Prof.Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Türkiye’nin bağımsız dış politika uygulaması açısından 27 Mayıs darbesi ve 12 Mart muhtırası” başlıklı yazısı….
Giriş
Türkiye’de yapılan bütün darbelerle ilgili yayınlanan belge, makale, yorum ve hatıratların analizinden, rengi ne olursa olsun, siyasi iktidarların düşürülme nedenlerini, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Şer ittifakı;
Türkiye’nin sanayileşmesini ve ileri teknolojiye sahip olmasını,
Türkiye’nin savunma sanayiine sahip olmasını,
Türkiye’nin çok güçlü bir tarım ülkesi olmasını,
Türkiye’nin küresel sermayeyi sınırlandırmasını ve stratejik alanlara girmesine mani olmasını,
Türkiye’nin kendi yağıyla kavrulup ayakları üzerinde dik durmasını,
Türkiye’nin komşuları (İran/Irak/Suriye/Yunanistan… v.b.) ile ilişkilerinin çok iyi olmasını,
Türkiye’nin NATO karşıtı ülkelerle (SSCB/Rusya v.b.) iyi ilişkiler geliştirmesini,
Türkiye’nin eksen değiştirmesini,
Türkiye’nin İslâm ülkelerinin liderliğini üstlenmesini,
Türkiye’nin Osmanlı coğrafyasında etkili olmasını,
Türkiye’nin bölgesel güç olmasını,
Türkiye’nin millet olarak/ülke olarak bir ve bütün olmasını,
Türkiye’nin, şer ittifakının Türkiye’den istediklerini sorgulamasını, “Hayır demesini”,
Türkiye’nin ABD’den bağımsız bir şekilde kendi kendini yapılandırmasını, Mason, Sabatayist ve Amerikan işbirlikçilerini tasfiye etmesini,
Türkiye’nin kendi kültür ve medeniyet kodlarına geri dönmesini istememektedir.
Henry Kissinger, “Dostumuz olan ülkeler, Washington tarafından çizilen genel çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla bulundukları bölgedeki çıkarlarını kendileri hararetle takip etmelidirler.” (1) derken “dost” (!) dedikleri ülkelerin birer ABD uydusu, kölesi olmaları gerektiğini; bu çerçevenin dışına çıkanların iktidarda kalamayacağını, direndikleri sürece de başlarına her türlü belanın açılmak isteneceğini ifade etmiştir.
Son bir ay içerisinde yapılan dört büyük eylem, Şer ittifakı tarafından yönetilen dört ayrı terör örgütü tarafından üstlenilmiştir/üstlendirilmiştir. Bunun anlamı, Şer ittifakı, Türkiye’yi bir terör kıskacına almak ve Türkiye için öngördükleri “dairenin içine” yani 2000’deki “fabrika ayarlarına geri dönmesini” istemektedir. Ana mesaj budur.
Türkiye, yukarıda ifade edilen 15 maddeden vazgeçmediği sürece, Şer ittifakı Türkiye’yi, her türlü terör sarmalına sokmak isteyecektir. Bu gerçeğin, öncelikle tüm siyasi aktörler tarafından sonra da, milletimiz tarafından iyi görülmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Bunun için biz yukarıdaki 15 maddeden bazılarını (6.-11. Maddeler) genel hatları ile ele alıp inceleyeceğiz. Bunu yapmaktaki amacımız, geçmişteki iktidarların başına gelenlerle, bugün vuku bulan olaylar arasında ilişki kurarak karşı karşıya kaldığımız sorunun, partiler üstü bir sorun, Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir sorun olduğunu ortaya koymaktır. Eğer bunda, öncelikle siyasal, sonra bir toplumsal bir mutabakat sağlanabilirse; şer ittifakına karşı gerçek anlamda, Geniş Katılımlı Birleşik Cephe kurulup bir karşı harekât başlatılabilir.
Bu amaçla burada, yol boyu, tüm darbelerde ortak birer payda olan 6.-11. maddeleri, ele alıp değerlendireceğiz.
DP’nin NATO Dışı Ülkelerle İlişki Kurması ve 27 Mayıs Darbesi
27 Mayıs 1960 Darbesinde önemli etkenlerden biri, DP (Demokrat Parti) iktidarının Varşova Paktı ülkeleri ve Üçüncü Dünya Ülkeleri ile de ilişki kurmak istemesidir. DP’nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, NATO dışındaki ülkelerle de ilişki kurulmasının, Türkiye’nin menfaatine olduğuna Menderes’i ikna etmeye çalışmış ve de ikna etmiştir:
“Bizim en büyük hatamız, kayıtsız şartsız Amerika’ya tâbi olmamız.
Böyle bir politika sonsuza kadar devam edemez. Türkiye sırtını Amerika’ya dayamakla hiçbir sonuca varamaz. Aksine, kendimizden çok şey veririz, yine de onları memnun edemeyiz…
Türkiye, NATO ve Amerika’nın yanı sıra üçüncü Dünya ülkeleri ve Sovyetler ile belli ölçüde ve Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda yeni bir politika izlemek zorundadır…
Bir yıldan beri Adnan Beye bunu telkin ediyorum…
Adnan Bey, bu ısrarlarım karşısında Sovyetlerle ekonomik alanda işbirliği yapılmasını ve Üçüncü Dünya ülkelerinin lideri durumunda bulunan Hindistan ile ilişki kurulmasını kabul etti. Ben de Başbakan Adnan Menderes’in Moskova’yı resmen ziyaret etmesi için gerekli girişimlerde bulundum.
Bu girişimlerin özellikle Amerika’yı rahatsız ettiğini de biliyorum.
Tahminime göre 1960 ortalarına doğru Adnan Menderes Moskova’ya gidecek.” (2,3).
Menderes’in özel kaleminde çalışmış bulunan Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Büyükelçi Ercüment Yavuzalp ile Büyükelçi Semih Günver de, bakanın açıklamaları ile paralellik arz eden bazı değerlendirmelerde bulunmuşlardır (4,5). Semih Günver açıklamalarında, NATO dışı ülkelerle ilişki kurulmasından dolayı CIA’nın DP’ye karşı bir harekât başlattığını ifade etmiştir:
‘CIA’nın derhal harekete geçtiği, ziyareti önlemeye çalıştığı intibaı alındı.
Aslında Washington, Moskova ziyaretinden hiç mi hiç hoşlanmamıştı.
1947’den beri Amerika’nın dümen suyuna girmiş bir ülkenin hükümeti ilk kez kendi başına bir harekete tevessül ediyordu. …NATO üyesi bir müttefikin Amerika’dan izin almadan Moskova ile diyalog kurmaya kalkışması, NATO içinde ve hür dünyada siyasi dalgalanmalara yol açabilecek bir olaydı.” (5)
Eski Başbakanlardan Nihat Erim, Kıbrıs meselesinde tam bağımsız ve millî bir dış politika uygulayarak Kıbrıs’ın elden gitmesini engelleyen insan olarak Fatin Rüştü Zorlu’yu görmektedir:
“…Zorlu, gerçekten zorlu bir diplomattı. Kariyerden yetişmiş bir hariciyeci idi.
Bize Kıbrıs’a müdahale hakkını tanıyan Zürih ve Londra Antlaşmalarının hazırlanış ve imzalanmasında onun büyük hizmetleri olmuştur.” (6)
Eski Dışişleri Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil ise, ABD’ye rağmen Kıbrıs’ta elde ettiği başarının, Zorlu’yu, idama kadar götürdüğünü, imalı bir şekilde ifade etmektedir:
“Fatin Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı’ndaki icraatı, parlak neticelerle doludur.
Akıbeti ile icraatı arasında bir ilişki kurmak mümkün değildir.
Akıbetine, siyasi demekten başka çare yoktur.
Meselâ, Kıbrıs’ı ele alalım.
Kıbrıs’ta Türkiye’nin vazgeçilmiş bütün haklarını yeniden tesis eden, sonunda Türk askeri kuvvetlerini Kıbrıs’a şan, şerefle ithal eden bütün antlaşmaları hazırlayan, çalışan ve sonunda imza eden hep Sayın Zorlu olmuştur.
Lozan Antlaşmasındaki Kıbrıs’ın, İngiltere’ye terk edileceği sarahatine rağmen, Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde yeniden konuşması ve yeniden hak kazanması, Fatin Beyin yürüttüğü çok başarılı siyaset sayesinde neticelenmiştir.”(3)
Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşmalarına dayanarak Kıbrıs’a yaptığı tüm müdahalelerde, hep “dostumuz” (!) ve “stratejik ortağımız” (!) olan ABD’nin ambargosuyla karşılaşmıştır.
Sonuç olarak, 27 Mayıs darbesine giden süreçte, DP’nin ABD’ye rağmen, günün şartlarına uygun olarak uyguladığı bu bağımsız ve millî dış politikanın, çok önemli bir etken olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin yol boyu böyle bir bağımsız ve millî politika uygulaması durumunda, ABD, Türkiye’yi yola getirecek yeni bir formül olarak Ermeni ve Kürt sorununu masaya yatırmış; daha sonra Türkiye’nin başına bela olacak Asala ve PKK terörünün alt yapısını inşa etmeye başlamıştır. Bundan da ilk haberdar olan Fatin Rüştü Zorlu olmuştur:
“1958’in ortalarına doğru ABD, Türkiye’ye karşı yeni bir plan hazırlamıştı.
Buna göre Türkiye’yi emirlerine uyan bir uydusu gibi gördüğünden, yeni izlenecek siyasette Türkiye, Amerika’nın çıkarları oranında desteklenecekti.
Türkiye tarafından Amerika’nın başını ağrıtacak veya çıkarlarına aykırı düşecek davranışlarda bulunulursa Türkiye desteklenmeyecek veya çeşitli alternatiflerle Türkiye için sorunlar yaratılabilecekti.
Bunlar arasında Ermeni ve Kürt sorunları, hazırlanan yeni planda yerini almıştı. Amerika’nın gizli olarak hazırladığı yeni planı ilk öğrenen, zamanın Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu olmuştu” (2,3).
Şimdi soru şudur: 27 Mayıs darbesi niçin olmuştur ve niçin 3 kişi idam edilmiştir? Ele aldığımız konu açısından bu sorunun cevabı, ABD ve NATO’dan bağımsız ve millî olan bir dış politikanın yürürlüğe sokulması ve bunun da öncülüğünü, idam edilen üç kişinin yapmış olmasıdır.
AP’nin NATO Dışı Ülkelerle İlişki Kurması ve 12 Mart Muhtırası
AP (Adalet Partisi)’nin ABD ile ilişkilerinin dış politika açısından bozulmasında; 1- Kıbrıs Politikası, 2- İslâm ülkeleri ile iyi ilişkiler kurulması, 3- SSCB ile iyi ilişkiler kurulması, 4- Üçüncü Dünya Ülkeleri, Bağlantısızlar Hareketi ile ilişkilerin geliştirilmesi olmak üzere dört parametre etkilidir.
Dönemin Başbakanı Demirel’in değişik zamanlarda, bu konularla ilgili yaptığı açıklamalar, konuya ışık tutacak mahiyettedir:
“Biz komşularımızla iyi münasebetler içinde olmaya, ticari ve kültürel münasebetlerimizi geliştirmeye, etrafımızdaki bir dostluk halesi kurmaya giriştiğimiz zaman Birleşik Amerika Devletleri bundan rahatsız oldu.
Bilhassa bizim Sovyetlerle münasebetlerimizi düzeltmeye girişmemizden rahatsız oldu.”…İlk mesele buradan başlar.”
“… Sovyetler bir U-2 uçağı düşürdüler. Bu U-2 uçağı İncirlikten kalkmış. Ankara’da Sovyetlerle müzakerelerde bulunurken, ilk müzakerelerdir bunlar, Kosigin bundan şikâyet etti: “Bu, iyi komşuluğa yakışmaz” dedi.
Biz düşündük, hakikaten dediği laf doğrudur. Sonra askerlerimize sorduk; “bize lâzım mıdır bu uçağın çektiği fotoğraflar. Hayır, dediler, bunlar bize lâzım değil, Pentagon’a lâzımdır. Biz bunların çok zaman neticelerini dahi bilmeyiz.
Biz de Ruslara, Boğaz’ın önünde bulundurdukları hidrografi gemilerini şikâyet ettik. Çekin dedik hidrografi gemisini, biz de U-2 uçaklarına izin vermeyiz.
Biz U-2 uçaklarının uçuşunu durdurmuşuzdur ve Birleşik Amerika’ya demişizdir ki, buradan uçmayın. Hoşlanmamışlardır bundan.”
…Sanki kendi ülkelerinin bir parçası gibi Türkiye’yi kullanır durumda olmaları kolaylarına geliyordu.” (7).
“Bizim 1967’de bazı projelerimiz vardı. … Bunları batılılara söyledik. Bunları finanse eder misiniz dedik. Etmeyiz dediler.
Sovyetlere sorduk, siz bunları finanse eder misiniz? Ederiz dediler.
Sovyetler ile müzakere ettik, bunların inşasına geçtik.
Bundan da rahatsız oldular. Batı rahatsız oldu bundan.
1967’de Amerikan Sefiri Başbakanlığa geldi, beni ziyaret etti…
Kapıdan girdi, daha oturmadan. diye bana sordu. Yani, .
Sovyetlerle bizim münasebetlerimizi düzeltmemizden çok rahatsız olmuştu Amerika.” (7).
Demirel Döneminde SSCB ile başlatılan ilişkiler sonucu, ilk kez bir SSCB Başbakanı, A. Kosigin, 20-27 Aralık 1966 tarihleri arasında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. 25 Mart 1967’te TC ile SSCB arasında, Türkiye’de kurulacak yedi sanayi birimi için teknik ve parasal yardım antlaşması imzalanmıştır. 19-29 Eylül 1967 tarihleri arasında Başbakan Süleyman Demirel, SSCB’yi ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin ardından TC ile SSCB arasında yeni anlaşmalar imzalanmış, üst düzey ziyaret trafiği çok sıklaşmıştır (8).
Demirel döneminde ABD’yi rahatsız eden önemli dış politika konularından biri de, Arap- İsrail savaşında Türkiye’nin tutumudur. 1967 Arap-İsrail savaşında Türkiye, Araplardan yana tavır koymuş, bir taraftan Kızılay kanalı ile yardımları başlatmış; diğer taraftan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda olağanüstü toplantıda konu görüşülürken Türkiye, Araplara destek vermiş, İsrail’i işgalci olarak göstermiştir (7).
1970 yılında Ürdün ile Filistin kurtuluş Örgütü arasında çıkan çatışma, Suriye’yi de içine alacak tarzda genişleyince, ABD olaylara müdahale etmek için Türkiye’deki üsleri kullanmak istemiştir; Türkiye, buna müsaade etmemiştir (7).
Bütün bu gelişmelerin sonucunda Demirel Hükümeti, ABD/NATO işbirlikçisi bir askeri cunta tarafından 12 Mart Muhtırası ile düşürülmüştür.
Sonuç: Yorumsuz!
Gerek Menderes ve gerekse Demirel Hükümetleri, uyguladıkları dış politika ile ABD tarafından Türkiye’ye “çizilen dairenin dışına çıkmışlardır”. Bu nedenle her iki lider de, darbe/muhtıra ile düşürülmüştür. ABD/NATO, sivil İktidarlardan alamadıklarını ve sivil iktidarlara yaptırtamadıklarını, darbe dönemi hükümetlerinden almışlar ve her istediklerini onlara yaptırtmışlardır. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, bu konuda önemli bir tespitte bulunmaktadır:
“Amerika, şuna aldırmaz: Bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz.
Amerika, o memleketin kendisine ne ölçüde tâbi olduğuna, kendi politikasına ne dereceye kadar satelit (uydu) haline gelebileceğine bakar.
Amerika, eğer bir Nihat Erim Hükümeti ile haşhaşı men ettirebilecekse, Türkiye’nin lâyık olduğu idare tarzı Nihat Erim hükümetidir.” (8).
Kaynaklar:
Chomsky, N., ABD Terörü-Terörizm Kültürü, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991, s. 200-205.
Bağlum, K., Anıpolitik 1945-1960, Bilgi Yayınları, Ankara, 1991, s. 229-230
Yetkin, Ç., Türkiye’de Askeri darbeler ve Amerika, Kilit Yayınları, Ankara, s.63-68
Yavuzalp, E., Menderes’le Anılar, Bilgi yayınları, Ankara, 1991, s.72.
Günver, S., Fatin Rüştü Zorlunun Öyküsü, Bilgi yayınları, Ankara, 1985, s.133.
Ilıcak, N., 15 Yıl sonra 27 Mayıs Yargılanıyor; Kervan Yayınları, İstanbul, 1978, C:1, s.169
Yetkin, Ç., age. s. 111-121.
Cem , İ., Tarih Açısından 12 Mart, C. II-Tarihteki Yeri ve Sonuçları, Cem Yayınları, İstanbul, 1977, s. 51.