Abdülkadir Selvi’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Cezaevinden paralel kaçırma girişimi duvara tosladı.
Çizgi filmlerde cezaevinden tünel kazıp Şerifin odasından çıkan Daltonlar misali.
Ya da yatakhaneden tünel kazıp, müdür yardımcısı Kel Mahmut’un odasından çıkan Hababam sınıfında olduğu gibi.
Onların güldüren bir tarafı vardı. Silivri’den tünel kazıp Çağlayan Adliyesi’nden çıkan paralelcilerin ise düşündüren yanı daha fazla. Paralel yapı bir kez daha yargıya kumpas kurarken suçüstü yakalandı.
Bir kez daha yargıdaki örgütlü yapı kendini ele verdi.
Tabanda iman ve Kur’an hizmeti için gayret gösteren insanları muaf tutuyorum. Ama yargıda, istihbaratta, bürokraside kılcal damarlara kadar örgütlenen ve Pensilvanya’dan gelen talimat üzerine, uyuyan hücreleri de harekete geçip bir canlı bombaya dönüşebilen bu yapıyla mücadelenin hafife alınır bir yanı kalmadı. Kim ki bu mücadeleyi hafife alır bilin ki yanılır.
Seçimlere giderken özellikle doğu ve Güneydoğu’da örgütlü olan paralel yargıya mensup hakimlerin sandık başkanı olması, paralel yapıya mensup elemanların diğer partilerin üzerinden sandık müşahidi yazılmak için büyük gayret göstermesi beni kuşkulandırıyor.
HSYK, paralel yargının darbe girişimi karşısında 3 hakimi açığa aldı. Bu durumda geriye 4997 paralel yargı mensubu kaldı. Onlar zaten bu sonucun çıkacağını biliyorlardı. Bile bile kamikaze dalışı yaptılar. Yarın diğerlerine de benzer talimatlar geldiği taktirde bir gece yarısı Diyarbakır ya da Van mahkemelerinden karar çıkarıp, insanların kapısına dayanırlar.
Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha haklı çıktı. Bu olay bize gösterdi ki, paralel yapıyla mücadelenin henüz başındayız. Bu yapı yargıdan sökülüp atılmadan, bu tür darbe girişimlerine maruz kalacağız demektir.
MGK tarafından devlete yönelik tehdit olarak kabul edilen. Kırmızı Kitaba, devlete yönelik tehdit olarak giren. Mahkemeler tarafından Fetullah Gülen terör örgütü adı altında hakkında dava açılan bu yapının, örgütlü bir ihanet şebekesi olduğu belli. Yapılacak olan bu örgütlü yapıyı yargının ciğerinden söküp almaktır.
Çünkü bu yapı varlığını koruduğu sürece konjonktür değiştiği anda, memleketi Ergenekon’dan beter bir şekilde kasıp kavururlar. Israrla yargıdaki paralel yapıya neşter atılmasını ve köklü bir çözüm bulunması gerektiğini savunuyorum. Tek başıma kalsam da savunmaya devam edeceğim.
Hafta sonu yaşadığımız paralel yargı kalkışması sırasında da yargı tarihine geçecek tuhaf şeyler oluyor.
20 Nisan günü paralel yapının avukatları aynı saatte ve topluca 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Metin Özçelik’e reddi hakim ve tahliye talebinde bulunuyorlar. Oysa 5271 sayılı CMUK’nun 24. maddesine göre reddi hakim talebi hakimin mensup olduğu mahkemeye yapılıyor. Yetkisizlik nedeniyle başvuruyu reddetmesi gereken 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi ise başvuruları kabul ediyor. Oysa 16 Ocak’ta nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine aynı avukatlar tarafından aynı başvuru yapılmış ama mahkeme reddetmişti. Bu gelişme üzerine HSYK, adliyelere reddi hakim ve tahliye konularındaki ilkeleri tespit eden bir açıklama gönderiyor.
29. Asliye Ceza bırakın reddetmeyi tam aksine 18 Haziran 2014 tarihinde çıkarılan yasa ile soruşturma aşamasında tahliyeler konusunda tek yetkili olan Sulh Ceza Hakimliklerinin tümünün yetkilerini kaldırıyor. Tek başına HSYK mübarek. Gerekçesinde ise bu mahkemeleri, “Proje mahkemeler” olarak vasıflandırıyor. Sanki Zaman Gazetesine haber yazıyor. Onunla da yetinmiyor, tevziye yetkili bir mahkeme gibi kendisini merci kabul ediyor ve tahliye talepleri konusunda karar vermek üzere 32. Asliye Ceza Mahkemesini yetkili kılıyor.
Bu arada 29. Asliye Ceza Mahkemesinin Yazı İşleri Müdürü ve zabıt katibi, HSYK Baş Müfettişine 5 gün önce giriş yaptığı belirlenen dilekçeleri hiç görmediklerini ifade ediyorlar. 63 kişi hakkında dilekçe verilmiş ama toplu olarak Avukatların geldiğini gören, duyan yok. Yazı İşleri Müdürü “Haberim olsa bu evrakları almazdım. Çünkü bizim mahkememizin yetkisinde değil” diyor. Zabıt katibi ise” Hakim bey kararı yazmak üzere çağırdığında gördüm bu dilekçeleri” diye bilgi veriyor. İşin daha ilginç bir yanı var. Zabıt katibi,” Hakim bey kararı zaten yazmıştı. Flash bellekten çakardı, yazdı” diyor.
Her şey önceden hazırlanmış
32. Asliye Ceza Mahkemesine tahliyelerle ilgili görevlendirme saat 17.15’te ulaşıyor. Zabıt katibi, “Mesai bitti, görevli değiliz. Bu bizim mahkememizin yetkisinde değil” diye itiraz ediyor. Ama hakim Mustafa Başer kararlı. Başvuruları kabul ediyor ve Cumartesi günü ise duruşma salonunun kapısını arkadan kilitleyip tahliye kararlarını yazdırmaya başlıyor. Zabıt katibi bu kez, “Bizim tahliyelere yetkimiz yok. Hukuksuzluk yapıyoruz” uyarısında bulunuyor. Bunlar tutanakla tespit edilmiş resmi beyanlar. Gece 01.30 oluyor. Zabıt katibi aşırı stres ve yorgunluktan dolayı bayılıyor. Zabıt katibine müdahale edilirken hakim Mustafa Başer, Adalet Komisyonu’ndan zabıt katibi talep ediyor. Gecenin ilerleyen saatinde zabıt katibinin hemen getirilemeyeceği bildiriliyor. Mustafa Başer yılmıyor, kendisi zabıt katibi çağırıyor. Zabıt katibi gece 02.30’da geliyor. Bunlar yaşanırken HSYK Başmüfettişi Ömer Kara, hakim Başer’e,”Karar yazmışsınız görmek istiyoruz” diye talepte bulunuyor. HSYK Başmüfettişine “Ben karar yazmadım, bitince gönderirim” karşılığını veren hakim, diğer yandan Avukatları çağırıp, tahliye kararını elden veriyor.