Türkiye’yi dünyaya şikayet etmek

Yazarlar
Süleyman Seyfi Öğün’ün Yenişafak gazetesindeki , Türk entelijansiyasının Türkiye’yi batıya şikayet etme “hastalığı” ve buna son dönemde “cemaatin” de katılmasını konu alan öneli yazısı. Bu başlık, Tür...
EMOJİLE

Süleyman Seyfi Öğün’ün Yenişafak gazetesindeki , Türk entelijansiyasının Türkiye’yi batıya şikayet etme “hastalığı” ve buna son dönemde “cemaatin” de katılmasını konu alan öneli yazısı.

Bu başlık, Türkiye’de entelektüel kültür târihinin gizli yarasıdır. Aşağı yukarı Tanzimât’tan başlayarak, Batı ile temasa geçen; pek çoğu da Batılı değer ve düşüncelerle düşünmeyçalışan entelijensiyamız ile Batılı siyâsal çevreler ve entelektüeller arasında garip; doğrusu bence de, oldukça hastalıklı boyutları olan bir ilişkinin yaşanmakta olduğunu düşünüyorum.

Aslında kurgu son derecede basit: Türkiye’de “evrensel” değerleri ayaklar altına alan durumlar yaşanmaktadır. Entelijensiyamız bu durumu, yazılı ya da yüz yüze ilişkilerinde Batılı çevrelere anlatmakta ve “dünyâ kamuoyunun alâkasını bu sorunlu durumlara çekmeye çalışmaktadır. Şimdi biraz duralım. İlk bakışta bu durum kendi içinde anlaşılır bir şeydir. Hakikâten de modern dünyâ, farklı toplulukların kendi yalnızlıklarına mahkûm yaşadığı bir dünyâ değildir. İletişim ve ulaşım imkânları, dünyânın ücrasında olup bitenleri, haberleştirip çok uzak diyarlarda yaşayan kamuoylarına ulaştırabilmektedir. Bu da, denetimsiz ve hesap vermeden sürdürülen yerel istismarlara bir baskı ve sınırlandırma getirmekte; böylece insanlığı yalnız bırakmamaktadır.

“Yalnız bırakılmamış insanlık” ideali kağıt üzerinde son derecede önemlidir. Ama, iletişim ve ulaşım dünyâsının donanım ve fırsatları, her zaman iyiniyetli işlemiyor.  Yâni, pek çok tecrübeden de anlaşılabileceği üzere “dünyâ kamuoyu” bağımsız ve tarafsız bir şekilde oluşturulmuyor. Hattâ tam aksine, güdümlülük önplâna geçiyor. (Alev Alatlı’nın Türkçeye kazandırdığı Edward Said ‘in “Haberlerin Ağında İslam” kitabında yazılanları hatırlamamak elde değil). Haberlerin derlenmesi, ayıklanması sırasında çok defâ târihsel-kültürel önyargılardan hareket ediliyor. Eşitsiz dünyâ işbölümünün sürdürülmesi adına haber dünyâsı seçmeci yakınlıklara dayalı işlemlerden geçiyor. Hâsılı “dünyâ kamuoyunun” nerede ve hangi değişkenlere dayalı olarak oluşacağını tarafsızlık ve bağımsızlık değil, maddî çıkarların tâkibi belirliyor.

Türkiye bunu son Gezi Olaylarında yaşadı. 2001-2010 arasında gelişen Türkiye’ye dönük dünyâ sempatisi bir anda yok edildi ve Türkiye “dünyâ kamuoyunun” gözünde basit bir “polis devleti” hâline getirildi. Elbette bu dönüşüm boşuna yaşanmadı. Bu on senelik dönemde büyüyen Türkiye’nin iç siyâsette ve bölgesel gelişmelerde inisiyatif kazanması istenmedi. Algı hemen değiştirildi. Bu arada yaşanan Hamburg Olayları ve ABD’deki siyah cinâyetlerine karşı başlayan kalkışmalarda basın ve yayın kuruluşları ya susturuldu, ya da güdümlü yayın yapmaları sağlandı.

Gelelim şu şikâyet konusuna. Türkiye’nin yüzyıllara sâri çok büyük sorunları olduğu muhakkak. Türkiye, yakın zamanlara kadar bunlarla yüzleşmek bile istemedi. Ama, artık yeni bir söylemle bu aşılıyor. Garip olan husus, bu sürece iyiniyetli destek vermek yerine entelijensiyanın, özellikle de liberal ve ulusalcı çevrelerin örtük bir ittifak içinde, yapılanları geriye çevirmek yolunda bir kampanyaya girişmeleri. Bir başka gariplik, devletin sorunları tanıma ve çözme yolunda bir dönüşüm geçirirken, entelijensiyanın kategorik olarak bunun dışında; daha beteri de karşısında yer alması. Bunu yaparken de, özellikle liberâl dostlarımızın, Türkiye’ye karşı yüzeysel, çarpıtılmış bir enformasyonla hareket eden  “uluslararası” kampanyalarla dirsek temasını sürdürmeleri. Şimdi maalesef, cemaat de bunu yapıyor.

Şimdi işin psişik tarafına bir bakalım. Yabancılaşmış entelijensiya, bana öyle geliyor ki mekânsal bağlarını muhayyel bir dünyâ yurttaşlığı üzerinden kuruyor. Memleketin ve memleketin insanlarıyla sorunlarıyla kurdukları ilişkiyi de belirleyen bu bağ. Psişik olarak aslında bu memlekette doğmuş olmayı kendilerine karşı yapılmış büyük haksızlık olarak gören, tedâvi kabûl etmeyen derin bir iç yara. Dolayısıyla sorunlarla kurdukları bağlar da doğrudan, samimî ve inandırıcı değil. Düşünerek hınç almak; hınç almak için düşünmek. Onların ontolojisini bu gerilimli geçişler şekillendiriyor. Türkiye’den “insanlık nezdinde” şikâyette bulunmak “bir şey için değil”; tam aksine “kendisi için”. Türkiye’yi “dünyâya” şikâyet etmekten mazoşist bir haz elde ediyorlar. (Dünyâ onlar için zâten turistik tecrübelerin çeşitlediği brüt bir algının dışında, muhayyel Batı’dan ibârettir).

Bu yazılanlardan, sorunları bastırmak, halının altına süpürmek gibi bir şeyi istediğim anlaşılmasın. Kol kırılır yen içinde kalır demek değil bu. Tam tersine sorunlarla yüzleşmenin tarafları, usûl ve âdâbı hakkında düşünmek. Şimdi, bütün ömrünü inanmış bir Marksist olarak geçiren babamın bir gün beni çağırarak; “Oğlum, bu memleketin meselelerini asla bir yabancıya şikâyet etme. Sana acıyarak bakmalarından elde edebileceğin bir şey yoktur. Acıyarak bakan aslında biraz da tükürür gibi bakar. Bunu unutma. Sorunlarınla kendi insan onurun üzerinden kendin hesaplaş. Saygıdeğer olan budur” demesini çok daha iyi anlıyorum… 

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/