BM insan hakları yüksek komiserliğine göre Yemen, “tamamen çökmenin” eşiğinde bulunuyor. Suudi Arabistan’ın, Washington, İngiltere ve Körfez ülkelerinde benzeri görülmemiş bir koalisyonun desteğinde havadan estirdiği terör, Yemen’in başkenti Sanaa’nın Şii Husi isyancıların eline geçmesini önleme girişimiydi.
İran destekli Husi kuvvetleri, sürgündeki Devlet Başkanı Abdurabbu Mansur Hadi’ye bağlı Yemen askerleriyle savaşarak Aden’i zorlarken ABD de hedeflerini bulması için Amerikan insansız keşif araçlarından canlı video desteğiyle Suudi Arabistan’a yardım ediyordu. Pentagon, daha fazla istihbarat, bomba ve havadan yakıt ikmal hizmeti sağlayarak açık uçlu operasyon için askeri yardımlarını arttırmaya hazırlanıyor.
Kuzeydeki Husilere, eylül ayındaki saldırıları için Körfez’deki müttefikleri üzerinden bizzat ABD tarafından yeşil ışık yakıldığına dair deliller de giderek artıyor.
ABD’nin gelişmiş uyarı sistemi
David Hearst’ün Ekim 2014’te bildirdiği üzere Husi saldırısı “ABD’nin Cibuti’deki askeri üssünün burnunun dibinde” gerçekleştirildi. CIA’in insansız hava araçları orada faaliyet gösteriyor. “ABD’nin Sanaa’daki büyükelçiliği de Husiler tarafından korunuyor.”
Hearst, Husilerin, ABD istihbaratının dikkatli bakışları altında, Suudi Arabistan’dan gelen sessiz onaydan cesaret bulduğunu açıkladı.
Bir sene önce, zamanın Suudi istihbarat lideri Prens Bandar, Londra’da Husilerin lideri Salih Habreh ile görüştü. Suudiler, Husileri Yemen Müslüman Kardeşleri’nin Devlet Başkanı Hadi ile iktidarı paylaşan Islah Partisi’ne karşı harekete geçirmek istedi. Böylece bunlar “birbirlerini devre dışı bırakacaklardı.”
Ama Islah, Husilere karşı koymayı reddetti. Böylece Riyad’ın yeşil ışığı ters tepti, bu durum milislerin hiçbir engelle karşılaşmadan başkente yürümelerini sağladı.
ABD de müdahil oldu. Hadi’ye yakın kaynaklar, Amerikalılar tarafından kendilerine eski Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı hükümet kurumlarının Husilerin ilerleyişine karşı koymayacağına dair teminat almak için Roma’da İranlı yetkililerle Salih’in oğlu arasında bir toplantı yapıldığının ifade edildiğini söylüyorlar.
Üç sene önce ABD-Suudi destekli müzakereler sonunda, Ali Abdullah Salih’in yerine Hadi getirilmiş, Salih’e de yargılamalara karşı muafiyet verilmişti. Sızan ses kayıtları ve bir BM Güvenlik Konseyi raporu, Salih’in Husilerle geniş çaplı iş birliği yaptığını ve onların askeri faaliyetlerini yönettiğini ispatlıyor.
Husi saldırısı sonrasında ülkeden kaçan Başkan Hadi, “Amerikalılar tarafından Roma’daki toplantı konusunda bilgilendirildiğini ama bu bilgilendirmenin ancak Husilerin Sanaa’yı ele geçirmesinden sonra olduğunu” söyledi.
Diğer bir ifadeyle ABD, İran destekli operasyon tehlikesinin farkında olmasına rağmen, bu istihbaratı Husiler başarı kazanıncaya kadar Yemen’deki adamına aktarmamış.
İkili oynamak
Başkan Hadi’ye yakın olan başka bir kaynağa göre, Birleşik Arap Emirliği de Salih ve oğlu Ahmed üzerinden Husilere 1 milyar dolar aktararak Husi operasyonunda önemli bir rol oynadı.
Eğer doğruysa bunlar özetle şu anlamlara geliyor: ABD istihbaratı Husi taarruzu ve Salih’in bu taarruzdaki rolü konusunda gelişmiş bir uyarı sistemine sahipti; BAE’nin bu operasyon için Salih’e kaynak sağladığı bildirilmişti; Suudiler de Yemen İhvanı’nın ölmesine yol açacak bir savaş başlatacağı ümidiyle Husilere yeşil ışık yakmıştı.
Sanaa Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan ve Yemen Yoklama Merkezi’nin “Yemen Devrim Projesi’nin Çerçevesi”nin baş editörü Abdusselam El Rubeydi’ye göre, Yemen’deki haberler, El Kaide’nin yerel kolu Ensar-üş Şeria’ya karşı “Husilerle Amerika Birleşik Devletleri ve Salih’in Cumhuriyet Muhafızları arasında bir ittifak olduğuna işaret ediyor.” Bazı Yemenli siyasetçiler de “Amerikalılar başkente girip Islah’ı zayıflatmaları için Husilere yeşil ışık yaktı” dediler.
ABD, yaklaşmakta olan Husi saldırısı konusunda Yemen’de kendisine bağlı rejimi uyarmak üzere hiçbir şey yapmazken, İran’ın nüfuz sahasının genişlemesinin önlenmesi için Suudi Arabistan’ın sert askeri tepkisine niçin hemen destek verdi?
Böl ve yönet
Yemen’deki krizin tırmanması, tam kapsamlı bir bölgesel Şii-Sünni vekalet savaşı tehlikesi doğuruyor.
11 Eylül’den bu yana bölgede ABD tarafından müdahale edilen her ülke, sosyal dokusu geri döndürülemez şekilde bozulduğu için iç savaşa sürüklendi. Yemen, Suriye, Irak ve Libya’da olduğu gibi.
Bunu takip edecek mezhep savaşları, Washington DC’de etkili bir savunma firmasının fazla bilinmeyen araştırmasındaki senaryolarla şaşırtıcı benzerlikler taşıyor.
RAND Corporation kurumunun 2008 tarihli Uzun Savaşın Geleceğini Açıklamak başlıklı raporu, ABD Ordusu Eğitim ve Öğretim Komutanlığı’nın Ordu İmkanlarının Birleştirilmesi Merkezi sponsorluğunda hazırlandı. Rapor, ABD hükümeti için “Müslüman âleminde Batı hakimiyetine karşı birleşik bir İslam dünyası oluşturmaya eğilimli düşmanlara” karşı “uzun savaş” konusunda takip edilecek politika seçeneklerini belirledi.
Müslüman dünyasındaki düşmanlara, “kuramcı” Selefi cihatçılar, Hizbullah ve Hamas gibi “siyasi sürece katılan ama aynı zamanda şiddet kullanmak da isteyen dini milliyetçi örgütler”, “komünistler, Arap milliyetçileri ve Baasçılar” gibi laik gruplar ve üyeleri daha sonra “daha radikal örgütlere” katılabilecek olan “şiddete başvurmayan örgütler” de dahildir.
Raporda ABD Ordusu’na bölgede mevcut jeopolitik düzene meydan okuyan tüm Müslüman siyasi grupları “düşman” olarak görmesi ve bunları zayıflatması tavsiyesinde bulunuluyor.
ABD Ordusu sponsorluğundaki raporda gündeme getirilen stratejilerden biri de “böl ve yönet”tir. Bu kapsamda, “çeşitli Selefi cihatçı gruplar arasındaki fay hatlarının istismar edilmesi ve bunların birbirlerine düşürülerek enerjilerini iç çatışmalarda tüketmelerinin sağlanması” çağrısı yapılıyor. “Kendi hükümetlerini devirmeye odaklanan yerel Selefi cihatçı gruplarla” El Kaide gibi uluslararası cihatçıların birbirine düşürülmesi buna örnek gösteriliyor.
Bu stratejinin Libya ve Suriye’de tatbik edildiği görülüyor. Buralarda El Kaide’yle irtibatları olmasına rağmen yerli isyancılar Kaddafi ve Esad’ı devirmek için ABD tarafından gizlice desteklendi.
RAND kurumunun raporu, ABD ve onun yerli müttefiklerine “milliyetçi cihatçıları uluslararası cihatçıları gözden düşürecek kampanyalar başlatmak için kullanmaları” tavsiyesinde bulunuyor. Raporda, “Amerika Birleşik Devletleri ve ev sahibi ülke, milliyetçi cihatçıların mevcut El Kaide unsurlarını ortadan kaldırmak için askeri operasyonlarda bulunmasına yardım da edebilir” deniliyor.
Yine de ABD’nin bu tür “milliyetçi cihatçılara” desteğinin gayet gizli yapılması gerekiyor. “Milliyetçi terörist grupların yapısından dolayı her türlü yardım, tamamen gizli bir şekilde yapılacak ve ileri derecede Enformasyon Operasyonları imkanları kullanılacaktır.”
Bu durum, ABD savunma çevrelerinde, milli ve beynelmilel cihatçılar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı hususundaki kafa karışıklığını gösteriyor. Londra Üniversitesi’nde cihatçı gruplar konusunda uzman olan Dr. Akil Awan’a göre, 11 Eylül’den önce milli cihatçı gruplarla ilgili endişeler “genellikle çok yerel ve sığ” idi. Bu durum, El Kaide’nin “marka değerinin çoğu yerel grup için çok cazip olması ve bunların daha sonra Bin Ladin’e bağlılık yemini etmeleriyle” 11 Eylül’den sonra değişti.
Dr. Awan, “Milli cihatçı gruplara maddi kaynak sağlamak parlak bir fikir değil” dedi. “Bu, El Kaide gibi küresel cihatçı gruplara olan desteği ortadan kaldırabilir ama bunu her kim önerdiyse, ABD’nin Afganistan’da olduğu gibi vekalet savaşlarına yönelik son dış politikası ve bunun kaçınılmaz ters etkileri hususunda pek de iyi bir hafızaya sahip değil. Şiddet uygulayan örgütleri kendi dış politika hedefleriniz için desteklemek, yerel demokratik ya da barışçı seslerle diğer sivil toplum aktörlerine de büyük zarar verir.”
ABD Ordusu destekli rapor, “böl ve yönet” stratejisinin kısa vadede getirebileceği kazanımlar sonrasında ister istemez ileride düşmanlıklara yol açabileceğini belirterek bu “ters tepki” riskinin farkında olunduğunu gösterdi.
Mezhepçilikten çıkar sağlamak
Durham Üniversitesi’nden Şeyhlerden Sonra: Körfez Monarşilerinin Beklenen Çöküşü kitabının yazarı Dr. Christopher Davidson’a göre Yemen’deki mevcut kriz, ABD tarafından teşvik ediliyor ve bu, “İran’ın müttefikleri arasında bölünmelere yol açılması ve İsrail’in etrafının da güçsüz devletler tarafından sarılmasına” yönelik geniş çaplı ve gizli bir stratejinin bir parçası olabilir.
O, Yemen’deki savaşın birbiriyle çakışan üç ayrı şekilde ABD çıkarlarına hizmet ettiğini savunuyor. Savaş, İran’ın “Husilere olan desteğini artırıp artırmayacağı” konusunda bir test durumunda. Eğer artırmazsa İran’ın “(aynen Şah’ta olduğu gibi) güvenilir, yayılmacı olmayan bir bölge polisi olarak rol oynayacağı ABD tarafından doğrulanmış olacak.”
Savaş aynı zamanda Suudi Arabistan’ı da zayıflatabilir. Dr. Davidson, Suudi Krallığını “tam bir sıcak savaşa” itmenin “ABD silah sanayii için mükemmel olacağını ve giderek problemli hale gelmeye başlayan Riyad’la ilişkilerde ABD’nin elini kuvvetlendireceğini” söyledi. “Petrolün varil fiyatının 100 dolar olduğu zamanlardan sonra, eğer çoğu Amerikalının inandığı gibi Suudi Arabistan’daki rejimin dönemi sona erdiyse savaş, bir müttefiki hemen yere sermenin faydalı bir yolu olarak görülebilir.”
Yemen’deki ihtilaf ayrıca “küresel olarak dikkatleri IŞİD’den ve ABD liderliğindeki koalisyonun ona karşı faaliyetlere geçmedeki bariz gönülsüzlüğünden uzaklaştırır.”
Davidson bunun başka örneklerinin de olduğuna işaret ediyor: “Bölgede mezheplerle ilgili ihtilafların ABD çıkarları için kullanılması Reagan döneminde de defalarca görülmüştü.”
Bu görüşün Reagan sonrasındaki dönemde bir tekrarı da Binyamin Netanyahu için merkezi Kudüs’te bulunan İleri Stratejik ve Siyasi Araştırmalar Enstitüsü tarafından yayımlandı. 1996’da Douglas Feith, David Wurmser ve Richard Perle -bunların hepsi de Bush yönetimine katıldı- tarafından hazırlanan A Clean Break (Açık bir kopuş) başlıklı rapor, Suriye, Lübnan ve İran’ı zayıflatmak üzere İsrail-Ürdün ve Türkiye ekseni kurulması için Irak’ta rejim değişikliği yapılmasını savunuyordu. Bu senaryo, bugün ABD’de Obama liderliğinde takip edilen politikayla şaşırtıcı bir benzerlik taşıyor.
12 sene sonra ABD Ordusu tarafından RAND’a hazırlatılan başka bir raporda, ABD’nin “kararlı bir şekilde muhafazakar Sünni rejimlerin tarafını tutarak Şii-Sünni anlaşmazlığından faydalanmayı tercih edebileceği ve cihatçı hareketi Şiiler ve Sünniler arasında bölerek İslam âleminde Şiilere güç kazandıracak tüm hareketlere karşı onlarla çalışabileceği” ileri sürüldü. ABD’nin Körfez’de “İran’ın güç ve nüfuzunu” sınırlandırmak için “Suudi Arabistan, Mısır ve Pakistan’da geleneksel Sünni rejimleri desteklemesi gerekir.” ABD aynı zamanda, İran’la ittifak yapmış olmasına rağmen “Irak’taki Şii hükümetle de kuvvetli bir stratejik ilişki” sürdürmelidir.
RAND kurumunun bu raporunun yayımlandığı sırada, ABD gizlice Irak’tan Suriye ve Lübnan’a kadar çoğu El Kaide’yle bağlantılı Sünni cihatçı grupların Suudi liderliğinde finanse edilmesini koordine ediyordu. Bu gizli strateji, Obama döneminde Esad karşıtlığı bağlamında hız kazandı.
Raporda, Sünnilerle Şiiler arasında mezhepçi anlaşmazlığın genişlemesinin, Selefi cihatçı kaynakların “tüm Orta Doğu’da, özellikle de Irak ve Lübnan’da İran çıkarlarını hedef alarak kısa vadede El Kaide’nin ABD menfaatlerine yönelik tehditlerini azaltacağı, Batı karşıtı operasyonları keseceği” sonucuna varıldı.
ABD’nin bir yandan El Kaide’yi destekleyen Körfez ülkelerine yardım edip tüm bölgede yerli Şia karşıtı İslamcıları güçlendirirken diğer yandan Irak’taki Şii rejimi destekleyip İran’la da anlaşmaya çalışması şeklindeki bu gizli stratejisi şiddet seviyelerini artırarak her iki tarafı kuvvetten düşürdü ve “Batı hakimiyeti” devam etti.