Laiklik, Laikleşme, Laisizm

Yazarlar
Prof.Dr.Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki ” Laiklik, Laikleşme, Laisizm-1: Bir Arka Plân” başlıklı yazısı… Giriş “Laiklik” ve “Sekülerlik” kavramlarının anlam alanları ve tar...
EMOJİLE

Prof.Dr.Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki ” Laiklik, Laikleşme, Laisizm-1: Bir Arka Plân” başlıklı yazısı…

Giriş

“Laiklik” ve “Sekülerlik” kavramlarının anlam alanları ve tarihsel gelişimleri, göz önüne alındığında “din ve devlet ayrımı” yahut da “din işleri ve devlet işlerinin ayrımı” şeklinde formüle edilebilecek kavramlar olmadığı rahatlıkla görülebilir. Kavramların gerçek boyutları ile ortaya konabilmesi için tarihi arka planı göz önüne almak, onu tartışmak gerekmektedir. Söz konusu kavramların tarihin bir döneminde aniden ortaya çıkmadıkları, çok uzun bir tarihi geçmişleri olduğu, varlık teorisi, bilgi teorisi ve değer teorisi kapsamında, Yunan (Grek) – Roma-Yahudi – Hristiyan kültürü düzleminde vuku bulan “Rönesans”, “Reform”, “Aydınlanma” ve “Modernizm” diye isimlendirilen hareketlerin sonucunda (1) “esas” anlamlarından koparak yeni “istilahi” anlamlara kavuştuklarının bilinmesinde fayda vardır.

Burada Laiklik, Laikleşme, Laisizm kavramlarının ortaya çıkmasına vesile olan arka plan ele alınıp incelenmektedir.

Laik Kavramının Ortaya Çıkış: Esas Anlamı

“Laik” kelimesi Grekçe olup ‘laos’ kökünden türetilmiştir. ‘Laos’, ‘halk’, ‘avam’, “ahali”, “reaya” anlamındadır. Laos’tan ‘laikos’ türemiştir. ‘Halktan adam’ demektir. Kelimenin Klasik Grekçe’deki anlamı ‘ferdi kişi’, ‘belirli bir şeye bağlı olmayan’dır. Bu kelime, Geç Latince’de ‘laicus’, Fransızca’da ‘lai’ ve İngilizce’de ise ‘lay’ şeklini almıştır. Terim olarak anlamı, genel olarak, ‘belirli bir meslek grubuna dâhil olmayan kişi’, “belirli bir sınıfa dâhil olmayan kişi” demektir. Özel anlamları ‘rahipler sınıfının dışında olan kişi’ ve/veya, ‘bu sınıfa dâhil olup da hizmet ve el işleriyle meşgul olan kişi’, olmaktadır. Görülebileceği gibi ‘Laik’ kelimesinin esas anlamı, köken olarak ‘dinin karşıtı olan kişi’ değil, bir müessese olan ‘kilise mensuplarının/ruhbanın (clerical)’ dışındaki kişi’, ‘avam’dır. Ruhbanlar ‘havass’dır, laikler ise ‘avam’dır (1).

Grekçe’de, “halk’’ kavramını ifade etmek üzere iki ayrı kelimeden söz edilebilir. Bunlardan birisi, “aristokratlar (zadegan)” sınıfının dışında olan kitleyi ifade eden “demos” kelimesidir. Bu kelime, bu sebeple, aynı zamanda, siyası iktidardan pay alamayan kesimi de ifade etmektedir. İkincisi ise, din adamları (klerikaller) sınıfının dışında kalan kitleyi ifade eden “laos” kelimesidir. Laos ile ifade edilen kitle içerisine, siyasi iktidarı elde tutan krallar da dâhildir. Nasıl ki Demos, aristokratların ve/veya siyasi iktidarın düşmanı olan değil, sadece onun dışında olan kitleyi ifade etmekte ise, benzer şekilde, laos da,  din adamları ve/veya din adamları tarafından temsil edilen din kurumunun düşmanı olan değil, o kurumun dışında olan kitleyi ifade etmektedir.

Eski Ahit’te mevcut olmayan, Laos’dan türetilen “laik” kelimesi, din adamları (klerikaler) dışındaki kitleyi ifade etmesi anlamında miladi ilk asırda RomaIı Clement tarafından, laiklerle ruhbanların münasebetlerinden bahseden bir pasajında kullanılmıştır (1).

Ruhbanlar ve diğerleri şeklinde bir ayırıma gidilmesinin sebebi, Hıristiyanlık düşüncesinde ruhbanlara/Din Adamlarına atfedilen anlam ile ilgilidir. Hıristiyanlığın kutsal ve bağlayıcı referansları İnciller, Resullerin işleri, Havari mektupları ve Kilise konsüllerinin tespit ettiği temel iman esaslarıdır. Hz. İsa’dan sonra onun vahiyleri, Resul ve kilise azizlerine intikal etmeye devam etmektedir (2). Pavlus’a, göre “Havariler, Mesih’in hizmetçileri ve Allah’ın sırlarının kâhyalarıdır. İnsan bunu böyle bilmelidir.” “Vaiz ve Resul olarak imanda ve hakikatte milletlerin muallimi olarak ben tayin olundum” demektedir (Timoteosa 1,2: 71; Timoteosa II, 1:11)

Görülebileceği gibi Hıristiyanlık düşüncesinde hiyerarşinin zirvesinde “Tanrı”  en alt basamağında da “halk”, Tanrı ile halk arasında ara katman olarak “ruhbanlar” yer almaktadır. Ruhbanlar böyle bir konumda olunca bu sınıfa dâhil olmayanların durumunu belirleyecek bir kavrama, ihtiyaç hasıl olmuştur; o da, yukarıda ifade edilen laik kelimesidir. Bu nedenle Hıristiyanlıkta toplum ruhbanlar ve laikler/sekülerler olarak iki ana sınıfa ayrılmışlardır (1,2).

‘Ruhban olmamak’ terimi ‘Kilise kurumu mensubu olmamak’ anlamındadır. Bundan dolayı laik, ruhban olmayan, ama Hıristiyan olan sıradan insan demektir (1). Bu sınıflandırma ile Kilise, Kilise kurumu içi ve Kilise kurumu dışı şeklinde iki ayrı varlık alanına bölünmüştür. Bu iki sosyal alan birbirlerinin düşmanı değil birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Ancak ruhbanlar “Tanrı’nın” memurları ve laikler de kul/reaya taifesidir.

Laik kelimesinin esas anlamı buydu. Ancak tarihi süreç içerisinde esas anlamında meydana gelen kırılmalar sonucu kelime yepyeni bir anlam, ıstılahı anlam, kazanmıştır. Aşağıda bu sürecin kısa bir özeti verilmektedir.

“İki-Kılıç” Doktrini; Regnum-Sacerdotium

Batıda Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde Hıristiyanlar, Roma’nın zulmünden korunmak amacıyla Matta İncili’ndeki “Kayzer’in/Sezar’ın Hakkını Kayzer’e/Sezar’a ve Allah’ın Hakkını Allah’a verin” (Matta, Bab:22., Ayet:21) ayetini bir ilke olarak benimseyip mücadelelerini buna göre yapmışlardır. Hıristiyanlığın iki büyük kurucusu olan Aziz Petrus ve Aziz Pavlus (St. Peter ve St. Paul) bu yaklaşımla, “dünyevilik” ile “uhrevilik” , “dünya işleri” ile “din işleri”  ve “dünyevi güç merkezi” ile “ruhani güç merkezi” ayrımı yaparak Hıristiyanlığın dünya işlerini, krallara, imparatorlara bıraktığı, dolayısıyla kendilerinden tehlikeli olmadığı mesajını Romalı İmparatorlara vermek istemişlerdir (1).

Ancak Hıristiyanlık meşruiyet kazanıp açık faaliyet gösterip kuvvetlenince, bu ilke terk edilmiş; bunun yerine “İki-Kılıç Doktrini” savunulmaya başlanmıştır. İki-Kılıç Doktrini, Luka İncili’ndeki “Ve onlar: Ya Rab, işte, burada iki kılıç, dediler. İsa onlara:”Yeter”, dedi.” (Luka., Bab:22., Avet:38) ayetine dayandırılmıştır. Buradaki İki Kılıç ile “Tanrı’nın Hristiyanlığı korumak üzere verdiği iki güç kaynağı” kast edilmektedir. Bunlar “Dünyevi İktidar (Regnum)” ile “Ruhani İktidar (Sacerdotium)’dır”(1,2).

İki Devlet: Dünya Devleti-Sitesi (civitate terrana) ve Tanrı Devleti –Sitesi (civitate- dei)” 

Hristiyan Teolojisinin önemli isimlerinden Saint Augustin-Aziz Augustin (354-430) yazdığı eserde, Roma’nın yıkılışının sebebini, “iki devlet”in, “Dünya Devleti-Sitesi (civitate terrana) ve Tanrı Devleti –Sitesi (civitate- dei)”,  yanlış konumlanması, aralarındaki ilişkinin yanlış kurulması olarak açıklamaktadır. Saint Augustin’e göre (354-430) “İlk Günah sonucunda Cennet’ten kovulmuş olmasından beri dünya iki ayrı siyasi varlık alanına taksim olunmuştur. Bunlardan birisi, “Tanrı Devleti –Sitesi” (civitate- dei) diğeri de Yeryüzü/Dünya Devleti-Sitesidir (civitate terrana).  Tanrı Devleti (Sitesi) gelecekteki Tanrı ülkesinin bütün yurttaşlarından, yani Tanrı’nın inayetine mazhar olmuş, günahlardan arınmış mü’minlerden kurulu olacaktır. Buna mukabil Yeryüzü (Arz) Sitesi (Devleti) ise kötü’ye, Şeytan’a boyun eğmiş olanlardan kurulmuş olacaktır. Dünya Devleti acımasız, gaddar, işkenceci, savaşçı, baskıcı ve entrikacıdır. Tanrı devletinde ise ebedi huzur, sükûn, huzur ve mutluluk, ahlak ve adalet vardır. Hz. İsa’nın amacı bu tür bir yaşam tarzıdır. Bizim görevimiz, bu anlayışa uygun bir devlet kurmak için çaba göstermektir. Bütün insanlık tarihi, bu ikisinin arasındaki mücadelenin ve gitgide birbirlerinden ayrılmalarının bir sürecidir.” (1, 3).

Aziz Augustin yazdığı eserle Hristiyanlığı etkisi altına alacak olan bir devlet ve tarih felsefesi geliştirmiş ve iki devletin kilise çatısı altında olması gerektiğini savunmuştur.

İki Kılıç ve İki Devlet doktrinlerinin temelleri, Hıristiyanlığın kutsal kitaplarında yer almaktadır. Hıristiyanlığa göre “Baba kimseye hükmetmez, hükmü oğula vermiştir” (Yuhanna, 3:17; 5:22-23; 27:47). “İsa ise her hükümetin başıdır” (Koloselilere, 2:10). “İsa’nın hakikati resullerdir” (II. Korintoslulara, 11: 13). “Resuller Rabbin verdiği yetkilere göre hareket ederler” (II. Korintoslulara, 13:11). “Bedenin kurtarıcısı Mesih aynı zamanda Kilisenin başıdır” (Efesoslara, 5:23). “Kilise, Mesih’in kendi bedenidir” (Koloselilere, 1:18, 24). “Kilisenin başında bulunan Papa resullerden vahy almaktadır. Papa masum ve yanılmazdır.” (2)

Bu esaslara dayalı ve “Kayzeryo-Papizm” olarak da adlandırılan “Papalık Doktrinini” (Papal Doctrine), Papa I. Leo (440-561) tarafından, “Papa’nın İsa tarafından St. Peter’e verilen yetki ve fonksiyonlarının meşru varisi ve halefi olduğunu ve buna dayanarak monarşik fonksiyonlara sahip olduğunu”, “ruhani ve dünyevi iktidarın başının Papa ve din adamları olması gerektiğini” ileri sürerek savunmuştur (1). Benzer şekilde 11 asırdan itibaren Papa VII. Gregoria, bu iki iktidarın ruhani iktidarın başkanlığında birleştirilmesini savunmuştur. Bunun için Pavlus’un “Mademki biz size ruhani şeyler ektik, sizin cismani şeylerinizi biçeceksek, büyük şey mi? Eğer başkaları size hâlâ hâkimiyette hissedar iseler, biz daha ziyade değil miyiz?” (I. Korintoslulara, 9: 11-12) sözlerini mücadelesine dayanak olarak kullanmıştır.

Batı’da Kilise-Devlet İlişkisi: Üç Model

Batı’da, Kilise-Devlet ilişkisi, ana hatlarıyla, Hıristiyanlığın yasak olup olmamasına ve “dünyevileşmenin” olup olmamasına bağlı olarak üç farklı modele göre şekillenmiştir (1, 2, 4):

•Ortodoks Kilisesi ve “Bizantinizm” Modeli (Tabi Klerikalizm)

•Katolik Kilisesi ve “Kayzeryo-Papizm” Modeli (Metbu Klerikalizm)

•Seküler/Laik Model (Protestan Kilisesi ve Katolik Kilisesi)

Ortodoks Kilisesi ve Bizantinizm modelinde (Tabi Klerikalizm), Ortodoks Kilisesi, (Bizans İmparatorluğunun çok güçlü olduğu bir dönemde doğmuştur.)  devlete bağlıdır(1,2). Katolik Kilisesi ve Kayzeryo-Papizm Modelinde (Metbu Klerikalizm), yukarıda ana hatları ile açıkladığımız iki devlet, iki kılıç, iki iktidar, kilisenin altında ruhani liderliğin önderliğinde birleştirilmiştir. Bu güçlerin her ikisini birden nefsinde toparlayan papalar, “İmparator-Papa” kimliği kazanmışlardır (1)

Sonuç:

Papalık makamının, kendisine bağlı Kilise teşkilatları vasıtasıyla, Katolik olan memleketlerdeki siyasi iktidarlar üzerinde kurduğu büyük baskı ve otorite, zamanla tepki almaya başlamış ve milliyetçilik duygularını harekete geçirmiştir. Almanya, İngiltere gibi ülkelerde Katolik Kiliseleri, ‘Roma’nın ajanı’ olarak görülmeye başlanmış ve “Milli Kiliseler fikri” ortaya atılmıştır (1). Almanya’da Lutheran Protestan Hareketi, İngiltere’deki Anglikanist Protestan Hareketi ortaya çıkmış ve Calvin ve Zwingli Protestan Hareketlerinin de Kuzey ve Kuzey Batı’da önemli etkileri olmuştur. Bütün bu Protestan hareketlerin neticesi, anlam alanının geçen yazıda incelediğimiz Sekülerizmin ortaya çıkması olmuştur.

Almanya ve İngiltere’nin aksine Fransa’da Kiliseye karşı mücadele, çok sert ve şiddetli olmuştur. Bu mücadele sürecinde Papalık makamına tepki olarak Protestan olmayan bir Milli Katolik Kilisesi (Gallikanizm)  ve Laiklik, Laisizm, Laikleşme ortaya çıkmıştır.

Öyleyse Laiklik, Laisizm, Laikleşme nedir? Sekülerlik, Sekülarizm, Sekülerleşme ile aralarında ne ilişki vardır? (Devamı Var).

Kaynaklar

1-Hocaoğlu, D., Laisizm’den Milli Sekülerizm’e Laiklik Sorununun  Felsefi Çözümlenmesi, Selçuk Yayınlar, Ankara, 1995, S: 48-52, 80-90, 100-150.

2-Bulaç A., İslam ve Modern Zamanlarda Din-Devlet İlişkisi, Cogito, Laiklik, Sayı 1 Yaz 1994, Yapı Kredi Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 2007, S:67-87)

3-Öktem N., Dinler ve laiklik, Cogito, Laiklik, Sayı 1 Yaz 1994, Yapı Kredi Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 2007, S:33-49

4-Altındal, A., Laiklik Enigmaya dönüşen Paradigma, Alfa, İstanbul, 2007, S:6-10.