Türkiye’deki fitnenin perde arkası

Yazarlar
Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Türkiye’deki fitnenin perde arkası – 5: Türkiye’nin bağımsız kalkınma ve ekonomi politika izlemesi açısından 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mar...
EMOJİLE

Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Türkiye’deki fitnenin perde arkası – 5: Türkiye’nin bağımsız kalkınma ve ekonomi politika izlemesi açısından 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırası” başlıklı yazısı….

Geçen yazıda, 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırasını, Türkiye’nin, Şer İttifakından (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) bağımsız bir dış politika izlemesi ve komşuları ile iyi ilişkiler geliştirmesi açısından ele alıp incelemiştik. 

Burada, 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırasını, Türkiye’nin Şer ittifakından bağımsız ekonomi ve sanayileşme politikaları izlemesi açısından ele alıp inceleyeceğiz.

DP’nin Kalkınma, Sanayileşme, Bağımsız Ekonomi Politikası ve 27 Mayıs Darbesi

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1949 yılında, Uluslararası İmar Ve Kalkınma Bankası’ndan (Dünya Bankası),Türkiye’nin kalkınma modeli için bir rapor istemiştir. Rapor, Amerikalı James ‘M. Barker başkanlığındaki Amerikalı uzmanlar kurulunca hazırlanmış ve tarihe Barker Raporu olarak geçmiştir. CHP, 1950 seçimlerini kaybettiği için, hazırlanmış olan Rapor, DP iktidarına verilmiştir (1). Barker raporu, “Türkiye’nin Ekonomisi-Bir Kalkınma Programı İçin Analiz ve Öneriler”i ihtiva etmektedir. 

Rapor’da Türkiye’nin kalkınması için öngörülen yol haritası, aşağıdaki gibi özetlenebilir(1):

1- Öncelik, tarıma verilmelidir. 

2- Sanayi olarak soba, basit pompa, pulluk, çekiç ve testere gibi şeylerin üretilmesi, tuğlacılık, camcılık, dericilik, mobilyacılık, basit aşı ve serum yapımcılığı, sabunculuk, çanak çömlekçilik ile uğraşılması.  

3- Ağır makine ve metal işleme sanayi, ağır kimya sanayi, selüloz ve kâğıt sanayiine yatırım yapılmaması.

4- Sınırlı olarak tekstile yer verilmesi, aşırıya gidilmemesi.

5- Yukarıdaki sanayi yatırım alanları dışında kalan; fakat o güne kadar gerçekleştirilmiş bulunan devlet yatırımlarının tasfiye edilmesi.

6- Karayolları yapımı devam etmeli; fakat demiryolları siyasetinden vazgeçilmelidir, 

7- Başlanmış olan Sarıyar Barajı bitirilebilir. Ancak daha büyük projelere girilmemelidir.

8- Hükümet, devletin sanayi, madencilik ve ticarete doğrudan katılma kapsamını çok daha açık bir biçimde tanımlamalı ve daraltmalıdır.

9- İktisadi devlet kuruluşları satılarak elden çıkarılmalıdır. Devletin iktisadi hayata müdahalesi sınırlandırılmalıdır. 

10- Hükümet, iktisadi devlet kuruluşlarının yararlandığı ayrıcalıkları kaldırmalıdır,

11- Yabancı sermayenin önündeki engeller kaldırılmalı ve koşullar yabancılar için çekici duruma getirilmelidir.

Barker Raporundan önce Türkiye için hazırlanmış olan Thornburg Raporunda da; “Bir kısım saban, taşıma arabaları, el aletleri gibi basit mallar Türkiye’de imal edilebilir.” ifadesinin yer alması (2), ABD’nin Türkiye’ye biçtiği rolün, ABD için bir hammadde kaynağı olması olarak değerlendirilebilir. 

DP Milletvekillerinden ve Yassıada sanıklarından gazeteci Mithat Perin’e göre ABD ve Avrupa, Türkiye’nin sanayileşmesini, kalkınmasını ve ağır sanayiye girilmesini, demir-çelik fabrikası ve rafineri gibi tesislerin kurulmasını istemiyordu. Türkiye’yi bir tarım ülkesi, tahıl, hububat, meyve, sebze ambarı olarak görüyorlardı, görmek istiyorlardı (1). 

İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nin İngiltere’ye verdiği gizli raporlarda, ABD’nin, Menderes ve Zorlu’nun tutumlarından hoşnut olmadığı, onlardan “yatırımları ve sanayileşmeyi durdurmalarını” istediği belirtilmektedir (1). İngiliz Büyükelçisi James Bowker’in, 8 Haziran 1955 günlü raporunda ise, ABD’nin, Menderes’ten Zorlu’yu görevden almasını istediği ifade edilmektedir (1):

“Zorlu’nun görevden alınıp, daha az fikri sabitleri olan ve Amerikalılar ile anlaşabilecek birinin ekonomik işlerin başına, getirilmesi herkes için iyi olacak.”

DP iktidarı döneminde Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan Melih Esenbel’e göre de, ABD, Türkiye’nin kalkınmasına ve sanayileşmesine karşı olup, kalkınma hızının düşürülmesini istemekteydi (1):

“Amerika, Menderes’e ve Zorlu’ya baskı yapıyordu. Amerika, Menderes’ten devalüasyon yapmasını, ithalatı kısıtlamasını, kalkınma hızını düşürmesini istiyordu. O zaman kalkınma hızı yüzde 8-9 dolayına çıkmıştı ve bizden 4’e düşürmemizi istiyorlardı. Menderes ise başlattığı yatırımları tamamlayabilmek için sonuna kadar direndi… 

Dayton (Amerikan Yardım Heyeti Başkanı Leon Dayton), yardımı çok dar seviyede tutmak istiyordu. Hatta o kadar ki, inşa etmek istediğimiz yeni barajlara bile karşı çıkıyordu…”

Menderes, Türkiye’nin Batının bir tarım ve hammadde ülkesi olarak kalmasını istememekteydi. Sanayileşmeye çok yönlü bakmakta, fabrikalaşmanın Anadolu insanının hayat seviyesini yükselteceğine inanmaktaydı (3):

“Menderes: “Bu yabancı, Türkiye’de bir fabrikanın fonksiyonu nedir bilmez. Biz fabrikadan, üretim yanında başka fonksiyonlar da bekleriz. Türkiye’de bir yere fabrikanın kurulması demek, oraya, okul, revir, doktor gitmesi demektir. 

Fötr şapkalı adam gitmesi, istihdam yaratılması ve tarımın gelişmesi demektir. 

Bunları o adam bilmez ki… Ona akıl hocalığı yapan benim adamım da bilmez. 

Benim için mesele, şekerin sadece kilo başına maliyeti değildir. Ben fabrikaları kurarken onun bu yan fonksiyonlarını da göz önünde tutmak mecburiyetindeyim.

Gereğinden çok fazla fabrika yaptığımız söyleniyor. Yani fabrika yapmayıp da hep pamuk ihracatçısı mı kalalım. Ne için pamuğumu işleyip satmayayım? 

İhracat niye yapamayalım? Farz edin ki, ihraç edemedik. O zaman bez yapar satarım. O da olmadı iplik yapar satarım. Hammadde satıcısı olmamdan daha iyi değil mi?…”

ABD ve Batıya rağmen hem dış politika, hem de kalkınma hızı ve sanayileşme açısından kısmen bağımsız politikalar izleyen Menderes Hükümeti, ABD işbirlikçisi bir cunta tarafından 27 Mayıs Darbesi ile düşürülmüş ve sonuçları önceden bilinen Yassıada duruşmaları sonucunda, ABD’ye direnen üç kişi idam edilmiştir.

Adalet Partisi’nin (AP) Kalkınma, Sanayileşme, Bağımsız Ekonomi Politikası ve 12 Mart Muhtırası

Demirel de, Menderes gibi Türkiye’nin kalkınmasını, sanayileşmesini isteyip ABD’den kısmen bağımsız politika izlemeye başladığında, çok güçlü bir reaksiyonla karşılaşmıştır. Demirel’in açıklamalarında bu olguyu çok rahatlıkla görebiliriz (4):

“Demirel: “Bizim 1967’de bazı projelerimiz vardı. Maden kaynaklarımızı kullanmakta çok sıkıntı içindeydik. Biz cevher ihraç eder, metal ithal ederdik. 

Mesela 5 ton cevher veririz, karşılığında 1 ton metal alırız. Soyulmadır bu. Bu cevheri işleyen fabrikalar kurmak düşüncesindeydim, zaten devletin de bir planı vardı, o plana da bunu koymuştuk. 

Bir demir-çelik fabrikası daha yapalım, bir alüminyum, çinko, kurşun ferro-krom, boraks. Cıva, krom-manyezit, volfram fabrikası yapalım istiyorduk… Rafineri kapasitelerini arttıralım, yeni rafineri yapalım dedik.

…Bunları batılılara söyledik. Bunları finanse eder misiniz dedik. Etmeyiz dediler.

Sovyetlere sorduk, siz bunları finanse eder misiniz? Ederiz dediler. Sovyetler ile müzakere ettik, bunların inşasına geçtik.

Bundan da rahatsız oldular. Batı rahatsız oldu bundan. 

 “…Batı, Türkiye’nin sanayileşmesini istememiştir. …Bize tavsiye edilen tarımdır ve hafif endüstridir ve ağır sanayi ve sanayileşmenin diğer kollarını pek hoş karşılamamışlardır. 

Barker raporundaki bakış da odur, bundan sonra tavsiyeler de hep tarım ve hafif sanayi istikametinde olmuştur. 

Ama Türkiye, 50’li, 60’lı ve 70’li yıllarda bunu dinlemedi, sanayileşmeyi geniş çapta yaptı…”

Demirel döneminde Türkiye’nin kalkınma projelerini, Batı finanse etmemiş; fakat SSCB, farklı gerekçelerle de olsa finanse etmiştir. 25 Mart 1967’te, TC ile SSCB arasında, Türkiye’de kurulacak yedi sanayi birimi için teknik ve parasal yardım antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın uzantısında Arpaçay Barajı protokolü yürürlüğe sokulmuş, İskenderun Demir-Çelik Sanayii, Aliağa Petrol Rafinerisi ve Seydişehir Alüminyum İşletmeleri kurulmuştur (4).

Demirel’in, ABD ile arasında en önemli meselelerinden biri de, ABD’nin Türkiye’deki haşhaş ekiminin yasaklanmasını istemesidir. Demirel iktidarının, ABD’nin bu isteğini reddetmiş olması, 12 Mart Muhtırasının verilmesinde çok önemli bir etkendir. ABD, Ecevit’i haşhaş ekimini yasaklayan bir kanunun Meclis’ten geçmesi için ikna etmeye çalışılırken; Demirel’e de, haşhaş ekimini yasaklayacak bir kanunun çıkarılması için baskı uygulamaktaydı (5): 

Demirel: “1969’da Nixon Cumhurbaşkanıydı. Bana bir temsilcisini gönderdi, buradaki sefirini de birkaç kere gönderdi. Temsilcisiyle, şurada benim bir çalışma odam vardır, orada konuştuk. Dedi ki, uyuşturucu madde kullanımından gençliğimiz fevkalade sıkıntı çekiyor, bunun hammaddesi olan baz morfinin Türkiye’den geldiği kanaatindeyiz; binaenaleyh haşhaşın Türkiye’de ekiminin yasaklanmasını istiyoruz.

Benim o zata söylediğim şudur: Bakın, Türkiye’nin çıkardığı 120 ton afyonun hepsi Birleşik Amerika’ya gitse bile bu bir haftalık ihtiyacıdır Birleşik Amerika’nın. 

Afyonun memleketi Türkiye değildir; afyonun memleketi altın üçgen memleketleridir, Uzakdoğu ve Hindistan’dır. Hindistan 1000 tondan fazla çıkarıyordu o gün için. 

Ama biz sizin gençlerinizi zehirliyoruz gibi bir töhmetin altında kalmayız, her türlü muameleyi sıkılaştırırız gümrük muameleleri dâhil, hudutlar dâhil. Ekimi de daraltırız. Yalnız ekimini yasaklayamayız. 

Türkiye’de ismini afyondan alan bir il var. Esasen yasaklamayı biz yapsak bile sürdürmek mümkün değildir. Çok büyük infial doğar, böyle bir şeyi yapamayız. 

Buna da bir müddet alınganlık gösterdiler. 

Bu, 12 Mart Muhtırası öncesindeydi. 12 Mart Muhtırası neticesinde ben hükümeti bıraktım. Merhum Nihat Erim Bey işte o günkü partiler üstü hükümetin başına getirildi. Biz hükümeti bıraktıktan kısa bir süre sonra da afyon yasağı gelmiştir.” 

Ecevit’e göre ABD, Türkiye’de haşhaş ekiminin yasaklanmasını isterken, bir taraftan Hindistan’a haşhaş üretiminin artırılması için baskı yapıyor; diğer taraftan kendi ülkesinde haşhaş üretimini yeniden başlatıyordu. Ayrıca, Laos, Kamboçya, Vietnam’da Amerikan yanlısı gerillalara maddi imkânlar sağlayabilmek için CIA, bunların haşhaş üretimi yapmalarını destekliyor ve bunların ürünlerinin Amerikan piyasasına sürülmesi için de destekçi oluyordu (5). Yanı ABD’nin asıl niyeti, ABD gençliğinin korunması değil; muhtemelen, bölge ekonomisinin zarar görmesi ve de siyasi iktidarın belli bir halk desteğini kaybetmesi, yıpranmasıydı.

ABD’ye kısmen de olsa hayır diyen/diyebilen Demirel hükümeti, ABD ve NATO açısından güven vermeyen bir iktidardı ve de tehlikeliydi. Bu nedenle 12 Mart muhtırası ile düşürülmüş; ABD’ye evet diyen Nihat Erim muhtıra hükümeti iş başına getirilmiştir. 

Sonuç: “Batılı Devletlerin Dostları Yoktur, Yalnızca Çıkarları Vardır”

DP Milletvekillerinden Adnan Selekler, Türkiye’nin başına gelenleri, batı ile olan çıkar çatışmasını esas alarak izah etmektedir (6):

“Kapitalizmin en gelişmiş aşaması olan emperyalizmin, tarıma dayalı ekonomik bünyesi ile Türkiye’yi bir pazar olarak muhafaza etmek isteyeceğini, sanayileşme gayretlerinin karşısına çıkacağını, yadırgasak bile bilmeliyiz ki; 

“Batılı Devletlerin dostları yoktur, yalnızca çıkarları vardır.” sözü daima geçerliliğini korumaktadır.”

Prof. Dr. David, A. Baldwin’in “Dış Yardım ve Amerikan Dış Politikası” adlı kitabında dış yardımların asıl amacının ne olduğunu şöyle açıklamaktadır (1):

“Dış yardım, dış politika kapsamı içinde ele alınmalıdır. Dış yardım, devlet yönetiminin en önde gelen tekniklerindendir. Başka bir deyişle, bu yolla, bir ulus, öteki ulusları istediği yöne çekmeye çalışır. …Dış yardımın bir başka amacı da, dost hükümetlerin iktidarda kalmalarına yardımcı olmaktır .” 

Gerek Menderes ve gerekse Demirel Hükümetleri, uyguladıkları ekonomi politikalar ile ABD tarafından Türkiye’ye “çizilen dairenin dışına çıkmışlardır”. Bu nedenle her iki lider, darbe/muhtıra ile düşürülmüştür.

ABD/NATO, sivil iktidarlardan alamadıklarını ve onlara yaptırtamadıklarını, darbe dönemi hükümetlerinden almışlar ve her istediklerini onlara yaptırtmışlardır:

“Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil: “Amerika, şuna aldırmaz: Bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Amerika, o memleketin kendisine ne ölçüde tâbi olduğuna, kendi politikasına ne dereceye kadar uydu haline gelebileceğine bakar. Amerika, eğer bir Nihat Erim Hükümeti ile haşhaşı men ettirebilecekse, Türkiye’nin lâyık olduğu idare tarzı Nihat Erim hükümetidir.” (7).

Kaynaklar

1- Yetkin, Ç., Türkiye’de Askeri darbeler ve Amerika, Kilit Yayınları, Ankara, 2011, S: 52-62.

2- Altan M., Süperler ve Türkiye – Türkiye’de Amerikan ve Sovyet Yatırımları; Afa yayınları, İstanbul, 1986, S: 82-83.

3- Yavuzalp, E., Menderes’le Anılar; Bilgi Yayınları, Ankara, 1991, S: 89-95. 

4-Yetkin, Ç., age., S:113-115. 

5- Yetkin, Ç., age, S: 138-141.

6- Selekler, A., Politikanın Öbür Yüzü; Milliyet, 11-28 Mayıs 1980. XVI. 26 Mayıs 1980. 

7- Cem , İ., Tarih Açısından 12 Mart, C. II-Tarihteki Yeri ve Sonuçları, Cem Yayınları, İstanbul, 1977, s. 51.