Siyasetin ve sosyal medyanın dili

Yazarlar
Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Yeni Bir Kadife Darbe Süreci – 6: Bugün siyasetin ve sosyal medyanın dili neye hizmet etmektedir?”başlıklı yazısı… “Göz odu...
EMOJİLE

Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Yeni Bir Kadife Darbe Süreci – 6: Bugün siyasetin ve sosyal medyanın dili neye hizmet etmektedir?”başlıklı yazısı…

“Göz odur ki, dağın arkasını göre, 

Akıl odur ki, başa geleceği bile.”

Kadife darbelerde en önemli unsurlardan biri, gayrı memnun kitlelerin (sürecin mahiyetini ister bilsin, isterse bilmesin, fark etmez) ittifakının sağlanmasıdır. Bu açıdan Kadife Darbenin beyin takımı, oluşacak her türlü gerilim ve huzursuzluğu kullanmak ve değerlendirmek ister. Bugün 1- Siyasette, 2- Genel olarak medyada, 3- Özel olarak da sosyal medyada kullanılan dilden dolayı ciddi bir gerilim inşa edilmekte, toplum kamplaştırılmakta, fay hatları oluşturulmakta ve mevcutlara da enerji yüklenmektedir.

Karşıt görüşlü, farklı ideolojiye sahip insanların oluşturdukları medya ve sosyal medya grupları arasında kullanılan dil, baştan beri hep kötü, kırıcı, gerilim artırıcı ve düşmanlık yayıcı olmuştur. Bu durum, farklı değer sistemleri arasındaki çatışmanın, dışa kötü bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Karşıdaki insanı kazanmayı değil, yok etmeyi seçmiş ideolojik akımların genel karakteri budur. Bu anlaşılır bir durumdur. Buna karşılık, aynı düşünce sisteminin farklı fraksiyon ya da siyasi parti tercihlerine sahip sosyal medya grupları arasındaki fikri ve siyasi konularda aşırı agresif, kırıcı, kaba ve çirkin bir dil kullanılmasını anlamak zordur. Daha da özelde İslâmi camianın değişik kesimlerinin sosyal medyada/medyada, kötü bir dil kullanması nasıl izah edilebilir? Çok daha özelde ise, aynı sosyal medya grubu içerisinde yer alan 30-40 yıllık arkadaşların, ihtilaflı konularda yüz yüze görüşüp anlaşma ve uzlaşma arama yerine sosyal medya üzerinden birbirlerini eleştirmeleri, suçlamaları, arkadaşlarını anında karşıt cepheye yerleştirmeleri, bugün en ciddi sıkıntılarımızdan birisidir. 

30-40 yıllık arkadaşını, yaptığı bir yorum ya da değerlendirmeden dolayı, CIA, MIT, MI6, MOSSAD ajanı olarak gösterecek imalarda bulunup hain ilan etmek, PKK’cı, FETÖ’cu, Ergenekoncu, vesayetçi, statükocu olarak nitelendirmek nasıl bir şuur altının eseridir? Kişinin, mümin kardeşlerini bu şekilde suçlayıp itham etmesi, düşman saflarında görmesi ve göstermesi, Kur’an’ın hangi ayeti, Peygamberin hangi sünneti ve cihadın hangi kanuniyeti ile bağdaşmaktadır?

Bugün yapılması gereken, ihtilafları tefrikaya, tefrikayı da fırkalaşmaya götürecek bir dilin kullanılmamasıdır. 

Burada, nasıl bir dil kullanılması gerekir konusu ele alınıp değerlendirilecektir.

Değişmeyen Kanuniyet/ İlâhi Sünnet

Bugün yaşadığımız pek çok olay, ilk insan Hz. Âdem’le İblis arasında başlayıp kıyamete kadar sürüp gidecek olan değerler arası mücadelenin günümüze yansımasından başka bir şey değildir. Bu mücadele, özü aynı kalarak, değişik ad ve görüntülerde devam etmektedir ve de devam edecektir (7/16, 17; 4/118-119; 15/ 39-40; 17/64). Bu, Allah’ın takdir ettiği ilâhi bir kanuniyettir ve bu kanuniyette herhangi bir değişiklik söz konusu değildir(17/77).

İblis’in kullandığı en önemli silah, yaptığı işleri süslü göstererek insanoğlunu bir kuruntu içerisine sokması, nefsini ilahlaştırmasına giden yolu süslü ve cazip göstermesidir (7/16, 17; 4/118-119). Sosyal medyada kullandığı dil, kardeşini rencide edici olmasına rağmen; yazanın, bundan üzüntü duymaması, hiçbir muhasebe yapmaması ve hiçbir ölçüyü göz önüne almaması, yaptığı işin doğru ve güzel olduğuna inanmış olmasındandır. Öyleyse asıl sorun, Müslüman’ın zihin dünyasında mizanın bozulmaya yüz tutmuş olmasıdır.

Kur’an’la Gelen Mizan

Hayatın ve kâinatın huzur içerisinde idame etmesi, fesadın ortaya çıkıp

yaygınlaşmaması, genel olarak, mizan, adl ve kıst kavramlarının, esas alınması ile mümkündür. Allah insanlara gönderdiği Kitap ve Peygamberlerle bunların muhtevasını açıklamış ve insanlığın ancak mizan ve adaletle ayakta durabileceğini bildirmiştir (57/25). Kur’an-ı Kerim’e göre hayat ve kâinat, mizan ve adalet üzerine kurulmuştur. Onun için mizanın bozulmaması, adaletle korunması, ana görev ve sorumluluk olarak insanın omuzlarına yüklenmiştir (55/7-9).

Hz. Âdem ile İblis arasında başlayan ilk mücadeleden bu yana tarihi şekillendiren ana dinamik, mizan ve adaletin korunup korunmamasıdır. Mizan ve adaletin bozulması, toplumları ifsad etmekte ve de helaklerine sebep olmaktadır (7/ 81-85, 10/83, 11/84-85).

Türkiye’de yıllar süren kargaşanın, istikrarsızlığın, bunalımın ve kavganın arkasında, mizan ve adalet anlayışındaki kırılma ve sapma vardır. Türkiye’de siyasetin ve sosyal medya dilinin bu denli bozulmasının ana nedeni de budur.

İman Edenlerin Dil Ve Üslubunu İlahi Mizan Belirler

Dil, bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler ve kavramlar, muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı, yanlış, kötü dildir: 

“Hz. Peygamber(sav): Muhakkak ki âdemoğlunun yanlışlıklarının çoğu dilindedir.” (1)

İnsanı ateşe; ülkeyi ve toplumu kargaşaya sürükleyen, etrafa kin ve nefret saçan, kötü bir dilden başkası değildir:

“Hz. Peygamber (sav): İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen dillerinin mahsulünden başka ne olabilir?” (2)

O nedenle dil güvenliği, Müslüman’ın temel özelliklerinden biridir. İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen, onların üzerinde baskı kuran önemli azalardan biri, insanın dilidir(3). Bu bağlamda en çok birbirini etkileyen iki organ, kalp ve dildir:

“Hz. Peygamber (sav): Kulun kalbi doğru olmadıkça, imanı doğru olmaz. Kalbi de, dili doğru olmadıkça, doğru olmaz.” (4)

Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklı olmak zorundadır:

“Hz. Peygamber (sav): Mü’min bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu geçiştirir; münafığın dili, kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez.” (4)

Mümin, İslâm’ı şahsında temsil eden ya da temsil etmek zorunda olan insandır. Dil de, müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan, olması gereken yönüdür. O nedenle, Mümin, İslâm kültür ve medeniyetinin öngördüğü, izin verdiği dili kullanmak ve onun gerektirdiği seviyeyi tutturmak mecburiyetindedirler. 

Değerler arası mücadelede “ben Müslüman’ım” diyenlerin izleyecekleri yol, uygulayacakları yöntem, bizzat Allah tarafından, Resulleri aracılığıyla uygulaması yapılarak insanlara gösterilmiştir(16/125). Kur’an-ı Kerim, kullanılacak dili, güzel bir ağaçla ve güzel bir bitki ile ilişkilendirmektedir (14/24-27; 7/58). Mücadelede güzel bir dil kullanımı, 14/24-27 ayetlerinde “bir ağaçla” temsil edilirken; 7/58 de bir “şehrin bitkisine” benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarz mücadelenin hem bireysel boyutuna (14/24-27), hem de toplumsal boyutuna (7/58) dikkat çekilmektedir. Bu nedenle kullanacağımız dil, “Allah’a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak” (77/5-6) amaçlı olmalıdır. 

Bu açıdan herkes kullandıkları dilin bu çerçevede olup olmadığına bakmalıdır. Bu çerçevenin dışına çıkan bir söylem, bir dil yanlıştır; yapıcı değil, yıkıcıdır. Nefsi galeyana getiricidir. Azarlama, aşağılama, horlama ve suçlama içeren hitap tarzı, muhatabın her türlü algı mekanizmasının kapanmasına ve bir tepkinin doğmasına sebep olmaktadır. Hz. Peygamber, Müslümanların birbirlerine ‘Kardeşim’ demesini her vesile ile teşvik etmiş ve bu hitabın yaygınlaştırılmasını istemiştir. Kendisi de, genel olarak, kardeş ve sevgi kavramlarını birlikte kullanmaya özen göstermiştir (5).

Cumhuriyet tarihi boyunca muhatabı karalamak, kötülemek ve tehdit etmek üzerine kurulu bir dil ve söylemin, bugünden yarına değişmesini beklemek, hayalcilik olabilir; ancak, Müslümanlar olarak canımız yansa da, içimiz kan ağlasa da, mücadeleye estetik bir seviye kazandırmak zorundayız. Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek, bugünün en önemli görevlerinden biridir (11/114-115; 23/ 96). Kötülüğü en güzel, en estetik bir tarzda uzaklaştırmak, müminlerin taşıması gereken bir vasıftır(28/54-55). Kötülük yapanlara, iyilik yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün olabilir (41/34; 60/7). Onun için Kur’an, “Onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.” (4/63) demektedir. 

Bu ilke, sadece mazlumlar için değil, aynı zamanda zalimler için de geçerlidir. Allah, Hz. Musa ile Kardeşi Harun’u Firavun’a uyarmak için gönderirken, onlara yumuşak davranmalarını öğütlemiştir. Gerçekten de bu yaklaşım, bizim için çok anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekici bir ilke olmalıdır (20/43-47).

Halife Memun, kendisini sert bir dille tenkit eden bir vaize; «Be adam, mülâyim ol, görmez misin Allah, senden daha hayırlı olanı (yani Hz. Mûsâ ve Hârun’u), benden daha hayırsız olana (yani Firavun’a) gönderdi de mülâyim olmasını emretti ve: “Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yahut da korkar dedi” der (6) tarzındaki uyarısı, bu ilkenin güzel bir örneğidir. O nedenle dilimiz, sözün en güzelini kullanmayı hedeflemeli (17/53) ve başkalarının kutsallarına saygı gösterici olmalıdır (6/108).

Yunus Emre’nin dillerde dolaşan beyti, söz söylemenin önemini veciz bir şekilde ifade etmektedir: “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,

Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz.”

Sonuç: Kullanacağımız Dil, Savaşı Değil Barışı Hedeflemelidir

Bugün, “BOP ve Büyük İsrail Projesi, 2. Sevr Projesi ve “İslâm’ın, İslâm’la Savaşı Projesi” kapsamında ümmet, etnik ve mezhebi parçalara bölünmek, çatıştırılmak ve toplumdaki gayrı memnun sayısı artırılmak istenmektedir. Bu nedenle Müslümanlar, öncelikle mü’min kardeşlerine karşı af edici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır (7/198-199). Bu davranış, dış çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda genişletilmelidir. 

Bizim mücadelemiz, yanlışlıklara ve kötülüklere karşıdır. Biz, şahısların yaptığı kötülüklerden dolayı şahıslarına değil, yaptıklarına karşıyız. İnsanlara karşı şefkat ve merhametle davranmak, bizim inancımızın gereğidir. Biz, insanları kaybetmeye değil, kazanmaya talibiz. Sahabe döneminde Müslümanlar arasında geçen bir olay, konumuz için çok güzel bir örnektir (7):

“Ebudderda günah işlemiş bir adama rastladı. Oradakiler, bu günah işlemiş adama sövüp sayıyorlardı. 

Ebudderda:- “Hey, onu bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız”, diye seslendi.

Onlar: Çıkarırdık elbet, dediler. 

Ebudderda: -Öyleyse kardeşinize sövmeyin de size sıhhat ve afiyet veren Allah’a hamdedin” dedi. 

Ebudderda’ya – Ona sen kızmıyor musun? dediler. 

Ebudderda: -Ben onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk ettiği zaman, o yine benim kardeşimdir.” demiştir.”

Buna benzer bir rivayeti ibn-i Mesut şöyle nakleder: “Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, “Allah’ım ona lanet et, onu, sürüm sürüm süründür”, diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın, Allah›tan onu düzeltmesini isteyin.” (7)

O nedenle kullanacağımız dil, yıkmayı değil yapmayı, kaybetmeyi değil kazanmayı hedeflemeli, kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmeli, bedduacı değil duacı olmalı, kendi içinde tutarlı, dengeli, kararlı ve güvenilir olmalıdır: 

Hz. Peygamber (sav) :”Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. 

Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” (8)

Bu ülkeyi seven insanların, kendi nefisleri aleyhine de olsa, hakkı ayağa tutup kaldırması ve adaleti hâkim kılması (5/8) şarttır. Kalplerimizin ve dillerimizin doğru olması, sıratı müstakim üzerine olması için hep beraber şu duayı yapmalıyız: 

“Resûlullah (sas): “Allah’ım! 

Senden dinde sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum…

Doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum… “ (9). 

Ve;

 “Allah’a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak için öğüt telkin edenlere,” (77/5-6)

selâm olsun.

Kaynaklar

1- Taberânî, İbnEbî Dünya, Beyhakî.

2- İbnMâce, Hâkim.

3- Tirmizî.

4- Harâitî.

5- EbûDâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393), (3337).

6- 1998 nolu Hadisin şerhi; EbûDâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).

7- Kandehlevi, Y., Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi, İstanbul, c.3 (1980) s.1029

8- Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).

9- Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61; (1847).