Türkiye, AB’yi Ortadoğulaştırıyor mu?

Yazarlar
Akif Emre’nin Yenişafak gazetesinde,Türkiye AB ilişkileri ve mülteci sorunu üzerine önemli tespitlerde bulunduğu yazısında ” Batının görmek istemediği, popüler kültür endüstrisi ...
EMOJİLE

Akif Emre’nin Yenişafak gazetesinde,Türkiye AB ilişkileri ve mülteci sorunu üzerine önemli tespitlerde bulunduğu yazısında ” Batının görmek istemediği, popüler kültür endüstrisi ile özendirilen hayat tarzının tetikleyici gücü… Her şey gibi hayaller de küreselleşiyor; Batı bunu fark etmek istemiyor. İç savaşta harap olan ülkelerinden bunca yolu göze alan insanların durdurulmadığı takdirde ortaya çıkacak görüntüden AB şimdiden ürktü.” diyor.İşte o yazı..

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme hikayesi her iki taraf için de ikircikli bir durumdur. Olanca stratejik, politik mülahazalara rağmen son derece duygusal faktörlerin devreye girdiği, hatta belirleyici olduğu süreçtir.

Devletler arası ilişkilerin son derece rasyonel, fayda-çıkar hesabına göre yürütüldüğü tezinin tüm boyutlarıyla geçerli olduğu ama bir o kadar da kültür, tarih gibi faktörlerin her zaman için sabit belirleyiciler olduğu bir ilişkiler ve de çelişkiler yumağıdır. Böylesi çok faktörün devreye girdiği ilişkilerin dönemsel olarak mahiyetinin çelişkiler serdetmesi kaçınılmaz olacaktır.Yine de tüm çelişkilerine rağmen iki farklı dünyanın ilişkisini belirlemede duygusal ve psikolojik etkenlerin sürekli ve bu kadar belirleyici olarak öne çıktığı başka örnek de az bulunur.

Tüm bu birbiriyle çelişkili gibi duran ama bütününe bakıldığında tarihsel süreklilik arz eden Avrupa-Osmanlı-Doğu-Türkiye ilişkileri temelde iki farklı medeniyetin karşılaşmasının tarihidir.
Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini belirleyen çekincelerin itiraf edilmeyen duygusal gerekçeleri, bilinçaltındaki duvarlar resmi söylemle örtülmeye çalışılır. Aslında ne kendini artık Batı uygarlığına ait gören modern Türkiye, ne de artık bir Hristiyan birliği olmadığını, Türkiye ile ortak hedeflere yürüdüğünü iddia eden AB bunun gerçeğe tekabül ettiğine inanmıyor.
AB – Türkiye ortaklık ve tam üyelik süreci ilerledikçe birlik tarafında su yüzüne çıkan gönülsüzlükleri açıklayan anahtar terim Ortadoğululaşmak… Tarih boyunca Avrupalılık bilinçaltını modern zamanlara taşıyan gerekçe olarak Ortadoğululaşmak, aslında iki farklı medeniyetin coğrafya diliyle ifadelendirilmesidir.

Son on yıldır devam eden üyelik anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin olanca heveskarlığına rağmen AB’nin ‘Kopenhag Kriterleri’ne aykırılık resmi gerekçesini oluşturdu. Resmen dillendirilmeyen gerekçe ise Ortadoğululaşmak…

Türkiye’nin tam üye olması Batılılığının tescili sayılacakken bir Ortadoğu ülkesini içine almış olmakla bir anda AB Ortadoğu ile sınırdaş hale gelecekti.

Paradoksal biçimde Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye kapılarını açmasının gerekçesi de Ortadoğululaşma sendromu.

Ortadoğu’nun Avrupa başkentlerine yürüyor olması, açık bir “demografik tehdide” dönüştüğü algısı AB’nin Türkiye’yi hatırlamasına neden oldu. Türkiye’yi içine almayacak kadar Doğulu ve büyük gören ama kendi başına bırakmayacak kadar potansiyel rakip gören formülasyon esası değiştirmeden sanki revize edilmiş gibi oldu.

Yüzbinlerin Avrupa içlerine doğru yürüyüşe geçmesi doğu batı, güney kuzey hattındaki derin sosyoekonomik çatlağın büyüklüğünü ortaya serdi. Bu derin çatlak AB karar vericilerinin tehdit algısını harekete geçirerek pratik çıkarlarını öncelemeye neden oldu. Tarihi aynı zamanda en azından jeostratejik olarak Avrupa tarihi olan Osmanlı’yı atlayarak Avrupa kimliğinin imkansızlığının farkında olan AB, tekrar tarihe dönmek zorunda kaldı.

Mülteci akınını bir anda Roma’nın kapılarına dayanan barbarlar gibi algılayan “küresel Roma” iddiasındaki AB, Türkiye’nin Ortadoğulu yanını yeniden keşfetti adeta.

Türkiye’yi bir tür tampon işlevi görerek, mülteci havuzu misyonu yükleyerek ilişkileri tekrar yenilemesi, hatta vizesiz seyahat gibi kulağa hoş gelen vaatlerde bulunması bir tür çaresizliğin, tehdit algısının ne denli derinlerde hissedildiğinin göstergesi olarak okunmalı.Mültecileri durdurulması istenen Türkiye’ye muhayyel bir zaman içinde tam üyelik işaretleri veriliyor yeniden. Aslında her iki taraf da başından beri şu gerçeğin farkında değilmiş gibi davranıyor: AB’nin Türkiye’yi içine almak gibi bir niyeti yok.

Göçmen krizi ile tekrar canlanan ilişkilerin ne kadar pragmatist ne kadar ilkesiz temelde yürütüldüğünü belirtmeye gerek yok. Mülteci havuzu karşılığı yeni sayfanın açılması Avrupa uygarlığının ilkesel düzeyde düştüğü derin çelişkiyi de deşifre ediyor.

Avrupa’nın Türkiye’ye zeytin dalı uzatarak yakınlaşması kısa vadede uçak krizi sonrası Rusya’nın Türkiye’yi Uluslararası arenada yalnızlaştırma girişimine bir cevap olabilir. Avrupa da şimdilik, Ortadoğu’dan akan insan seline set çektiğini de düşünebilir. Suriye’den, Irak’tan kopup gelen kitleler Avrupa’ya geçmesinler de ne olursa olsun mantığı ile palyatif bir çözüm…

Paranın, kültürün ve tüketimin küreselleştiği bir dünyada insan göçünün bundan etkilenmemesi imkansız. Batının görmek istemediği, popüler kültür endüstrisi ile özendirilen hayat tarzının tetikleyici gücü… Her şey gibi hayaller de küreselleşiyor; Batı bunu fark etmek istemiyor. İç savaşta harap olan ülkelerinden bunca yolu göze alan insanların durdurulmadığı takdirde ortaya çıkacak görüntüden AB şimdiden ürktü.

Ancak Avrupa’nın fark etmediği, güney kuzey çelişkisi giderilmeden, daha adil bir paylaşıma dayalı hayatlar kurulmadan, hayallerin küreselleştiği bir dünyada yoksunların yürüyüşü nasıl durdurulacak?
Bu bir hayal göçüdür; elinden alınan hayatın aynı zamanda terk ettiği hayat olduğunu fark etmeden çıkılan bir yoldur. Mülteciler, Batının hayalini küreselleştirdiği hayatı paylaşmaya niyetinin olmadığını yolun sonunda fark ettiklerinde terk edilen hayatları bulabilecekler mi?
En önemlisi, Türkiye kaybettikleri “hayat”ı geri verebilecek mi?