Sistemik yolsuzluğa ne diyorsunuz?

Yazarlar
Etyen Mahcupyan’ın akşam gazetesindeki yazısı… Muhalefet seçimlere yaklaşılırken içinde olduğu tıkanmanın baskısını giderek daha fazla hissediyor. Kendileriyle ilgili olumlu bir algı yaratamadıkları v...
EMOJİLE

Etyen Mahcupyan’ın akşam gazetesindeki yazısı…

Muhalefet seçimlere yaklaşılırken içinde olduğu tıkanmanın baskısını giderek daha fazla hissediyor. Kendileriyle ilgili olumlu bir algı yaratamadıkları ve topluma gerçekçi bir gelecek tasavvuru sunamadıkları ölçüde, AKP iktidarının ‘yanlışları’ üzerinde kurulan bir seçim stratejisine muhtaçlar. Bu ‘yanlışların’ bir ayağı olarak ileri sürülen ‘otoriterlik’ yakıştırmasının altı boşalmış durumda. Türkiye’de demokratik açılımlarla otoriter tedbirlerin aynı anda ve siyaseten birbirini tamamlayarak yaşandığı ortada… Ülke karmaşık ve çok katmanlı bir dönüşüm sürecinden geçerken, iktidar da devletin bütünlüğünü koruyarak onu bu değişime adapte etmeye çalışıyor ve aynı anda da kendisini devirmek için her fırsatı kullanmaya yeltenen bir koalisyonla mücadele ediyor. Dolayısıyla ‘otoriterlik’ iddiası karşılığı olabilecek bir muhalefet zemini değil… Böylece geriye sadece ‘yolsuzluk’ kalıyor ve elde belirli örnekler ya da sürüncemede kalan vakalar olduğu için de, muhalefetin eğilimi bütün gücünü bu noktaya teksif etmek oluyor.

Diğer taraftan başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP cenahı, asıl yolsuzluğun AKP öncesinde yaşandığını, bu partinin özellikle yolsuzluklarla mücadeledeki başarısı nedeniyle öne çıktığını, aksi halde ülkenin bu kadar ilerleme gösteremeyeceğini öne sürüyor. Bu, laik aydınlar tarafından ideolojik olarak göz ardı edilen ama gerçeği yakalayan bir saptama… Çünkü her ne kadar AKP iktidarı altında da Türkiye’deki her dönem yaşanan münferit suiistimaller olmuşsa da, daha önceki ‘sistemik’ yolsuzluk yapısının ortadan kalkmış olduğu açık. AKP 2002 yılında başa geldiğinde devlet bütçesinin yüzde 84’ü faiz ödemelerine gidiyordu. Birkaç yıl içinde bu oranın hızla inmesine tanık olundu ve bugün yüzde 16 seviyesindeyiz. Buna koşut olarak hiçbir şekilde inemeyecek gözüken enflasyon yüzde yetmişlerden ona indi. İktidar bunu çok kolay bir biçimde yaptı… O kadar ki doğal olarak daha önceki yirmi yılın niçin öylesine bir kısır döngü içinde yaşandığı sorusunu sorduk. Cevap söz konusu kısır döngünün ‘iradi’ olduğuydu. Kısacası Türkiye yıllar boyunca sistemik olarak bir yolsuzluk yapılanması içinde tutuldu. Belki ihalelerden cebine para atanlar veya rüşvet alanlar bugün aynı işlere heveslenenlerden daha fazla değildi. Ama ekonomik alanın işleme ve işletilme biçimi belirli bir zümrenin kendiliğinden toplumsal katma değeri sömürmesine dayanmaktaydı.

AKP bu düzeni basit ve yumuşak bir süreçte durdurup tersine çevirdi. 2002 öncesinde faizler ve cari giderler ödendiğinde yatırım için hiç kaynak kalmıyor ve bunu ayrıca yurtdışından bulmak zorunda kalıyorduk. Dolayısıyla yatırımların toplam bütçe büyüklüğüne oranı yüzde beş on civarında kalıyor ve giderek ağırlaşan bir faiz yükü yaratarak yatırımları daha da kısıyordu. Bugün cari harcamaları da eklediğimizde elde bütçenin en az yarısı kadar, kendi kaynaklarımızla finanse edilebilen bir potansiyel yatırım imkânı var. Yani eskinin muhtemelen on katı… Üstelik aynı gayrı safi milli hasıla seviyesinde de değiliz. Kişi başı gelir üç mislinden fazla arttı. Bunun anlamı bugün potansiyel yatırım kaynağının 2002 öncesine göre kabaca otuz misli olduğudur. Nihayet buna AKP’nin daha az gelişmiş yöreleri ve insanını kollayan yeniden dağıtımcı sosyal politikalarını ekleyin. Bugün Türkiye’nin ‘Doğusu’ geçmişe oranla belki kırk misli yatırımla büyüyor.

Bütün bunlar Türkiye’deki sistemik yolsuzluk düzeninin durdurulması ve tersine çevrilmesi ile oldu. Kişisel menfaatini öne çıkaran kişiler dünyanın her yerinde, her iktidarında ve her zaman olmaya devam edecek. Bunlarla da hesaplaşılması, bu alanda şeffaflığın hâkim kılınması, kamu vicdanını rahatsız eden hiçbir olaya müsamaha gösterilmemesi lazım. Ama bu eleştirinin ‘yerine ulaşması’ isteniyorsa aynı anda geçmişin yozlaşmış düzeneğinin de nasıl oluştuğunu söyleme cesaretini göstermek ve bu alanda AKP iktidarlarının yaptıklarına sahip çıkmak gerekiyor. Muhalefetin en azından “biz de olsak AKP gibi davranırdık” diyebilecek cesarete ve samimiyete ihtiyacı var. Bu inanılırlığı sağlamak için yeterli mi bilemeyiz ama en azından şu anki eleştiriyi bir nebze inanılır kılar.

Yazının devamını okumak için…