Sorularla İstiklâl Marşımız

Yazarlar
Yavuz Bahadıroğlu’nun Yeniakit gazetesindeki yazısı Biliyorsunuz 12 Mart (1921) İstiklâl Marşı’mızın TBMM’de kabulünün yıldönümüdür. Bu münasebetle çokça sorulan bazı sorulara c...
EMOJİLE

Yavuz Bahadıroğlu’nun Yeniakit gazetesindeki yazısı

Biliyorsunuz 12 Mart (1921) İstiklâl Marşı’mızın TBMM’de kabulünün yıldönümüdür. Bu münasebetle çokça sorulan bazı sorulara cevap vermek istiyorum.

Milli Marş’ımız neden “Korkma” diye başlıyor? Bazıları, “Biz Türkler hiçbir şeyden korkmayız” diyorlar ve Âkif’i eleştiriyorlar?

“Kork” diye başlamıyor ya, “korkma” diye başlıyor. Neden korkma peki? Şafaklarda dalgalanan bayrağın sönmesinden (dalgalanmamasından), yerine başka bayraklar çekilmesinden, yani ülkeni ve özgürlüğünü kaybetmekten “korkma!”

Bu kelimede “Akıbet biz kazanacağız” mesajı var. Bu açıdan İstiklâl Marşı’mız, umuttur, ufuktur, tesellidir, kuvvet aşısıdır, tam bir moral-motivasyon kaynağıdır.

Başka ülkelerin marşları gibi, öyle her şeyin hallolduğu, işlerin yoluna girdiği, bağımsızlığın tam anlamıyla kazanıldığı bir dönemde yazılmadı; Yunan toplarının sesi TBMM’den bile duyulduğu ve Meclis’in Kayseri’ye taşınmasının tartışıldığı bir alacakaranlık kuşağında yazıldı.

Çanakkale ile birlikte 18 sene aralıksız savaştırılıp yorgun düşürülmüş bir milletin haykırışıdır o kelime; aynı zamanda, Medine’ye hicret sırasında Sevr Mağarası’na saklanan Peygamber Efendimiz’in, takipçilerden ürperen yol arkadaşı Hz. Ebubekir’i teselli için kulağına okuduğu âyetin ilk kelimesidir: “Korkma ey Ububekir, Allah bizimledir!”.

Yani İstiklâl Marşı’mızın ilk kelimesinde, Peygamber yüreğinin izi var!

2. “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraında, Bedir’de savaşanlarla Çanakkale’de savaşanları eşitlemiş olmuyor mu? En büyük veli en küçük sahabiye ulaşamazken, bu nasıl mümkün olabilir?

Amaç birliği denen bir şey var: Bedr’in aslanları “Tevhid” uğruna savaşıyordu, Çanakkale aslanları da öyle. Sonuçta iki taraftan ölenler de şehitti. Yoksa bu benzetme mânevi rütbe açısından yapılmadı.

3. Neden ilk iki kıta okunuyor da, diyelim ki yedinci ya da onuncu kıtalar okunmuyor, bu seçim nasıl yapıldı?

İlk iki kıta, o tarihte henüz kafalarda bulunan, daha sonra ise yürürlüğe konulan devrimlere daha uygundu. Çünkü öbür kıtaların hemen hemen tamamında “Hakk”, “iman”, “şehit-şüheda”, “ezan”, “vecd”, “secde”, “İlahî”, “namahrem”, “din” ve “arş” gibi, din kaynaklı kelimeler yoğun biçimde geçiyor. Sanırım bu kelimeler, “Yeni Türkiye tasavvuru”na aykırı bulundu.

Yeni bir İstiklâl Marşı yazılamaz mı?

İlginçtir: Bu teklif hasta yatağında Mehmed Âkif’e de yapılmıştı, ama “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazmayı nasip etmesin!” diye tepki göstermişti.

Çünkü bu marş tuzu kuruların marşı değil, yüzyıllar boyu süren savaşların, kitlesel göçlerin, baskınların, katliamların, envai çeşit ölümlerin karanlık labirentlerinden gelen bir milletin sesidir.

Bir tane daha yazmak, aynı acılar kuşağından geçmeyi gerektirir.

Gerçi denenmiştir, hatta son yıllarda (28 Şubat sürecinde) Onuncu Yıl Marşı’nı onun yerine ikame etmeye kalkışan güçler de olmuştur, ancak hiçbiri tutmamıştır.

“Larda yüzen al sancak” gibi, yer yer heceleri bölen bir beste okuyoruz, daha iyisi yapılamaz mı?

Bugün okuduğumuz beste, Osman Zeki Üngör bestesidir ve ilk orkestra düzenlemesini, Ermeni vatandaşımız Edgar Manas yapmıştır.

Yarışmayla belirlenmiştir. 12 Şubat 1923’te yapılan beste yarışmasına 55 bestekâr katılmış, beğenilenler 1930’lara kadar kullanılmıştır. Yani bu konuda bir çeşitlilik söz konusudur.

Nihayet, Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatıyla, Osman Zeki Üngör bestesinde karar kılınmıştır. Elbette çok daha iyisi yapılabilir, hatta o dönemde seçilmeyen bestelerden bazıları, ses uyumu bakımından, şimdikinden çok daha iyidir. Ancak yerleşik kurallarla oynamak, kargaşa getirir. Böyle kalması daha iyi.

Cumhuriyet öncesinde Milli Marşımız var mıydı?

Yoktu. V. Murad ve Sultan Vahideddin hariç, her padişah kendi marşını yaptırmış (“Mahmudiye Marşı”, “Mecidiye Marşı”, “Hamidiye Marşı” gibi) ve dönemlerinde bu marşlar çalınıp söylenmişti.

I. Dünya Savaşı öncesinde, ısmarladığımız savaş gemilerini almak üzere Almanya’ya giden subaylarımız, devr-i teslim sırasında Almanların kendi milli marşlarını okumaları karşısında bocalamış, ardından toparlanıp, “Entarisi ala benziyor” türküsünü bir ağızdan coşkuyla okumuşlardı. Bazen de “Ay Dede” isimli çocuk şarkısı Milli Marş niyetine okunurdu.