiştir. Bu, Arapların bir aileyi tümden ifade için, "Sa’dlar, Muhallebler, (Ahmedler, Hasanlar)" demeleri gibidir. Nitekim şair de,
"Ben, Sâd’ın oğluyum, Sâ’dlerin en kerîminin!" demiştir.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphe yok ki biz muhsinleri böyle mükâfaatlandınnz. Hakikat o, mü’min kullanmızdandı" buyurmuştur. Bunun tefsiri daha önce geçti. Allah en iyi bilendir.”[3]
Seyyid kutup ise şöyle bir yorum yapmıştır: “İlyas’a dair bu kısa kesit, bu surede tekrarlanması hedeflenen sonuç cümlesi ile bitiyor; yüce Allah, bununla İlyas’dàn önce peygamberlerine "selâm" ile ikram ettiğini, iyi hareket edenleri ödüllendirdiğini ve inananların imanının değerini vurgulamaktadır. İlyas’ın hikâyesi, böyle bir kısa kesitte ilk kez yer almaktadır. Burada bir an durup ayette "İlyas’a selâm" ifadesindeki teknik yönü tanıyalım. Burada ayetlerin fasılası (ayet sonlarındaki kafiye benzeri ses uyumu) ve bu fasılanın, "İlyas" adı geçtikten sonra, Kur’an’ın metoduna uygun olarak "İlyas’ın’ şeklinde getirilerek, müzikal etkisi hedeflenmiştir. Çünkü Kur’an’a göre ifadenin etkisi birbirine ahenkli olmalıdır. “[4]
 
 
İlyas@ kimdir?
 
Müfessirlerin İlyas peygamberin kimliği hakkında değişik yorumları bulunmaktadır. İlyas’ın İdris peygamber olduğu iddia edilmiştir. “İbn Mes’ûd (r.a)’un, bunu şeklinde okuyup, "ilyas, İdris’dir" dediği rivayet olunmuştur”[5] İstisna olan bu görüşe karşılık “Müfessirlerin ekserisi, bunun İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden bir peygamber olduğu ve Musa (a.s)’min kardeşi Harun (a.s)’un soyundan gelen İlyas b. Yasin olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.”[6]

Kur’an-ı Kerim’de Saffat suresindeki ayetlerde       İlyas peygamberin resullüğü ve risaleti hakkında şu ayetler yer almaktadır: “İlyas da şüphe yok ki, peygamberlerdendi. (İlyas) milletine: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız? demişti. "Sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı?" Bunun üzerine İlyas’ı yalanladılar. Onun için onların hepsi (cehenneme) götürüleceklerdir. Ancak Allah’ın ihlâslı kulları müstesna. Sonra gelenler içinde, kendisine bir ün bıraktık, "İlyas’a selâm!" dedik. Şüphesiz biz, iyileri işte böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı.” [7]
 
İlyas’ın resullüğü ve yeri
 
Mevdudi, Tefhimü’l Kuran adlı tefsirinde İlyas peygamber hakkında şunları kaydeder: “Günümüz araştırmaları M.Ö.875 ve 850’de yaşadığını kabul ediyorlar. Cil’ad, kadim dönemlerde Ürdün’ün kuzey bölgesi ve Yermuk nehrinin güneyinde bulunmaktaydı. Kitab-ı Mukaddes’te Hz. İlyas’ın ismi "İlya Tişbi" olarak zikredilmektedir. Onun kısa tarihçesi şöyledir: Hz. Süleyman’ın (a.s) ölümüden sonra, saltanatı, oğlu Rehobam’ın beceriksizliği ve liyakatsizliği dolayısıyla ikiye parçalanmıştır. Kudüs ve Güney Filistin, Hz. Davud’un torunlarına kalırken, Kuzey Filistin, merkezi Şamriya olmak üzere "İsrail" adıyla müstakil bir devlet haline gelmiştir. Her iki devletin durumu da oldukça kötü bir mahiyet arzediyordu. Öyle ki, İsrail devleti tâ başlangıcında bile şirk, putperestlik, zulüm, fısk ve fücur içindeydi. Hatta İsrail hükümdarı, Ahyap, Sayda (Lübnan) hükümdarının kızı Ezbil ile evlendikten sonra, bu fesat daha da çoğaldı. Bu müşrike kraliçenin etkisiyle kendisi de şirke düşen Ahyab, İsrail’de Baal Tanrısı adına mabedler, adak yerleri v.s. inşa ettirdi. Böylelikle Allah’ın yerine Baal Tanrısı’na tapılmaya başlanmış ve Baal Tanrısı için adak adama, kurban kesme adet haline gelmiştir. İşte böyle bir dönemde Hz. İlyas (a.s) ortaya çıktı ve Cil’ad’dan gelerek, "Şayet sen bu şirk üzerinde ısrar edersen Yüce Allah sana su vermeyecek, hatta toprağına kırağı bile düşmeyecek" diyerek hükümdar Ahyab’ı uyardı. Sonuçta Hz. Peygamber’in (s.a.) bu uyarısı gerçekleşmiş ve tam üç yıl hiç yağmur yağmamıştır. Bunun üzerine Ahyab, Hz. İlyas’ı bulmak için arattırmaya başlamış ve onu bulduğunda kendisinden yağmur yağması için dua etmesini istemiştir. Hz. İlyas dua etmeden önce şart koşarak İsrailoğullarının hepsini toplamış ve Allah ile Baal Tanrısı arasındaki farkı göstermeye çalışmıştır. O "Baal Tanrısı’na tapanlar tanrıları için kurban kessinler, ben de Allah için kurban keseceğim. Ateş kimin kurbanına gelirse, bilinsin ki o hak üzeredir" dedi ve hükümdar Ahyab da bu şartı kabul etti. Bunun üzerine Karmal dağında İsrailoğullarıyla Baal’a tapan 850 kişi toplandı. Sonuçta ateş Hz. İlyas’ın kestiği kurbana değince, Hz. İlyas (a.s) herkesin önünde Baal’ın sahte bir tanrı olduğunu ve gerçek ilahın ise sadece Allah olduğunu ve kendisini peygamber olarak görevlendirdiğini ispatlamış oldu. Dolayısıyla Baal tanrısına tapanlar yenilmiş oldular ve Hz. İlyas da (a.s) onları öldürttü. Sonra yağmur yağması için dua etti ve tüm ülke yağmurla sulandı. Fakat böyle bir mûcize bile Ahyab’ı bir müşrik olan karısının yıkıcı etkisinden kurtaramadı. Kraliçe, Hz. İlyas’a düşman olmuş ve tıpkı Baal’a tapanların öldürülmesi gibi peygamberi öldürmeye yemin etmişti. Bu şartlar altında Hz.İlyas ülkeyi terketmek zorunda kaldı ve yıllarca Sina Dağı’nın eteklerindeki bir mağarada gizlendi. Bu olayla ilgili olarak Allah’a figânı Kitab-ı Mukaddes’te şöyle yer alır: "İsrailoğulları ahdini bozdu; sunaklarını alaşağı etti ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi; yalnızca ben kaldım; ve şimdi de beni öldürmek istiyorlar." (1 Krallar, 19:10) Aynı dönemlerde Kudüs’deki Yahudi hükümdarı Jeroham, İsrail’in hükümdarı olan Ahyab’ın kızıyla evlendi. Bu müşrik prensesin tesiriyle fısk ve fücur İsrail’de de yayılmaya başlayınca, Hz. İlyas (a.s) Yahudi devletine karşı da görevini yerine getirmek için, hükümdar Jeroham’a bir mektup yazdı. Bu mektup Kitab-ı Mukaddes’te şu şekilde kaydedilmiştir: "Ve ona peygamber İlyas’dan şu yazı geldi: "Atan Davud’un Allah’ı Rab şöyle diyor: Madem ki, baban Yehoşafat’ın yollarında ve Yahuda kralı Asa’nın yollarında yürümedin, fakat İsrail krallarının yollarında yürüdün ve Yahuda’da ve Yerüşalim’de oturanlara, Ahab evinin yaptığı gibi zina ettirdin ve baban evinde senden daha iyi olan kardeşlerini öldürdün; işte Rab, senin kavmini ve oğullarını ve karılarını ve bütün malını büyük vuruşla vuracak ve hastalık yüzünden günden güne bağırsakların çıkıncaya kadar bağırsak hastalığı ile ağır hastalanacaksan." (II. Tarihler: 21:12-15). Bu mektupta Hz. İlyas’ın söylediği her söz harfiyyen doğru çıktı ve düşmanları hükümdar Jeroham’ın saltanatını yerle bir ettiler, karılarını alıp götürdüler ve kendisi de bir iç hastalığa yakalandı. Birkaç sene sonra Hz. İlyas (a.s) yeniden İsrail’e döndü ve hükümdar Ahyab ile oğlu Ahya’yı doğru yola getirebilmek için uğraştı. Ancak tüm uğraşlarına rağmen Samriye hanedanına yayılan fısk ve fücuru gidermek mümkün olmadı. Bunun üzerine Hz. İlyas "Allah’ım bu hanedanı yok et" diye dua etti ve daha sonra da Allah onu katına aldı. Bu olayın ayrıntıları için Kitab-ı Mukaddes’in aşağıda yazılan kısımlarına bakınız. (1. Krallar bölüm: 17,18,19,21;II. Krallar bölüm: 1,2,II. Tarih bölümü:21) "Baal" sahip, efendi, reis, koca anlamlarında kullanılır. (Örneğin Bakara: 128,Hûd: 72, Nur:31) Sami toplumları kadim dönemlerde de bu kelimeyi "ilâh" anlamında kullanmışlar ve bir tanrıya özel isim olarak vermişlerdir. Bilhassa "Baal" Lübnan’daki Fenikelilerin en büyük erkek tanrısı olarak şöhret bulmuştur. Karısı "İştir" ise büyük tanrıça idi. Araştırmacılar arasında "Baal" ile Güneşin mi, Mars gezegeninin mi, "İştir" ile de Ay’ın mı, Zühre yıldızının mı, kastedildiği ihtilaf konusudur. Ancak her halukârda Babil’den Mısır’a kadar tüm Ortadoğu’da özellikle Lübnan, Şam ve Filistin’de Baal’e tapmanın yaygın olduğu tarihten sabittir. İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan sonra Filistin’e ve Doğu Ürdün’e geldikleri dönemde, Tevrat’ın şiddetle şirki reddeden bölümlerine ve "müşriklerle evlenmeyiniz" şeklindeki apaçık hükmüne rağmen, onlar müşriklerle evlenmiş, onlarla sosyal ilişkiler kurmuş ve dolayısıyla şirk hastalığı kendilerine de bulaşmıştır. Kitab-ı Mukaddes’in açıklamasına göre, İsrailoğulları’ndaki bu ahlâkî ve dini çöküş, Hz. Musa’nın halifesi, Hz. Yeşu b. Nun’un vefatını müteakip başlamıştır: "İsrailoğulları Allah’ın huzurunda kötülük yaptılar ve Baal’e tapmaya başladılar…. ve onlar Allah’ı bırakarak Baal ve İştir’e tapmaya başladılar" (Hakimler 2:11-13) "Böylece İsrailoğulları, Kenanlılar, Hititler, Asurlular, Ferisîler v.s ile evlenmeye ve onların tanrılarına tapmaya başlamışlardır. (Hakimler 2:5-6) “[8]
“İlyas kavmini "Tevhid"e çağırmıştı. Onların kendilerinin ve daha önce geçmiş babalarının Rabbi olan "En güzel yaratıcı"yı bırakıp da, "Beal"e tapmalarını çirkin karşılamıştı. Nitekim İlyas’dan önce, İbrahim de kendi babasının ve kavminin putlara tapmalarını çirkin görmüşlerdi. Fakat sonuç; onların İlyas’ı yalanlamaları şeklinde idi. Yüce Allah yemin etmekte ve onların zorla getirileceklerini ve yalanlayanlara verilecek karşılığı göreceklerini kesinlikle ifade etmektedir. Bu kötü akıbetten ancak iman edenlerin ve yüce Allah’ın kulları arasından seçmiş olduğu kimselerin kurtulacağını belirtmektedir.”[9]
 
İlyas peygamberin sonu
 
“Rivayete göre Hz. ilyas israilogullarina Hizkil (a.s)’dan sonra gönderilmistir. insanlari Allah’a imana çagiran Hz. ilyas, kavminin Ba’l putuna tapmamasini emretmistir. O bölgenin krali önce iman etmesine ragmen daha sonra irtidat ederek Hz. ilyas (a.s)’i öldürmeye kalkmistir. Hz. ilyas yedi sene kadar daglarda bayirlarda dolasmis, insanlari Tevrat’in emirlerine davet etmis, iman etmemeleri üzerine, o beldeye üç yil hiç yagmur düsmemistir. Daha sonra Hz. ilyas’in duasiyla yagmur yagmasina ragmen yine ilyas (a.s)’a iman etmemislerdir. Kendisinden sonraki Benûisrail Peygamberlerinden Kur’an’da ismi zikredilen Elyas’a (a.s)’i Hz. ilyas yetistirmistir. Rivayete göre kavminin imansizligina kizan ilyas (a.s), Allahu Teâlâ’dan kendisini gökyüzüne kaldirmasi için dua etmis, bunun üzerine belirlenen bir yerde yaninda Elyas’a (a.s) da varken gökten gelen ates gibi bir ata binip havalanmis, nübüvvet simgesi olarak da asagida kalan Elyas’a hirkasini atmis ve semâya refedilmistir.
Ancak surasi unutulmamalidir ki bu rivayetler israilogullarinin Tevrat kökenli rivayetleridir. isin dogrusunu en iyi Allah bilir (ibn Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, VII, 31). Hz. ilyas (a.s)’in, Hizir (a.s) ile yilda bir kez bulustuguna inanilir, halk arasinda bu bulusma Hizir ilyas (Hidrellez*) seklinde simgelenmistir.”[10]