İlahiyatçı-Sosyolog Erol Erdoğan’ın “Seçim atmosferinde okunacak bir keyif yazısı olarak düşündüm” dediği Yenişafak gazetesindeki ” keyifli” yazısı…
Aklımın erdiği en eski seçimler 1970’li yıllara ait. Köyde yaşıyor olmamıza rağmen babam ilçe siyasetinde aktif idi. Öğretmen olan amcam da her seçimde sandık sorumlusu olurdu. Ağabeyim gençlik çalışmalarından eksik kalmazdı. Böyle bir ailenin ferdi olarak henüz ilkokul çocuğu da olsam, seçim günü gece yarılarına kadar sandık başında olurdum. Sandıkların açılması, zarfların sayılması, tutulan çeteleler, kahkahalar-şaşkınlıklar; bunların hepsi düğün-dernek gibi gelirdi bana.
O günlerden zihnimde kalan pek çok şey var. En başta afişler. Afişlerde mani benzeri, kimi zaman kafiyeli kısa ve yalın cümleler olurdu.
ESKİDEN REY VERİRDİK ŞİMDİ OY
Özellikle sağ partiler ‘rey’ kelimesini kullanırlardı. Partiler insanların ‘rey’ine talip olurdu. Mesela bir seçim öncesi dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk “Ver reyini AP’ye veya CHP’ye” demişti. İnsanlar birbirlerine “Bu seçim reyin kime?” diye sorarlardı. Yazıya hazırlık yaparken rastladığım DP’nin afişlerinden birinde şöyle yazıyordu: “Şekerin kilosunu 5 liraya yedirdiklerini unutturma. Reyini Demokrat Parti’ye ver.”
Eskiden seçim mühründe ‘Evet’ yazardı. Şimdilerde az çok ‘Evet’ yazmakla birlikte yeni üretim mühürlerde ‘Tercih’ kelimesi yer alıyor. ‘Rey’ vermekten ‘Oy’ atmaya ve ‘Evet’ demekten ‘Tercih’ etmeye geçiş, bir yönüyle seçmen davranışlarındaki sosyolojik-kültürel değişimin izdüşümü sayılır. Böyle bir değişim yorumunu kelimelerin sözlük-etimolojik anlamları mümkün kıldığı gibi ilgili kuşaklarda bu değişimin karşılığı var.
Rey; fikir, düşünce, görüş ile ortaya çıkar, anlık kabulden daha ileri, köklü ve kalıcıdır. Evet, kelimesi de öyle; eminsek evet deriz. ‘Oy’ ve ‘Tercih’ kelimeleri ise fikir ve eminlikten daha çok anlık-dönemlik kabullenişi anlatır. Kelimelerin etimolojik ve sözlük anlamlarına ilişkin tartışmada farklı görüşler mümkün, ancak kullanılan kelimelerin farklılaşması seçmenin değişim sosyolojisine işaret ettiğinin altını çizmemiz gerekir.
Yazıyı, seçim atmosferinde okunacak bir keyif yazısı olarak düşündüğüm için, seçmen davranışını şekillendiren sosyolojik, psikolojik, kültürel ve ideolojik faktörlerin-değişkenlerin her birine ve onların felsefi temelleri derinlemesine anlatmaktan daha çok belirginleşmiş kimi durumlar üzerinde durmak istiyorum.
SEÇMEN PARTİ Mİ TUTUYOR, İCRAAT MI SEÇİYOR?
Sıkça tekrar edilen ‘ideolojiler devri sona erdi’ cümlesi aynı zamanda ‘reyden oya geçiş’i de tanımlayan bir içeriğe sahip. Dünya genelinde soğuk savaşın sona ermesiyle başlayan yeni dönemde insanların bir kısmı parti tercihini, sahip olduğu temel dünya görüşü doğrultusunda değil ‘Hangi parti bana yaşamımı kolaylaştıracak ne vaat ediyor’ sorusu doğrultusunda belirlemeye başladı. Bu andan itibaren pazarlama dünyasına ait olan reklam, algı, imaj, kampanya gibi kavram ve yöntemler siyasetin de kullandığı unsurlar olmaya başladı. TV’lerde yayınlanan yüksek bütçeli parti reklamları, dev billboardlar, yüzlerce kişiyle yürütülen sosyal medya çalışmaları, teaser’ler ve benzeri çalışmalar ‘siyasi pazarlama’ sürecinin eserleridir.
Bu yeni sürecin olumlu mu olumsuz mu olduğuna dair bir bir yargıya sahip olmak zor. Siyasal iletişimin tamamen imaj-algı-vaat biçimine dönüşmesi aynı zamanda siyasetin fikirden uzaklaşarak içeriksizleşmesi gibi yorumlandığı için yeni siyasi iletişim tarzını olumsuzlamak mümkün. Ancak, siyasi tercihlerin alışkanlık ve ezber barındıran katı aidiyetler veya aşiret-aile gelenekleriyle değil vaatlere, seçim beyannamelerine ve oluşan algılara göre belirlenmesini aynı zamanda oy geçişlerine imkân vermesi sebebiyle de olumlu da görebiliriz.
Aslında soğuk savaş döneminin siyasi tercih refleksini yüzde yüz ‘fikir’ temelli olduğunu söylemek de doğru olmaz, soğuk savaş dönemi aynı zamanda konjonktürel küresel kamplaşmanın adıdır.
İCRAATCI LİDERLER ve OY GEÇİŞLERİNİN ARTIŞI
Bu noktada, yukarıda anlattığımız değişimin olumlu bir örneği olarak ANAP Lideri Turgut Özal ile başlayan Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan ile belirginleşen ve Recep Tayyip Erdoğan’lı AK Parti hükümetleriyle zirve yapan icraat, hizmet ve iş yapmanın siyasi tercihlerin değişimindeki yüksek etkisine değinmek lazım.
Geleneksel siyasi aidiyetlik bakımından en uzak noktada duran solcuların bile Turgut Özal’a oy vermelerinin altında Özal’ın topluma özgürlük, refah, zenginlik, değişim vaat eden politikaları etkili olmuştur. Yakın siyasi tarihimizde partiler arası oy geçişini yüksek oranlara çıkartan en önemli aktör olarak ise Refah Partili belediyeleri görmekteyiz. ‘Hizmet Belediyeciliği’ veya Erbakan Hoca’nın deyimiyle ‘Garson Belediyecilik’ tarzı kendini İslamcı veya Milli Görüşçü kabul etmeyen hatta bu çizgiye kategorik olarak karşı olan kişilerin bile Refah Partisi’ne oy vermesini sağlamıştır. RP’li belediyelerin bu başarısı Milli Görüş’ü kısa sürede iktidara taşımıştır.
AK Parti’yi yüzde 50’lere vardıran ve 13 yıldır iktidarda kalmasını sağlayan iklimi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Recep Tayyip Erdoğan hizmet belediyeciliğinin öncü ismi olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ortaya koyduğu hızlı iş yapma, toplumun her kesimine hizmet götürme, reformcu karakteri ile bürokrasiyi-devleti milletin amiri olmaktan çıkarıp emrine verme tarzı onu geniş toplumsal bir mutabakatla Başbakanlığa taşıdı. AK Parti iktidarları hizmet ve yatırımlarını çeşitlendirerek arttırdıkça millet de de her defasında desteğini güçlendirerek AK Partili hükümetlerin devam etmesini sağladı. Öyle ki, AK Parti çevresinde oluşan siyasi mutabakat zaman zaman zayıflasa bile icraattan kaynaklanan millet desteği AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında durdu.
AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun 2015 seçim konuşmalarında sıkça tekrar ettiği “Onlar Konuşur, AK Parti Yapar” sloganında kendini bulan icraatçı siyaset tarzı seçmenin geleneksel siyasi aidiyetini aşarak hizmet odaklı oy vermesini sağladığı gibi siyasi partileri de dönüştürmeye, liderleri hizmet, yatırım, vaat, ekonomi odaklı konuşmaya zorladı. Son birkaç seçimdir özellikle de 2015 seçim gündeminin beyannameler ve ekonomik vaatler üzerinden şekillenmesi bu yeni tarzın sonucudur.
Açıkça söylemek gerekir ki, Türkiye’de dini hassasiyete sahip siyasi kadrolar geleneksel seçmen davranışlarını olumlu yönde değiştiren, oyun daha bilinçli kullanılmasını sağlayan en önemli aktördür. Üstelik bu değişim, tüm dünyada büyük ölçüde algı/imaj merkezli olurken ülkemizde algı/imaj merkezli değişimin yanında iş/icraat/hizmet karakterli değişim açık şekilde kendini göstermiştir.
İDEOLOJİLER DEVRİ SONA MI ERDİ GERÇEKTEN?
Yukarıda anlattığımız imaj veya icraat merkezli seçmen davranışlarının değişim boyutu en azından ülkemizde seçmenin çoğunluğunu kapsayacak boyutta değil. İdeolojik veya fikri-dini gerekçeler üzerinden partisini seçen hatta aile ve aşiretinin eğilimi doğrultusunda oyunu belirleyen seçmen kitlesi genel oran içindeki ağırlığını koruyor.
Zaten seçmen tercihlerinin fikir, ideoloji, din veya icraat-hizmet merkezli olmaktan çıkıp tamamen ‘müşteri-tüketici’ refleksine dönüştüğü durumlarda karşımıza çıkacak sonraki durum apolitikleşme sürecidir. Çünkü parti aidiyetinin ve seçmen sadakatinin azalması imaj ve algı çalışmalarının da tesiriyle bir süre sonra seçmende sandığa gitmeme eğilimlerini arttıracaktır. Çünkü seçmen bu aşamada seçimleri anlamsız bulmaya, adaylar ve partiler arasında fark görmemeye, siyasetçileri ise kendileri için çalışan profesyoneller olarak kabul etmeye başlayacaktır.
Bazı ülkelerde sandığa gitme oranlarının yüzde ellilerin altına düşmesinin ardında, başka etkenler olabileceği gibi, bahsettiğimiz apolitikleşme temel gerekçeler arasında sayılmaktadır. Ülkemizde seçimlere katılma oranı dünya ortalamasının üstündedir.
Geçenlerde Washington merkezli Pew araştırma firmasının yayımladığı verilere göre Türkiye, 2011 yılı genel seçimlerindeki yüzde 84,4 oy kullanma oranıyla OECD ülkeleri arasında ikinci sırada bulunuyor. Belçika’nın yüzde 87,2 oranında birinci olduğu seçmenlerin oy kullanma oranı sıralamasında, İsveç yüzde 82,6 ile Türkiye’yi izliyor. ABD ise 34 OECD ülkesi arasında 31’inci sırada yer aldı. ABD’nin 2012 Başkanlık seçimlerinde seçmenlerin sadece yüzde 53,6’sı oy kullanmıştı.
İDEOLOJİLER SONA ERDİYSE IRKÇILIĞI NE YAPACAĞIZ?
“İdeolojiler devri sona mı erdi?” sorusuna verdiğimiz cevaplarda milliyetçilik hatta ırkçılığa dair birkaç cümle söylemek gerekir.
18. yüzyıldan itibaren siyasi bir düşünce tarzı olarak dünyayı etkilemeye başlayan Milliyetçilik ve Irkçılık farklı türevleriyle siyasi tercihlerin belirleyicilerinden olmaya devam etmektedir. Rusya-ABD gerilimine dayalı soğuk savaş dönemi sona ermiş olsa da etnik aidiyete dayalı siyaset tüm dünyada egemenliğini sürdürmekte, savaş politikalarını yönlendirmekte, devlet sınırlarını değiştirmektedir. Etnisite temelli siyasetin son dönem tezahürü ise maalesef göçmen-mülteci düşmanlığıdır.
Siyaseti ve seçmeni etkileyen sevimsiz şeylerden bir diğerinin yakın bölgemizi ilgilendiren mezhepçilik faktörü olduğunun da altının çizilmesi gerekir.
Dolayısı ile ‘ideolojiler devri sona erdi’ demek yerine karışık-kozmopolit dönemlerde yaşadığımızı kabul etmek daha sahici olacaktır. Birçok şeyi iç içe hem de yoğun şekilde yaşıyoruz.
DIŞ POLİTİKA – İÇ POLİTİKA AYRIMSIZLIĞI
Yukarıdaki konularla doğrudan ilişkili olmasa da, seçmenin değişim süreçleri başlığı altında düşünülmesi zorunlu olan dış-iç politika meselesinden de kısaca söz edelim.
Türkiye’de insanlar eskiden beri hükümetlerin dış politika kapsamında gördüğü konuları ‘hariciye’den saymamış aksine yeryüzündeki tüm soydaş ve dindaşların dertlerini siyasi tartışmalarının içinde kabul etmiştir. Soydaş ve dindaş gündeminin yanı sıra bölgesel ve küresel her kriz vatandaşımızın gündeminde kendine yer bulmuştur.
Bizim kahvehaneler, köy odaları, cami avluları bu yönüyle küçük birer parlamento gibidir. 2000’li yıllarda bölgesel-küresel krizlerin artması ve medyanın ulaşılabilir mecralar üzerinden yaygınlaşması sonucu politik konular millet nazarında dış-iç şeklinde ayrımını büyük ölçüde kaybetti. Dünyanın derdiyle ilgilenmek, imparatorluk bakiyesi olmaktan kaynaklanan doğal bir refleks hem de ümmet duyarlılığının getirdiği bir sorumluluk olarak tezahür etmektedir.
İslamcı-dindar siyasetçilerin, ufku yeryüzünün her yerine bakan aktif siyaset tarzı, dış-iç politika ayrımının ortadan kalkmasını hızlandırmıştır. MSP çizgisindeki partiler ile AK Parti’de siyaset yapan isimlerin ve liderlerin konuşma metinleri konuya dair oldukça zengin örneklerle doludur.
SİYASETİN ÜÇ VAZGEÇLMEZİ
Bu seçimde ortaya çıkan beyanname merkezli muhteva tartışması hoşuma gitse de “Seçimlerde beyannameler ve projeler” konuşulsun şeklindeki beylik cümleyi kullanmak istemiyorum.
Siyaset her zaman üç ayaklı olmalı. Siyaset bir fikir, felsefe ve ideal çerçevesinde yapılmalı. Bu konuda her zaman reformcu, değişimci ve kapsayıcı olunmalı. İkincisi; siyasetçi fikir ve ideallerini kendisinin zindanına dönüştürmeden siyasetinin pratik alana yönelik kısmına insanı koyarak icraatçı olmalı, hizmetleri en hızlı biçimde üretmeli ve sunmalı. Üçüncüsü seçtiği dil, kimi zaman kavgacı ve savaşçı olmak zorunda olsa bile her defasında ikna edici, izah edici, davet edici ve bunları sabırlı bir halet-i ruhiye ile taçlandırıcı tarza dönmeli.