İbrahim Karagül Yenişafak gazetesindeki yazısında: Dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemi yaşadığımızı, bütün dünyada güç haritasının değişeceğini söyleyerek, “Tarih yapıcı milletler geçmişine dönecek, eski hesaplarını ve iddialarını bugüne taşıyacak.”diyor ve uyarıyor: “
Bu dönem, sağlam kararlar verme, sağlam insanlarla yol alma dönemidir. İdeolojik kimliklerden çok vatan ekseni öne çıkmalı, büyük tarih yürüyüşü hedef olmalı, coğrafya düşüncemiz alabildiğine genişlemelidir.
Muhafazakar yerli damarı “İslamcılık” tanımı içine sıkıştırarak marjinalleştirme, milliyetçi çevrelerle birlikte iki tehdit haline getirip tasfiye ettirme yönünde bir çaba var. Oysa bu çevreler, şu anki büyük yürüyüşün, yüzyıllara dayalı tarihin, Türkiye’nin bel kemiğidir. Onların yabancı unsurlar gibi operasyonlara maruz bırakılması Türkiye’yi, bu büyük hedefe, yeni tarih yükselişine kurulan en büyük tuzaktır.” İşte o yazı…
Türkiye’nin yeni yol haritası; dışarıda güç arayışı, içeride bütünlük ve vatan ekseni olmalıdır. Dünya genelinde güçlenen fırtınalara hazırlık yapmak, savunma alanını alabildiğine takviye etmek, fırtınalara direnmenin en güçlü silahının içeride dayanışma hatlarını güçlendirmek olduğunu bilmektir.
Çünkü dünya, küresel ölçekte alabildiğine güç mücadelesine sürükleniyor, ulus üstü yapılar anlamsızlaşıyor ve çözülüyor, güvenlik stratejileri her şeyin önüne geçiyor, devletler bu büyük mücadelede oyun alanını genişletmek için olağanüstü bir çaba harcıyor.
Yine devletler, dışarıda bunu yaparken, içeride bütün yatırımlarını toplumsal bütünlüğe ve dayanışmaya ayarlıyor, kitleleri birarada tutacak siyasi söylemleri öne çıkarıyor. AB ülkelerinde aşırı sağın bu denli yükselmesi bir projedir. Gelecek olağanüstü dönemde toplumları dayanışma içinde tutma planlarının parçasıdır. Çok büyük tehditlere hazırlanma hesabıdır.
Siyasi genetiği keşfetmek, bütün silahları kuşanmak
Siyasi genetiğini yeniden keşfetmiş, yüzyıllara dayalı siyasi ve toplumsal zenginliğini bugüne taşımış Türkiye, dünya tarihinin bu en önemli geçiş evresinde bütün silahlarını kuşanmak zorundadır. Bu büyük küresel değişimi iyi okumak, tek yanlı bağımlılık ilişkilerine rehin düşmemek, içerideki küçük hesaplara yenilmemek, dışarıdan müdahale alanlarını daraltmak, yeni bir tarih sıçraması yapmak zorundadır.
Bunun alternatifi yoktur. Başka seçenek yoktur. Bunu başaramamak imha olmak, sahneden çekilmek demektir. Türkiye’nin gelecek sayfasının kapanması demektir. Biz, on beş yıldır işte bu mücadeleyi veriyoruz. Küresel güç kavgalarına yenilmemek için direniyoruz. Büyük tarih yürüyüşünü devam ettirmek için bedel ödüyoruz. Darbelere, iç savaş senaryolarına, ihanetlere göğüs geriyoruz.
Selçuklu gibi, Osmanlı gibi…
Çünkü bunu, Selçuklu yükselişi gibi, Osmanlı yükselişi gibi yeni bir yükseliş dönemi, tarih yapma rolünü yeniden üslenme hali olarak görüyoruz. Böyle düşünürken önümüze değil ileriye bakıyoruz, sadece Cumhuriyet tarihini değil bu ülkedeki bin yılık tarihe göre düşünüyoruz, dar çıkar hesaplarına değil medeniyet tarihine göre hesap yapıyoruz.
İstesek de istemesek de dünya yeniden şekillenecek. Sadece bizim coğrafya değil, bütün dünyadaki güç haritası değişecek, yenilenecek. Bazı uluslar sahneye çıkarken bazıları silinecek. Tarih yapıcı milletler geçmişine dönecek, eski hesaplarını ve iddialarını bugüne taşıyacak.
Her millet kendi kodlarına dönüyor
Hiçbir ülkenin hiçbir gücün sadece içinde bulunduğu ittifaklara dayanarak ayakta kalamayacağı bir dünya olacak bu. Bu yüzden her millet, hızla kendi siyasi genetiğine, kodlarına dönüyor. Etrafınıza bakın.. Dünyaya bakın, bütün ülkelerde aynı arayışı, hazırlığı göreceksiniz. Çünkü bunun başka yolu yok, 21. Yüzyıl dünyasında da olmayacak.
İşte biz de bu yüzden, sadece Kurtuluş Savaşı’na değil, Çanakkale’ye, Kutu’l Amare’ye, Gazze/Kudüs savaşlarına da bakmak zorundayız. Moğol istilasından Haçlı Savaşları‘na kadar bütün tarihi masanın üstüne sermek zorundayız. Başka türlü yeniden kuruluş mümkün değildir.
Suskun kalmak yok olmaktır
Başka türlü yeni yükseliş tarihi başlatmak mümkün değildir. Bütün uluslar, devletler bunu yaparken, bu yola girerken, yeni dünyada oyun alanını genişletmeye çalışırken bizim suskun kalmamız parçalanmak, yok olmaktır.
Siyasi genetiğimiz Cumhuriyet kadar Osmanlı’dır, Selçuklu’dur. Coğrafyamız Orta Asya kadar Ortadoğu’dur. Ait olduğumuz coğrafyaya, ait olduğumuz siyasi kimliğe, beraber olduğumuz toplumlara uzak bir Türkiye ayakta kalamayacaktır. Coğrafya algımıza, tarih algımıza, ortak geçmiş birikimimize sarılmak zorundayız. Geleceğimizi bugünün öncüleri ile geçmişin öncüleri birlikte şekillendirecektir.
Yeni siyasi dil üretilmeli, Türkiye ortak dil olmalı
Öyleyse yeni bir dil geliştirmek, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar derin sarsıntılara, uyanışa neden olacak yeni bir siyasi söylem üretmek, Türkiye’yi ortak dil haline getirmek zorundayız. Bunu yaparken asla yerli olmayan yollara sapmamak, bize dayatılan söylemlere kanmamak, ısmarlama projelere yüz vermemek, Türkiye içinde yeni operasyon alanlarına tahammül etmemek durumundayız.
Bunu yaparken, bu büyük yolu beraber yürüyeceğimiz insanları yabancılaştırmamak, yabancı unsurları ise “yerli” kategorisine sokmamak durumundayız. Zira bunun sonucu ölüm gibidir, bizim için tarihin sonu gibi olacaktır. Bu dönem, sağlam kararlar verme, sağlam insanlarla yol alma dönemidir. İdeolojik kimliklerden çok vatan ekseni öne çıkmalı, büyük tarih yürüyüşü hedef olmalı, coğrafya düşüncemiz alabildiğine genişlemelidir.
‘İslamcılık’ kategorisine sıkıştırıp tasfiye etmek
Son zamanlarda, bu yürüyüşün ana omurgasını oluşturan, hiçbir hesap gütmeden, yüzyılların yolculuğuna bakıp sağlam adımlarla omuz omuza yürüyen insanların, toplumsal kesimlerin yeni bir operasyonla karşı karşıya olduğunu düşünüyorum.
Muhafazakar yerli damarı “İslamcılık” tanımı içine sıkıştırarak marjinalleştirme, milliyetçi çevrelerle birlikte iki tehdit haline getirip tasfiye ettirme yönünde bir çaba var. Oysa bu çevreler, şu anki büyük yürüyüşün, yüzyıllara dayalı tarihin, Türkiye’nin bel kemiğidir. Onların yabancı unsurlar gibi operasyonlara maruz bırakılması Türkiye’yi, bu büyük hedefe, yeni tarih yükselişine kurulan en büyük tuzaktır.
Bu operasyon tamamen dışarıdan yürütülmekte, operasyonu planlayanların, 15 Temmuz saldıranları ile kökleri derinlerde birleşmektedir.
Hepsi birer neocon gibi: Aynı proje, aynı servis!
Dikkat ederseniz bu, İsrail aşırı sağı ile ABD’nin neoconlarını, İslamofobi kavramını üretenlerin ortak dilidir. Son zamanlarda Avrupa’da yükselen ırkçılığa malzeme sağlamak için üretilen “Turkofobi”kavramını üretenlerin söylemidir.
Bu çevreler, her ne kadar içeride ise de…