Hz. Ebu Bekir’in (ra) oğludur. Peygamber Efendimizin (asm) kayınbiraderi ve Hz. Aişe’nin (ra) ana baba bir kardeşidir. Hz. Ebu Bekir’in tüm ailesi İslamiyet’i seçtikleri halde Abdurrahman onlara uzun süre dahil olmamıştır. İlk yılları Mekke müşrikleri arasında geçmiştir. Bedir ve Uhud Savaşlarına müşriklerin safında katılmıştır. Her iki savaşta da, kendisi ile çarpışacak birini isterken, Hz. Ebu Bekir hemen atılmış, ancak Peygamber Efendimiz (asm) her iki seferde de buna izin vermemiştir.
Cesareti ve ok atmadaki mahareti ile şöhret bulmuştur. Mekke’nin fethinden önce Müslüman olmuştur. İslamiyet’e dahil olduktan sonraki savaşlarda Peygamber Efendimizin yanında bulunmuştur. Abdurrahman’ın gerçek adının Abdüluzza veya Abdülkabe şeklinde olduğu ve daha sonra Peygamber Efendimiz tarafından değiştirildiği bildirilmiştir. Risale-i Nurd’a naklettiği bir hadis vesilesiyle ismi zikredilmiştir.
Abdurrahman’ın doğum tarihi ve çocukluk hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi yoktur. Dolayısıyla doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hz. Aişe’nın (ra) ana baba bir kardeşidir. Hz. Ebu Bekir’in (ra) bütün ailesi Müslüman olduğu halde kendisi Mekkenin Fethine kadar İslamiyet’i kabul etmemiştiri. Hayatının ilk yılları müşrikler arasında geçmiştir.
Abdurrahman, Bedir Savaşı sırasında müşriklerin arasında bulunup savaşa katıldı. Kureyş müşrikleri arasında cesareti ve ok atmada keskin nişancılığı ile tanındı. O da savaşmak için Bedir’e geldi. Savaş meydanına çıkarak kendisiyle çarpışacak birini istedi. Bu hareket üzerine Hz. Ebu Bekir ayağa kalkıp oğluyla savaşmak istedi. Ancak Peygamber Efendimiz (asm) kendisine izin vermedi. “Ey Ebu Bekir! Sen bize lazımsın. Bilmez misin ki, sen, benim işiten kulağım ve gören gözüm yerindesin!” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Y., 9. C., İstanbul ?, s. 145) buyurdu ve oğluyla savaşmasına izin vermedi.
Uhud Savaşı’na da müşrikler arasında katılan Abdurrahman, tepeden tırnağa bir zırha büründü. Gözlerinden başka bir tarafı görünmüyordu. Savaş meydanında yine ortaya çıkarak kendisiyle çarpışacak birini istedi. Bedir Savaşı’nda olduğu gibi, Hz. Ebu Bekir (ra) yine atılıp savaşmak ve oğlunun haddini bildirmek istedi. Ancak, Peygamber Efendimiz (asm) yine izin vermedi. “Sok kılıcını kınına, dön yerine! Biz, senin vücudundan faydalanmaktayız. Sok kılıcını kınına da, kendini tehlikeye atıp bizi acı içinde bırakma!” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, 10. C., s. 116-117) buyurmak suretiyle izin vermedi.
Daha sonra İslamiyet’i kabul edip Müslüman olan Abdurrahman, babası ile yaptığı bir sohbet sırasında; “Eğer Uhud günü seni görseydim, seninle çarpışmaktan yüz çevirirdim!”(a.g.e., s. 117) diyerek duygularını dile getirdi. Hz. Ebubekir (ra) ise, kendisinin yüz çevirmeyeceği ve çarpışmaktan da geri durmayacağı şeklinde mukabelede bulundu.
Abdurrahman, Mekke’nin fethinden önce Müslüman oldu. İslamiyet’ten önce adının Abdüluzza veya Abdülkabe şeklinde olduğu rivayet edilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) adını Abdurrahman olarak değiştirdi ve bu isimle anılmaya başlandı. Bundan sonra Peygamber Efendimizin yanında bulunmaya büyük gayret gösterdi. Müslüman olduktan sonra Hayber Gazvesi’ne katıldı. Veda Haccı’nda da bulundu. Peygamber Efendimiz kendisini, kardeşi Hz. Aişe’ye (ra) umre yaptırmakla görevlendirdi. Hastalığı sırasında Peygamber Efendimizin yanından ayrılmayarak hizmetinde bulundu.
Babası Hz. Ebu Bekir’in (ra) halifeliği sırasında meydana gelen savaşlara katıldı. Halid bin Velid’in (ra) kumandası altında gerçekleştirilen ve irtidad olayları üzerine harekete geçen orduda yer aldı. Yemame Savaşı’nda büyük kahramanlık gösterdi. Ok atmadaki mahareti ve cesaretini burada da göstererek büyük fayda sağladı.
Babasının Vefatından Sonra
Abdurrahman, Hz. Ömer’in (ra) halifeliği zamanında da fetih ve savaşlara katıldı. Suriye’nin fethinde bulundu. Hz. Ali (ra) ve Hz. Aişe (ra) taraftarları arasında meydana gelen Cemel Savaşı’nda Hz. Aişe’nin yanında yer aldı. Hz. Ali taraftarı ve aynı zamanda kardeşi olan Mısır valisi Muhammed’in Muaviye bin Hudeyc tarafından öldürülmesine müdahale etmedi.
Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesini uygun görmedi. Hz. Hüseyin (ra) ve taraftarları ile birlikte bu gelişmeye karşı çıktı. Yezid halife olduktan sonra da kendisine biat etmeyerek istikamet ve tutumunu değiştirmedi. İkna edilmesi ve biat etmesini sağlamak için gösterilen gayretler bir netice vermedi. Bu maksatla kendisine yüz bin dirhem para gönderildi. Ancak parayı kabul etmediği gibi biat da etmedi. Bu teklif karşısında; “Biz dünya için dinimizi satmayız” (Sahabeler Ansiklopedisi, Yeni Asya G. Neşriyatı, 1. C. İstanbul 1993, s. 218) şeklinde mukabelede bulundu. Daha sonra Medine’den ayrıldı ve Mekke’ye gitti. Ömrünün son yıllarını burada geçirdi.
Abdurrahman (ra), Mekke yakınlarında bulunan Hubşi’de vefat etti. Vefatından sonra Mekke’ye getirilerek burada defnedildi. İslamiyet’e sonradan dahil olduğu için çok az hadis rivayet etti. Rivayet ettiği bazı hadisleri Buhari ve Müslim’in hadis kitaplarında yer almakta, bunun dışında birkaç tanesi de diğer hadis kitaplarında bulunmaktadır. Rivayet ettiği hadis sayısının toplam sekiz olduğu nakledilmektedir.
Risale-i Nur’da, Abdurrahman’ın (ra) ağzından nakledilen, Buhari ve Müslim gibi büyük hadis kitaplarında da yer alan bir hadis-i şerif aktarılmakta ve bu vesile ile ismi zikredilmektedir: “Abdurrahman ibn-i Ebî Bekr-i Sıddık der: Biz yüz otuz Sahabe, bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Dört avuç miktarı olan bir sâ’ (yaklaşık 3 kg.) ekmek için hamur yapıldı. Bir keçi dahi kesildi, pişirildi; yalnız ciğer ve böbrekleri kebap yapıldı. Kasem ederim, o kebaptan, yüz otuz Sahabeden her birisine bir parça kesti, verdi. Sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm pişmiş eti iki kâseye koydu. Biz umumumuz tok oluncaya kadar yedik; fazla kaldı. Ben fazlasını deveye yükledim.”