Röportaj: Bilal Can
Muhammed Faruk Arslan yazdığı iki kitap olan Tarifsiz Aşkın Tarifi ve Aşk Soluyorum Gözlerinden eserleriyle okuyucu karşısına aşk ve hüzünle giren hem sesiyle hem de yorumuyla yürekten seslenen insanlardan biri. Mesaj Fm’de yaptığı Vakti Kuşanmak programında aşkın hüzün rengini ve doğulu sancılar çeken insanların sesi olarak her hafta misafirlerini bekliyor.
Söyleşimizi Muhammed Faruk Arslan’ın sesi ve yazdıkları minvalinde yaptık.
Muhammed Faruk Arslan’ı kendi kelimeleriyle tanıyabilir miyiz?
Hayatın tınılarını heybesine doldurma telaşıyla yaşıyor…
Hüznü çok seviyor…
Kedersiz bir hayatı boş görüyor…
Aşk deyince susmayı tercih ediyor..
Çünkü; o an o değil yüreği konuşuyor..
Cumartesi akşamlarını edebiyata esir etmiş…
Eşini atan kalbi olarak görüyor… Aşkı ise o kalbin gıdası..
Aşk ile kalbinin gıdasını temin etmek için,
gözlerini bir öğün eşine
bir öğün kızına
bir öğünde yazmak istediği kelimeleri
sevenleriyle paylaşmak adına müdavimlerine ayıran; kendisine bahşedilmiş mütevazi bir hayatın sessiz tınılarıyla yoğrulup kelime işçiliği yapan biri..
Radyo programcılığı hayatınız nasıl başladı?
1993 Eylül ayında yayın hayatına başlayan Mesaj Fm radyosunun bir dinleyicisi olarak başladığım bu yolculuk, radyonun açık kaldığı tüm saat diliminde devam ediyordu. Takip ettiğim programlardan hem faydalanıyor hem de etrafımdakilerle kotardığım bilgi kırıntılarını bölüşüyordum. Sonrasında hep dimağımın bir köşesinde barındırdığım bende acaba program yapabilir miyim düşüncesi fiilen başvuru yapana kadar devam etti. Sonrasında yaptığımız başvuruda önüme şu şart konmuştu iki hafta deneme süresi takdir görürse devam edersiniz yoksa noktalarız. Tabi bu ilk etapta bakıldığında sadece iki programa tekabül ediyordu. Vira Bismillah dedik ve başladık. 15 Yıl oldu hala noktalayamadık. Galiba bir rahatsızlık bu, devası olmayan.
Radyo programları yapmak ve günümüzde bir dinleyici kitlesi oluşturmak kolay değildir. Siz bunu nasıl başardınız?
Her işin başı samimiyettir. Samimi bir kalbi, sesi, yüreği, gözlerini size dikmiş, ruhuyla size adapte olmuş, ağzınızdan çıkacak en ufak bir cümlenin dahi ne kadar anlam taşıdığını ne kadar sizinle değer bulduğunu zaman ilerledikçe görebiliyorsunuz. Yaklaşık yirmi beş program yaptım on beş yıllık radyoculuk hayatımda.. En uzun soluklusu Vakti Kuşanmak Programı ki on yılını tamamlayan bir program bu. Onca program sonrası bir edebiyat programında karar kıldık. Edebiyat programında karar kılmamdaki neden ise şu. Şiir ve nesirin kalbe sirayet ettiğine hiçbir kuşkum kalmamasıdır. İnsanın başı okşanırken aldığı hazzın kat be kat fazlasını kalb okşandığında alır insan.. İşte bu kalp okşaması da şiir ve nesirle olur. Kısacası on yıldır sadece kalp okşuyorum sesimle kelimelerimle.. Edebiyat ağırlıklı program yapılırken, ikinci planda görülen ama asıl bir programın yarısı olan fonlarında yüreğe hitap etmesi unutulmamalı. Kitlenin oluşmasında dört unsur vardır kanımca, kişinin samimiyeti, aktardıklarının kalitesi, seçtiği fonlar ve dinleyenin bilgi düzeyi.. Bu dört unsur bir programcının programının uzun soluklu olmasındaki asıl etkenlerdir bu şekilde bir kitle oluşturduğumu düşünüyorum..
Aşk Soluyorum Gözlerinden ve Tarifsiz Aşkın Tarifi isimli iki kitabınız var. Bu kitapların hikâyeleri nelerdir?
Tarifsiz Aşkın Tarifi 2006 Eylül ayında, gece sancılarının, kalp sızılarının yürek imbiğinden süzülerek atılmış ilk adımıdır.
Kavrulmuş dimağın ruha damıttığı kırıntılarla beslenen kalbin, gündönümü sızılarını kalemden uruc edip, kimi zaman kendiyle söyleşmesi, kimi zaman Aşka serzenişidir, Tarifsiz Aşkın Tarifi. Geceye sarkan kederin çokluğundan kaynaklanan bir vaziyetin yalın hali ile beyaz kağıda dökülüp sunulmuş bir dilekçedir okuyabilene, Tarifsiz Aşkın Tarifi. Ağırlaşan kirpiklerden düşen damlaların yürek çeperini aşındırmış bengisu pınarından bir billur Tarifsiz Aşkın Tarifi. Hüzünle boynunu eğmiş bir lale tutkusu, aşka ram olmuş kalp burkuluşu, gözlere dipnot düşülmüş yalvarıştır Tarifsiz Aşkın Tarifi.Yüreğe dokunan hüzzam bir tını, zifiri karanlıktan kotarılmış duyguların, kuşların kanadına teslimi, bedeni yorgunluğun karınca sırtına yüklenmesi ve gülün bülbül ile söyleşmesidir Tarifsiz Aşkın Tarifi.İşte tüm bu söyleşmelerin dertleşmelerin hüzün ve sevinçlerin toplamında yürek ambarından okuyucuya bu duygularla sunulmuştur Tarifsiz Aşkın Tarifi.… Ve titrek, ürkek, çekingen tavrın ardına gizlenmiş bir Aşkın merhabasına atılan ilk imzadır Tarifsiz Aşkın Tarifi.
Aşk Soluyorum Gözlerinden 2007 Ekim ayında Aşkın üç yoldaşına ayrılmış olup gecenin kollarına atılmış uykudan bertaraf edilen duyguların yekvücut halini andıran bir yazım denemesidir.
Yeni batmaya yüz tutmuş günün matemi ve dertlerle hüzün sarmalında yoğrulan gecenin iç burkan ıslık sesinde Aşk Soluyorum gözlerinden. Kalbe açılan cümle kapısından kalemin damıttığı karanfil türküsü, bir leylak şarkısı ve gül ağıtı tohumlarını yüreklere serpiştirirken Aşk Soluyorum Gözlerinden. Dört mevsime dört yüreğe dokunur kelimeler, gecenin efsuni vaktine tutunur tüm sızılar, kelimeler hazin bir yağmura karışırken Aşk Soluyorum Gözlerinden. Ne hüznün aşkından nede kederin sevdasından habersiz umutlar, gözler flu bekliyor yokuşlarda bir yerlerde ve eteğinde biriktirdiklerini çepelleşmiş yanaklarından ılık ılık salarken Aşk Soluyorum Gözlerinden. Özgüvene sığınmış kalbin ritmine ayak uydurmuş duygu birikintisi ile atılan ikinci imzadır Aşk Soluyorum Gözlerinden. Aşk soluyorum gözlerinden üç bölümle okuyucu karşısına çıkıyor. Aşka, Hüzne, Kedere. Üç bölüme ayırmamızdaki neden Aşkı olgunlaştıran hüznün ve kederin aşksız olmamasındandır.
Deneme türünden yazdığınız eserlerinizde yürekten seslenişlerle hep hüznün sancılı hali, aşkın elif hali, var. Bir yazı neresinden kanar?
Eğer kalbinizi sıktığınızda acılarınız ve acı damıtan aşkınız, ona dair mahreminde muhafaza ettiği cümleleri harlamıyorsa; geceye saldığı gözyaşının utancını yüreğinde gizleyemiyorsa, bir muska gibi hüznü göğsünde, kederi ufka baktığında gözlerinde dalgalanmıyorsa o ve kalem kelama başlarken bir neyin ruha dokunması gibi ruhuna dokunup kalbini okşamıyorsa, ona dair kimi zaman yakıp yıkan ve kimi zamanda onaran bir ruh halinin buhurdanlıktan uçuşan buhur gibi kalemden sökün etmiyorsa onsuz geçen zamanın, ızdırabın, sabır mayası ile yoğrulmuyorsa, hayatın her anına onunla bir köprü kuramıyorsa yüreğinde, gökten yağmur değil de, hep o ama o yağıyorsa narin dudakların pembe kıvrımlarına, işte yazı ordan kanamaya başlıyor demektir.
Kanayan yaraya tuz basan mıdır şair yoksa tuz basılmış yaraya acı basan mıdır şiir?
Aslında Mecnun olma noktasındaki bir durumdur.. Her şair her yazar biraz Mecnundur. Mazoşist bir ruh hali acıdan zevk alan yani. Fuzulinin gazelinde beyan ettiği gibi “ Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni / Bir dem belayı aşktan kılma cüdâ beni ”. Ya Rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni, bir an bile ayırma aşk belasından beni… Bir ara işi azcık ironi katarak espiritüel bir cümle kurarak bu hali “Aşk bir beladır, Allah belanızı versin” diyerek bir atıfta bulunmuştum. İşte her yazar ve her şair yarasına tuz basılmış olsa da tuz basılmış yaraya acı basmak adına yazar şiir ve yazılarını. Birbirini tamamlayan iki unsur gibi..
Neden aşkın saf halinde hüzün peronlarında baş köşeye oturur aşık?
Aşkın hangi peronunda iner ağrılarım bilmez, bilmez gözlerimin taşıdıklarını, gömleği yırtılmış bir aşkın hangi mısrasıdır hüzün bilmez. Bir filinta gibi gönül şehrini işgal altına alma hevesi nasıldır bilmez. Hüzün deminde geceyi yalnızlığa tutsak etme ve kâkülünden ırmaklarla beslenen gönlümün hazin koridorlarında sakladığım ahları bilmez. Muannit bir yaradılışın verdiği olumsuzluklara rağmen müphem duygu atmosferinde soluduğum kelimelerin puslu anlamlar barındırdığı gönül heybemin hüzne bulandığını bilmez. Firkatiyle ne kadar esef duysam da girift duyguların hayatımı parsellediği anlardan uzaklaşmak adına ücra köşesine çekildiğim yaşamdan intikam almak için sabrı kuşandığımı bilmez… Usul usul adımladığım sessiz sokakların tenha köşesine sinmiş yürek burkan manzara karşısında tüm heybetine rağmen o anın firakıyla günlerce rahatsız olan yüreğimi bilmez. Maziye dalarken dimağı uyuşturan düşüncelerden sıyrılmadığım demlerin kekremsi tat bıraktığı ummanlara kulaç attığımı bilmez.. Hasılı kelam hüzün peronu aşıkların peronudur… Çünkü sadece o peron aşıklara açıktır.. Ve yalnızca aşıklar o peronda başköşeye oturur…
Maşuk neden hep gözü yaşlıdır?
Aşkın en harlı anı ile terk edilişin ilk günlerinde kişi aşkın veya acının hiç bitmeyeceğini, yüreğinin ömür boyu sızlayacağını ve mutlu olacağını sanmasından kaynaklanan ilk başvuru kaynağıdır gözyaşı…Hayatı günlük gülistanlık yapan sevgilinin hiç gitmeyeceğini düşünerek yaşadığı mutluluğun bir gün "elveda" demesiyle yürekte oluşan acının hiç terk etmeyeceğini düşünmesine yol açar bu hal… Mutlu olsa da huzurlu olsa da günler acı içinde geçer, gecelerce ağlar, çünkü mutluluğun arka yüzü hep ayrılıktır. Hiçbir zaman mutluluğun ön yüzünü görmez hep akıl ayrılıktadır. Ya koparsa ya giderse ya biterse evhamlarıyla yanar durur. O an acı içinde dağ gibi büyür, kalbini buram buram ayrılık kokuları sarar …Bitmeyecek sanılan acı ya içini kanatır yada gözünü.. Her ikiside kanlı gözyaşıdır biri ruhunuza akar biri yanaklarınıza…
Aşık ve maşuk üzerine bu sorulardan sonra tekrar özel sorulara yönelecek olursak Vakti Kuşanmak isimli bir radyo programınız var. Yazmakla ses vermek arasındaki ilişki nedir?
Ruha giydirilmiş duyguların acıya ulayan yanlarını ateşin özsuyundan süzerek aşk zehrine bandırılıp akıttığı gözyaşıdır kalemin, yazmak.. Utangaç yağmur gibi dökülen her damlanın kalbe nüfuz etmesinin verdiği acının sökün etmesidir yazıya ses vermek. Hayatın tenhalıklarında sensizlikten üşümüş bakışlarına aşkla devşirilmiş gül renkli mutlulukların gamzelerinde cihanı kıskandıran duygu birikimidir yazmak. Göğüs kafesinde çoğalan münzevi karanlıkları zühre yıldızı gibi cevza cevza aydınlatmasının neticesidir yazıya ses vermek. Kalbinin kubbelerine tünemiş aşk kuşlarının, kırık kanatlarına iliştirilmiş ahların asumana yayılan kokusudur yazmak. Ve aşk belasına düçar olmuş biçarenin avuçlarından arşa yükselen duaların iniltili hıçkırıklarla sahibine sunulmasıdır yazıya ses vermek.Yani ki; yazmak bir bedenin vuzuha gelmesi ise, ses vermek o bedene ruh vermenin neticesidir…
Son olarak çalışmalarınız nelerdir. Yeni bir kitap çalışması var mı?
Üç çalışma düşüncesi var. Roman, deneme antolojisi ve yine deneme türünde kitap düşüncem mevcut. Ama her zaman olduğu gibi ilk etapta deneme türü kitap düşünüyorum. Araştırdığım kadarı ile ( günümüz yazarlarından oluşan )bir deneme antoloji göremedim.. Şiir antolojilerini çokça görebiliyoruz ama bir deneme antolojisinin de olması gerektiği düşüncesini barındırıyorum. Ve böyle bir çalışmayı yaptığımı belirteyim. Romana gelince çok uzun düşünüp sonrasında karar verdiğim şablonu oturtulmuş ama demlenmesini beklediğim çalışma sadece kaleme alınmayı bekliyor. Buda hayli zaman alacak gibi gözüküyor. Bir emeğin oldu bitti ile aceleye gelmesi bereketli olmuyor.. Deneme kitabına dönecek olursak tekrar gece ve ben ikimizin derdine ortak müzik eşliğinde her an her şekilde mevcut olabilecek duygu birikimini kağıda dökerek ince kelime işçiliğiyle okuyucuya ulaştırma düşüncesindeyim.
Bu röportajı gerçekleştiren değerli kardeşim Bilal Can’a samimi sorularından ve içtenliğinden dolayı teşekkürlerimi sunarken onbeşyirmibeş sitesi yöneticilerine yazarlarına ve takipçilerine hayırlı günler diliyorum.
on5yirmi5.com