ikrime İbn-i Ebi Cehil’in hayatı

Kıssalar
ikrime İbn-i Ebi Cehil’in hayatı; «Hicret eden yolcu hoş geldin».[2] Ömrünün üçüncü onunun sonlarında, rahmet nesibînin doğru yola ve hakka davet ettiği günlerdeydi. O, Kureyş’in en soylu,...
EMOJİLE

ikrime İbn-i Ebi Cehil’in hayatı;

«Hicret eden yolcu hoş geldin».[2]

Ömrünün üçüncü onunun sonlarında, rahmet nesibînin doğru yola ve hakka davet ettiği günlerdeydi.

O, Kureyş’in en soylu, en zengin ve en şerefli kimselerindendi.

Eğer babası olmasaydı, akranları Sa’d İbn Ebî Vakkas, Mus’ab İbn Umeyr ve Mekke’li diğer komşu çocuklarının İslâm’a girdikleri gibi, p da İslâm’a girebilirdi,

Bu baba kim olabilirdi acaba?

O, Mekke’nin en büyük zalimi, şirkin ilk lideri ve belâlı kişisiydi, Allah, müminlerin imanını o adamla sınamış ve onlar bunda sebat gös­termişlerdi. Yine Allah, inananların samimiyetini onunla denemiş, onlar da samimiyetlerini isbat etmişlerdi.

İşte o Ebu Cehl’dir, o kadar… Ve onun babasıdır.

O da, İkrime İbn-i Ebî Cehl el-Mahzumi’dir ki Kureyş’in sayılı kahramanlarından birisi ve en iyi dövüşen süvarilerindendir.

İkrime babasının liderlik otoritesiyle kendini Hz. Muhammed’e düşman olarak bulmuştu. O, Peygamber’e en şiddetli düşmanlığı ve onun ashabına en ağır eziyeti yapmış, İslâm’a ve Müslümanlara babasını memnun edecek felâket ve belâları yağdırmıştı.

Babası Bedir’deki şirk savaşına komutanlık etmiş, Muhammed’i yenmedikçe Mekke’ye dönmemeye Lât ve Uzza adına yemin etmişti. Bedir’de konaklamışlar, develer boğazlanmış, şaraplar içilmiş, cariyelere çalgılar çaldırılmış ve orada üç gün kalmışlardı…

Ebû Cehl’in komutanı olduğu bu savaşta, oğlu İkrime, güvenip dayandığı pazusu ve onunla hücum ettiği kolu idi.

Fakat Lât ile Uzza, Ebû Cehl’in çağrısını işitmediklerinden ona cevap verememişler ve yaptığı savaşta ona yardım edememişlerdi, çünkü onlar acizdiler. Bedir’de, Ebû Cehîl yere yuvarlanıp düştüğünde, oğlu İkrime bunu gözleriyle görmüştü. Müslümanların mızrakları onun kanını içerlerken, dudakları patlamış halde attığı son feryadı da kulaklarıyla duymuştu.

İkrime, Kureyş’in efendisinin cesedini Bedir’de bıraktıktan sonra Mekke’ye dönmüştü.

Aldıkları yenilgi sebebiyle Ebû Cehl’in cesedini Mekke’ye defnetmek için götürmekten aciz kalınca onu Müslümanlara bırakıp gitmişti. Yetmişe varan müşrik ölüsüyle birlikte o da kuyuya atılıp üzeri kum­larla örtülmüştü.

O günden itibaren İkrime’nin İslâm’a karşı tutumu değişti.

Başlangıçta, babasının şerefi için İslâm’a düşmandı. Şimdi ise, ondan öç almak istiyordu.

İşte bu sebeple, İkrime ile babaları Bedîr’de öldürülenler, ölülerinin intikamını almak isteyen Kureyşlilerin kalplerinde intikam alevlerini tutuşturuyorlardı. Nihayet Uhud savaşı oldu.

İkrime Uhud’a çıktı ve karısı Ümmü Hakîm’i de Bedir’deki ölüleri­nin îtîkamını almak isteyen kadınlarla birlikte safların gerisinde dur­mak, bu arada KureyşIileri teşvik etmek ve içlerinden kaçmayı düşünen süvarilerin kalmalarını sağlamak için def çalmak üzere Uhud’a getirmişti.

Kureyş, süvarilerin sağ cenahına Halid İbnu’l-Velîd’i, sol cenahına da İkrime’yi vermişti. O gün, bu iki müşrik süvari Muhammed ve ashabının başına tam bir belâ olup müşriklerin büyük zaferini gerçekleştirmişlerdi.

Onun için Ebû Sufyan:

«— Bu, Bedir’in karşılığıdır» diyordu.

Hendek’te, müşrikler günlerce Medine’yi kuşattılar. İkrime’nin sabrı tükendi. Kuşatmanın uzamasına canı sıkıldı. Hendeğin dar bir yerini görüp atını oraya sürdü ve geçti. Daha sonra,- Amr İbn Abdi Vudd el-Amirî’nin aralarında bulunduğu birkaç kişi daha onun peşinden hendeği geçti. Amr İbn Abdi Vudd canından olmuş, İkrime ise ancak kaçmakla kurtulmuştu.

Kureyş Mekke’nin fethi günü, Muhammed ve ashabını kabul etmekten başka çare olmadığını anlamış, onun Mekke’ye girmesine karar vermişti. Onların bu karan almalarına sebep, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) komutanlarına; Mekke halkından ancak kendilerine karşı gelenlere savaşmalarını emrettiğini öğrenmeleriydi.

Fakat İkrime ile onun beraberindeki bîr grup Kureyş’în kararına uymayıp, peygamber ordusuna kafa tuttular. Ama küçük bir çarpışmayla Halid İbnu’l-Velîd onları bastırmış, bazıları da bu çarpışmalar esnasında öldürülmüştü. İmkân bulanlar çareyi kaçmakta bulmuştu. Kaçanların arasında İkrime de vardı.

İşte o zaman İkrime pişman olmuştu ama…

Mekke Müslümanlara baş eğdikten sonra artık ona yer kalmamıştı.

Rasûlüllah (s.a.v.), Kureyş’ten daha önce kendisine karşı gelenleri affetmişti.

Fakat isimlerini belirttiği bazı kimseleri bundan istisna etmiş ve Ka’be’nin örtüsü altında bulunsalar da öldürülmelerini emretmişti.

Bunların başında İkrime geliyordu.

Bu sebeple o, Mekke’den gizlice ayrılıp Yemen tarafına gitti. Çünkü artık o, ancak oralarda barınabilirdi.

O sıralarda, İkrime’nin karısı Ümmü Hakîm ve Hind Bint Utbe, on kadınla birlikte bey’at etmek üzere Hz. Peygamberin evine gittiler. Rasûlüllah’ın (s.a.v.} yanında hanımlarından ikisi, kızı Fatıma ve Abdulmuttalip oğulları sülâlesinden bazı kadınlar vardı, Rasûlüllah’ın (s.a.v.] yanına girdiler. Hind yüzünü kapayıp kim olduğunu belli etmeden şöyle dedi:

«— Ey Allah’ın Rasûlü! Kendisi için seçtiği dîni izhar eden Allah’a hamdolsun. Aramızdaki yakınlıktan dolayı bana iyi davranmanı istiyorum. Ben inanan ve tasdik eden bir kadınım». Sonra yüzünü açtı ve şöyle dedi:

«—Utbe’nin kızı Hind, ey Allah’ın Rasûlü!» Rasûlüllah da [s.a.v.) ona:

<<Hoş geldin» dedi. Hind konuşmasına şöyle devam etti

<— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Yeryüzünde şimdiye kadar hiçbir evin senin evinden daha kötü olmasını istemezdim. Ama şu anda, yeryüzünde hiçbir evin bana, senin evinden daha değerli olmasını istemem».

Sonra İkrime’nin  karısı  Ümmü  Hakîm  Müslüman oldu ve şöyle dedi  :

«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) İkrime öldürüleceğinden korktuğu için Yemen’e kaçtı. Ona eman ver, Allah’da sana eman versin». Rasûlüliah da şöyle dedi:

«— Ona eman verilmiştir»,

Ümmü Hakîm o andan itibaren İkrime’yi aramaya çıktı. Yanında Rum bir kölesi vardı. Uzun müddet yol yürüdükten sonra köle onunla cinsel ilişki kurmak istedi. Ümmü Hakîm ona umut verip oyalamaya başladı. Bir Arap obasına geldiklerinde, Ümmü Hakîm oradakilerden yardım istedi. Onlar da köleyi bağlayıp yanlarında alıkoydular. Tekrar yola koyuldu. Tihame sahillerinde İkrime’ye yetişti. İkrime, kendisini götürmesi için Müslüman bir kaptanla görüşüyordu. Kaptan ona şöyle dedi:

«— Canını kurtar». İkrime :              

«— Nasıl kurtarayım?» kaptan :

«— Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim, de».

İkrime:

«— Ben zaten bunun için kaçtım».

Onlar bu şekilde konuşurlarken Ümmü Hakîm çıka geldi, İkrime’ye şöyle dedi;

«— Ey amcaoğlu! Ben, insanların en fazîletlisinin, en doğru olanının ve en hayırlısının yanından geliyorum..

Abdullah’ın oğlu Muhammed’in yanından…

Ondan senin için eman istedim, o da sana eman verdi, ne olur canına kıyma!» Ikrime:

«— Sen onunla mı konuştun?»

Ümmü Hakîm :

<<Evet ben Rasûlüllah’la (s.a.v.) konuştum ve o sana eman verdi».

Ümmü Hakîm, dönünceye kadar kocasını, emniyette olduğuna inandırdı. Ona Rum kölenin yaptıklarını da anlattı. İkrime yolda o köleye uğrayıp, daha Müslüman olmadan onu öldürdü.

Yolda konakladıkları bir yerde İkrime karısıyla yalnız kalmak istedi. Karısı bu isteğini kesinlikle kabul etmedi ve şöyle dedi:

«— Ben Müslümanım, sen ise müşriksin». İkrime’yi bir şaşkınlık aldı ve şöyle dedi :

«— Seni benden uzaklaştıran gerçekten önemli bir şey olsa gerek.

Ikrime Mekke’ye yaklaştığı sırada Rasûlüllah [s.a.v.) ashabına şöyle buyurdu:

«— Ikrime İbn Ebî Gehl size mü’mîn ve muhacir olarak geliyor. Babasına sövmeyiniz. Çünkü ölüye sövmek, ölüye değil de diriye zarar verir».                                                      

Biraz sonra, Ikrime’yle karısı Rasûlüllah’ın (s.a.v) bulunduğu yere geldiler.

Hz. Peygamber, Ikrime’yi görünce sevincinden üstüne ridasını[3] almadan ona doğru koştu. Rasûlüllah (s.a.v.) yerine oturunca Ikrime önünde durup şöyle dedi:

«— Ey Muhammedi Ümmü Hakîm senin bana eman verdiğini söyledi».

Peygamber:

«— Doğru, sen emniyettesin» dedi.

Ikrime :

«— Ey Muhammedi Benî neye davet ediyorsun». Peygamber :

«— Seni Allah’tan başka tanrı olmadığına, benim onun kulu ve Rasûlü olduğuma şehadet etmeye, namaz kılmaya ve zekât vermeye davet ediyorum» deyip İslâm’ın bütün esaslarını saydı.

Ikrime :

«—Vallahi, sen ancak hakka davet ediyor. Sadece iyiyi ve güzeli emrediyorsun» deyip şunlartı da ilâve etti :

«—  Sen peygamber olmadan önce de bizim en doğru sözlümüz ve en iyimîzdin». Sonra eline yapışıp : «Allah’tan başka tanrı olmadığına, senin Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ederim» dedi. Daha sonra, Ikrime şöyle dedi:

«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Bana en hayırlı şeyi öğret de onu söyleyeyim».

Rasûlüllah (s.a.v.) ;

«— Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim de».

Ikrime ;

«— Sonra ne söyliyeyim?»

Rasululllah (s.a.v.) :

«— Allah ve buradakileri şahit tutarım ki; ben müslümanım, mücâhidim ve muhacirim de», Ikrime bunu da söyledi.

Bu arada Rasûlüllah (s.a.v,) ona şöyle dedi :

«—  İste bugün, sadece sana verdiğim bir şeyi benden isteyeceksin».

Ikrime :

«— Sana yaptığım bütün düşmanlıklar, sana karşı attığım her adım, yüzüne veya arkandan söylediğim her söz için mağfiret dilemeni istiyorum».

Rasûlüllah (s.a.v.) :

«— Allah’ım! Bana yaptığı her kötülüğün ve senin nurunu söndürmek için attığı her adımın günahını bağışla. Yüzüme karşı veya gıyabımda söylediği sözlerin de günahlarını bağışla».

Ikrime :

«—Allah’a yemin olsun! İnsanları Allah yolundan çevirmek için sarfettiğim malın Allah yolunda iki mislini sarfedeceğim. Onları Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların Allah yolunda iki mislini yapacağım».

O günden itibaren, harp meydanlarındaki davet birliğine yiğit bir süvari, âbid, çok namaz kılan, mescidlerde Allah’ın Kitabını sürekli okuyan birisi daha katılmış oldu.

O, mushafı yüzüne sürüp şöyle diyordu:

«Rabbimin Kitabı.. Rabbîmin kelâmı..» ve Allah korkusundan ağlıyordu.

İşte Ikrime Allah’ın Rasûlüne verdiği söze böyle sadık kalmıştı.

İkrime’nîn İslâm’a girişinden sonra, Müslümanların yaptığı ilk harbe o da katılmış ve öncü kuvvetler arasında yer almıştı.

Yermûk’de Ikrime, sıcağı kavurucu bir günde kendini soğuk suyu atan susuz bir kimse gibi harbe atıldı.

Bir ara müslümanlar sıkışmıştı. İşte o zaman Ikrime atından inip kılıcının kınını kırdı ve Bizans saflarına daldı. Halîd İbnu’l Velîd ona koşup şöyle dedi:

«— Böyle yapma Ikrime! Senin ölümün Müslümanlar için büyük kayıp olur».

İkrime :

«— Beni bırak Halid! Senin Rasûlüllah’la (s.a.v.) güzel bir geçmişin var. Halbuki ben ve babam Rasûlüllah’a (s.a.v,) en çok eziyet edenlerdendik. Beni bırak da daha önce yaptıklarımı ödeyeyim. Rasûlüllah’a (s.a.v.} karşı birçok yerde savaştım. Bugün Bizanslılara karşı savaşmaktan mı kaçayım? İşte bu asla olmaz».

Bunun üzerine İkrime, müslümanların içinde şöyle haykırdı:

«— Kim ölünceye kadar savaşmak üzere sözleşecek?»

Dört yüz müslüman arasında amcası el-Haris İbn Hişam ve Dirar İbnu’l-Ezver onunla sözleşti. Halid İbnu’l Velîd’in çadırının önünde canla başla çarpışıp onu en güzel şekilde korudular.

Yermûk savaşı müsîümanların büyük zaferiyle sonuçlandığında, harp meydanında, aldığı yaralar sebebiyle güç ve takati kalmayan üç mücâhid uzanıyordu. Bunlar; el-Haris İbn Hişâm, Ayyaş İbn Ebî Rabîa ve İkrime İbn Ebî Cehl idi. El-Haris içmek için su istedi. Su getirildiğinde, İkrime ona doğru baktı ve el-Haris :

«— Suyu Ikrime’ye verin», dedi. Suyu Ikrime’ye yaklaştırdıkların­da, bu defa Ayyaş ona doğru baktı ve İkrime :

«— Suyu Ayyaş’a verin», dedi.

Ayyaş’m yanına geldiklerinde, onun canını teslim ettiğini gördüler. Diğerlerine döndüklerinde, onların da Hak’ka kavuşmuş olduklarını gördüler.

Allah (c.c.) onların hepsinden razı olsun…

Allah onlara, Kevser havuzundan bir daha hiç susamayacakları şerbeti içirsin.

Allah onlara, ebediyyen huzur içinde kalacakları firdevs cennetinin yeşilliğini hediye etsin..[4].

——————————————————————————–

[1] Allah’ın Rasûlü   Hz.  Muhammed (S.A.V.)

[2] Hz.  Peygamberin Ikrime’ye  Övgüsünden

[3] Rİda: Elbisenin  üzerine giyilen aba,  cübbe ve  benzeri şeylerdir

[4] İkrime İbn Ebî Cehl hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız.

1- El-feabe,  biyografi  no:  5640

2- Tehzîbu’l-esma,  î/338

3- Hulasatu’t-tezhîb, s. 228

4- Zeylu’l-müzeyyel, s. 45

5- Ez-Zehebî, Tarîhu’l-İslam,   f/380

6- Rağbetu’l-âmal, VH/224

Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/93-100.