Sekülarizm nedir?

Yazarlar
Prof.Dr. Burhanettin Can Milli Gazetedeki yazısında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e karşı girişilen “linç” kampanyasının kodlarını çözmeye devam ediyor.İşte o yazı…...
EMOJİLE

Prof.Dr. Burhanettin Can Milli Gazetedeki yazısında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e karşı girişilen “linç” kampanyasının kodlarını çözmeye devam ediyor.İşte o yazı…

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI GÖRMEZ’İ LİNÇ ETME GİRİŞİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ-3: 

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, ABD Başkanı Barack Obama’nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyeti kabul ettiğinde yaptığı konuşma, bazı akademisyenler tarafından şiddetle eleştirilmiş ve sosyal medyada Diyanet İşleri Başkanı Görmez, hakaret uğrayıp linç edilmek istenmiştir. Görmez’in İslam coğrafyasında başlatılmak istenen mezhep çatışmasını önlemek için İran’a yaptığı seyahat ve orada yaptığı konuşma, bu kez farklı bir kesim tarafından yoğun tartışma konusu olmuştur.

Bu iki tartışmanın ateşi sönmeden “Din İşleri Yüksek Kurulu Dini bilgilendirme Platformu’nun” verdiği iddia edilen bir fetva, diyanetle ilgili yeni bir linç girişiminin başlatılmasına sebep olmuştur. Görmez’in sekülerlik ile ilgili yaptığı konuşmanın ardından bunların gelmiş olması, yaşanan sürecin tek bir merkez tarafından yürütülen bir psikolojik harekâtın ürünü olduğunun işareti olabilir. Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in Seküler zihniyetin tahribatına dikkat çekmiş olması, tahmin edilenden öte fincancı katırlarını ürkütmüştür.

Diyanet’e karşı girişilen son linç olayının bir “siber saldırı” sonucuna bağlı olarak başlatılması (1), bundan sonra Diyanet üzerinden geliştirilecek olan pek çok saldırının habercisi olarak değerlendirilmelidir. O nedenle en küçük fırsatta saldıracak bir şer cephesinin var olduğu göz önüne alınarak Diyanet İşleri Başkanlığı gerekli tedbirleri almalıdır.

Geçen iki yazıda Görmez’in yaptığı konuşma ve konuşmaya karşı yapılan eleştiriler değerlendirilmiştir. Burada, sekülerlik ve laiklik kavramlarının anlam alanları üzerinde durulacaktır.

Dünya Hayatı (“el-hayâtü’d-dünyâ”)

Gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde dünyevileşme, sekülerleşme, laikleşme için anahtar, odak kavram diyebileceğimiz Dünya hayatı (“el-hayâtü’d-dünyâ”) kavramı kullanılmaktadır. Burada kullanılan dünya kavramı, arz, yer küre anlamında kullanılmamaktadır. Dünya kelimesinin genel anlamı, zaman boyutlu olarak yakın, kısa; değer boyutlu olarak çok düşük, basit, alçak, değersiz ve ölümlü anlamında kullanılmaktadır (2-5).

Dünya Hayatının (“El-hayâtü’d-dünyâ”nin) Birinci Anlam Boyutu

Kur’an’da geçen “el-hayâtü’d-dünyâ” tabirinin, Ahiret hayatı referans alınarak, zaman açısından “yakın/kısa hayat”; değer açısından, ise, “alçak/değersiz hayat” anlamına geldiği söylenebilir. Dünya kelimesindeki yakınlık anlamı, hali hazırda içerisinde yaşadığımız andan ahirete göre bize daha yakın olma bağlamındadır. Yaşadığımız ana göre ahiret daha uzaktır. Dolayısıyla bu anlam boyutu ile dünya yakın, kısa, sonlu ve önce olan; ahiret ise uzak, uzun, ebedi ve sonra olandır.

Keza dünya kelimesindeki ‘çok düşük, basit, alçak, değersiz, ölümlü’ anlamları ise gene ahirete göredir. Dolayısıyla arzda yaşanan hayat, bizzat mahiyetinden dolayı değil, fakat ahiret hayatı referans alındığında,  zaman açısından gelip geçici, kısa ömürlü; değer açısından önemsiz, değersiz olarak değerlendirilmektedir (10/24). Buradaki mesaj, yer küredeki hayatın geçiciliğine, kısa ömürlü oluşuna dikkat ederek dünyadaki nimetlere dalıp öte boyutunu unutmamaktır (35/5).

Dünya hayatı kavramının birinci anlam boyutu ile ilgili dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, arzdaki hayatın doğası, yapısı itibariyle kötü, zararlı olmadığıdır. Burada kötü olan, değersiz olan yeryüzü, arz anlamındaki dünyadaki hayat değil; kötü olan, Allah’tan uzaklaştıran, sefahat ve çirkinlik dolu, öte’yi yok varsayan bir hayat ve bir yaşam tarzıdır (7/31-32). Kur’an, İnsanlar için yaratılmış dünya nimetlerine karşı insanların zaaf gösterip öte dünyayı unutmasına sebebiyet verecek bir anlayışa gelmemesi noktasında uyarmaktadır(3/14, 15; 18/46).

Dünya Hayatının( “El-hayâtü’d-dünyâ”nın) İkinci Anlam Boyutu

İkinci anlam boyutu, yer kürede ahiret hayatını ve vahyi bilgiyi göz önüne almayan, insanın heva ve hevesine dayalı olan kötü, değersiz, yararsız ve insan için zararlı yaşam tarzı ve biçimi anlamındadır. Bu boyutu ile  “el-hayâtü’d-dünyâ” kavramı, ahiret hayatını önemsemeyen, unutan ve/veya ret eden insanların bu dünyada hevalarına dayalı bir değer sistemine göre inşa ettikleri bir hayat tarzı anlamına gelmektedir (10/7-8).

Ahiret hayatını inkâr edenler için sadece bu dünya vardır, ölümden sonra herhangi bir hayat yoktur( 6/29; 13/33; 23/33-37; 45/24, 32; 46/17). Ahiret hayatını unutanlar/ önemsemeyenler ise, ahiret hayatını inkâr etmemekte; ancak gündemlerinde böyle bir hayata yer vermemekte dolayısıyla da günlük yaşantılarına etki ettirmemektedirler (7/51, 169; 9/69; 14/3; 16/107; 18/28; 45/34-35).

Dünya Hayatının Anlam Boyutlarının Oluşturduğu Bütünlük

“Dünya hayatı” kavramının birinci anlam boyutu, mayınlı araziye giden yolları gösteren uyarı levhası; ikinci anlam boyutu ise, mayınlı arazının bizzat kendisidir. Birinci boyuttaki anlamlandırmaya önem verilmeyip tedbir alınmadığı anda varılacak olan ikinci boyut olmaktadır: Dini, hayattan dışlayan sadece ibadet boyutuna indirgeyen bir hayat tarzı

 Dünyevileşme

Dünyevileşme olarak isimlendirdiğimiz zihinsel yapı, dünya hayatı kavramının birinci anlam boyutunda meydana gelen kırılma ve sapma ile ikinci anlam boyutuna zemin hazırlayan bir geçiş sürecinde yaşanan haldir. Bu aşamada dünya sevgisi, dünya tutkusuna doğru yol alacak tarzda mecrasından çıkma eğilimindedir. Ahiret hayatı ne ret edilmekte, ne de tamamen unutulup önemsizmiş gibi davranılmaktadır. Referans alınmada unutkanlıklar baş göstermiş, duyarlık kaybı oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda dünyevileşme, Müslüman’ın zihniyetinde bir med cezir hali, bir kırılma ve bir hastalık halidir.

Sonuç: Sekülerizim ve

Laiklik, Dinin hayattan Tasfiye edildiği bir Yaşam Tarzının Adıdır

Seküler ve laik düşüncede, Allah’ın ve ahiret hayatının var olup olmaması önemli değildir. Allah var olabilir. Ancak Allah, hiçbir şekilde bu dünyaya, bu dünyadaki hayata karışamaz, onu tanzim edemez. Bu dünyadaki hayat, ahiret var diye düzenlenemez. “Biz bu dünyada varız, bu dünyada yaşar ve ölürüz. Öte bizi ilgilendirmez. Olsa da olur olmasa da olur, fark etmez”.

Seküler ve laik düşüncenin temeli budur.

 Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, sekülarizm ve laisizmin ateizm olmadığıdır. Tüm laik ve sekülerler ateist değillerdir. Ancak ateistler, laik ve sekülerdir. Bunlar, dinin varlığını ret etmiyorlar, ancak dine karşılar ve dinin, hayatın hiçbir alanında etkisinin olmasını istemiyorlar.

Laisizm ile sekülarizim arasında dine karşı tavır almada farklılıklar vardır. Laisizm, sekülarizme nazaran, dine karşı tutumu daha sert ve katıdır. Ateizme daha meyilli, zaman zaman da ateizm özellikleri göstermektedir. Katolik dünyevileşmesidir. Sekülarizm, Protestan dünyevileşmesi olup ateizme daha uzak ve dine karşı daha mutedildir (9).

O nedenle Görmez Hoca bulunduğu makamın sorumluluğunu yerine getirmiştir.

Sekülerleşme ve Laikleşme

Dünyevileşme, zihinsel kırılmanın hem genel adı hem de en alt basamağıdır. Bu kırılmanın bir sonraki adımı, sekülerleşme daha sonraki adımı ise laikleşmedir. Samuel Johnson’ın Sözlüğünde sekülerleşme ilgili kavramlara yüklenen anlam, böyle bir tasnif yapmamıza imkan vermektedir:

“Sekülerleştirmek (secularize): Uhrevi/dini olanı, gündelik hayattan uzaklaştırma.

Sekülerleşme (secularization): Sekülerleştirme eylemi. Dinin gündelik hayattaki etkisini ve yerini azaltma, sınırlama süreci.” (6)

Gerek sekülerleşme gerekse laikleşmede insanın bütün ilgisi ve dikkati, yalnız ve yalnız bu dünyaya çevrilmiştir. Şu an, yaşanan an önemlidir. Ahiret hayatı ya inkâr, ya unutulmuş ya da önemsiz bir hale gelmiştir. Harvey Cox, bu süreci şöyle tanımlamaktadır:

“İnsanların en temel ilgi ve yöneliminin bu dünyanın dışından-ötesinden ve üstünden, sadece ve sadece bu dünyaya yönelmesi hareketidir. Bu, bu dünyanın bağlı olduğu mistik, metafizik ve dini her çeşit düalizmden (iki dünya) arındırılmasını içermektedir…” (7)

Dolayısıyla Sekülerleşme, hayatın tüm alanlarının dinin etkisinden tamamı ile arındırılması olarak tanımlamaktadır:

“Mamafih kültür ve sembollerden bahsettiğimizde sekülarızasyonun toplumsal-yapısal bir süreçten daha fazla bir şey olduğunu kastediyoruz. Sanat, felsefe ve edebiyatta dini içeriklerin kayboluşu ve hepsinden önemlisi bilimin dünyada özerk ve tamamen seküler bir yöntem olarak yükselişinde gözlendiği gibi o, kültürel ve düşünsel bir hayatın tamamını etkisi altına alır. Bununla kalsa iyi, burada sekülarizasyonun aynı zamanda öznel bir yanının da bulunduğu ima edilmektedir.

Nasıl ki toplum ve kültürün sekülarizasyonundan bahsediyorsak, aynı şekilde bilincin sekülarizasyonundan da bahsedebiliriz. Yalın bir şekilde ifade edecek olursak, bu, modern Batı’nın dini açıklamalarından yararlanmaksızın dünyayı ve kendi öz yaşamlarını yorumlayan gittikçe artan sayıda bireyler ürettiği anlamına gelir.” (7)

Yukarıda ki ifadelere bakıldığında sekülarizasyon, varlık teorisi, bilgi teorisi ve değer teorisi açılarından dine açılmış bir savaşın adıdır. Allah, tamamen unutulmuş, insan ve dünya ile bütün irtibatı koparılıp atılmıştır. Vahyi bilgi fonksiyonsuzdur. Ahiret hayatı, artık bırakın referans alınmayı yok varsayılmaktadır.

Bütün bu ana kabullerin uzantısında günlük yaşamda,  sanatta, kültürde, eğitimde, dilde, bilimde, değerlerde, düşüncede, ekonomide, siyasette yönetimde ve devlet hayatında; kısaca günlük hayatın hiçbir yerinde dine ve dini düşünceye yer yoktur. Allah’ın ve ahiretin önemsiz bir şeymiş gibi unutulması ve hayata müdahale etmesinin ret edilmesi istenmektedir.

Jürgen Habermas, 3 Haziran 2008, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yaptığı konuşma, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:

“…Dindar vatandaşlar ve cemiyetler yasal düzene sadece yüzeysel olarak uymamalıdır; ayrıca, kendi inançlarının önermelerini anayasal prensiplerin  seküler meşruiyetine uygun hale getirmeleri beklenir.

Katolik Kilisesi renklerini Liberalizm ve demokrasinin gönderine, 1965’te 2. Vatikan Konsülü’yle çekti. Ve Almanya’da, Protestan Kiliseleri de farklı davranmadı. Açıkça görülüyor ki, bugün İslam’i dünyada da, Kur’an’ın doktrinine ‘tarihsel – hermenötik’ bir yaklaşımın gerekli olduğu kavrayışı gelişiyor… Seküler devletin çatışan dini görüşlere karşı tarafsızlığıyla, siyasi kamusal alanın tüm dinsel katkılardan temizlenmesini birbiriyle karıştırmayalım.” (8)

Kaynaklar

1- “Siber Sabotaj”, Milli Gazete, 10.01.2016.

2- Ragib el-İsfahanı, Mufredat, (Çeviri), Pınar Yayınları, İstanbul, 2008.

3-Altındaş R., Din ve Sekülerleime, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

4- Öztürk M., ‘Kuranın Değer Sisteminde Dünya ve Dünyevi Hayatın Anlamı’

Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: [2006], sayı: 16, ss. 65-86.

5- Ünal, A., Kuran’da temel Kavramlar, Beyan yayınları, İstanbul,1990, s 244

6- Kaplan Y., ‘Seküler Aklin Ötesi’, İslamiyat IV (2001), Sayı 3 S: 81-102.

7- Güler İ., “Dünyanın başına gelen Derin sapkınlı: Dünyevileşme, İslamiyat IV

 (2001), Sayı 3, Sİ 35-58.

    8- 6 Haziran 2008, Radikal, S. 10.

9- Hocaoğlu D., ‘Batı Tarzı Dünyevileşme: Laiklik ve Sekülerlik’, Türkiye Günlüğü,  Sayı 72  (2003), S: 115-151.