Yusuf Kaplan Yenişafak gazetesindeki yazısında Türk entelijansiyasının “Medeniyet” fikri olmadığını ve “Kafası karışıklar kumpanyası “olduğunu söylüyor.
İnsanlık tarihi, son üç yüzyıla kadar BURADA yapıldı: Merkezinde bizim bulunduğumuz medeniyet coğrafyasında.
Tarih, son üç yüz yıldır burada yapılmıyor ama BURADAN yapılıyor. Amerikalılar, Avrupalılar, buradan çekip gitseler, tarihi yapabilirler mi?
TÜRK ENTELİJANSİYASI: KAFASI KARIŞIKLAR KUMPANYASI
Yakıcı meselemiz şu: Bugün, burada değil. Dün, buradaydı ama. Dün, buradaydı; biz buradaydık zira.
Yarın’ın, burada olabilmesi için bizim yeniden burada olmamız, insanlığa, susuzluğunu çektiği hakikat medeniyetini sunmamız gerekiyor.
İşe önce kendimizden başlamamız… Farklı din, medeniyet, ırk mensubu insanlara kucak açacak, onlara hayat sunacak esaslı bir medeniyet fikrine ulaşmamız…
Türkiye’de, dört başı mamur, esaslı bir medeniyet fikrine ulaşmış bir entelijansiya yok: Medeniyetten söz eden, hatta medeniyeti din’in yerine yerleştiren, din’den bahsediyormuş gibi medeniyet’ten bahseden tuhaf insanlar galerisine dönüşmek üzere burası.
Zihni allak bullak olmuş, çağdaş hurafelerle yerle bir olmuş, kafası karışıklar kumpanyası: Zavallı Türk entelijansiyası!
ÇAĞDAŞ HURAFELER: AĞ’DAŞ KAFESLER!
Medeniyet’ten, hele “İslâm medeniyeti”nden söz eden insanların zihninde bir medeniyet fikri yok.
Özgün, öz’ü gür, dolayısıyla söz’ü güçlü kılacak, insanı eyleme durduracak hakikatten süt emen, hakikatli bir medeniyet fikri yok ne yazık ki.
Medeniyet’ten bahseden insanların zihinlerinin gerisinde, hep çağdaş hurafeler var: İlerleme, akıl, kalkınma, refah vesaire gibi insanı içine çekip u/yutan, devâsâ bir ağ’a dönüşen çağdaş kafes’ler.
Weber’in, modernliği tarif ederken kullandığı “demir kafes”ler.
Modern insanın, “özgürlük kaybı” ve “anlam krizi” yaşamasına yol açtığını söylediği zihinsel hapishaneler.
O yüzden önce esaslı bir medeniyet fikrine sahip olmak, ondan sonra yol’a koyulmak gerekiyor…
Yol’u bilmeden, yolculuğa çıkmaya kalkışmak, hüsranla sonuçlanabilir ancak: Hayal kırıklığıyla… Bütün hayallerimizi, hayaletlere dönüştürecek bir yıkımla…
MEKKE + MEDİNE = MEDENİYET
Medeniyet fikri’nin kaynağı, din’dir. Din, kaynak’tır; medeniyet, o kaynağı gürül gürül akıtacak, herkesi sulayacak, herkesin susuzluğunu giderecek asil ırmak.
Din, medeniyetin kaynağı: İlâhî kaynak.
Medeniyet, din’e hayatiyet kazandıracak, din’i yaşatacak, hayata aktartacak, hayatımız oldurtacak, ırmak.
Bu ırmak, Sünnet-i Seniyye’dir. Sünnet, “yol” demektir.
Kur’ân, Rehberimiz; Sünnet-i Seniyye ise Yol Fenerimiz’dir.
Yol Fenerimiz olmadan, karanlıkta yol almak da, yolumuzu bulabilmek de olmayacak duaya âmin demektir.
Özetle… Mekke + Medine = Medeniyet’tir.
Mekke + Medine, Sünnet-i Seniyye’nin, bize sunduğu yol haritasıdır.
Mekke’de hayat bulan, çağrısını kuran; Medine’de hayat olan, çağ’ını kuran ve sonucu, çağlayan / medeniyet (yani Sünnet-i Seniyye) olan şaşmaz yol haritası.
DÜNYA, OSMANLI’YA NEDEN GEBE?
İşte Osmanlı medeniyeti, bu sütunlar üzerinden yükseldi ve bütün insanlığa hakikatten süt emen bir yolculuk önerdi. Ve Selçukluların verdiği 500 yıllık mücahedeyle kurulan sırat-ı müstakim’i, Osmanlı 500 yıl verdiği mücahede ve mücadeleyle korudu.
Bize, muazzez bir dârü’l-İslâm kurdu. Dârü’l-İslâm: Selâm yurdu oldu: Herkes için.
Osmanlı tarihte gelmiş geçmiş, tarihin akışını değiştiren bütün medeniyetlerin üzerine oturdu: Hem bütün bu medeniyetlerin, kendileri olarak ve kedileri kalarak yaşamalarını sağlayan bir dünyaydı bu; hem de bütün medeniyetlerden, vahye dayanan filtresinden geçirerek yararlanmasını bilen bir dünya.
Batı uygarlığı gibi başkalarının, başka medeniyetlerin kökünü kazımamıştı.
Tam tersine, farklı dinlerin, kültürlerin, etnisitelerin, medeniyetlerin Osmanlı’nın Selâm Yurdu’nda nasıl bir arada ve barış içinde yaşayabileceklerini dünya âleme ispatlamıştı.
Bugün dünyanın temel sorunu bu: Farklı kültürlerin, medeniyetlerin kendileri kalarak yaşamaları ve insanlığa katkıda bulunmaları.
Batı uygarlığının dünya üzerinde kurduğu, önce mekânları / toprakları, sonra da zihinleri sömürgeleştiren, köleleştiren hegemonya, insanlığın medeniyet birikimini tarumar etmekle, antropolojik malzemeye, canlı cenazeye dönüştürmekle sonuçlandı.
İnsanlığın önünü açacak herkese hayat hakkı tanıyan ve herkesle barış içinde yaşayan tek küresel / evrensel medeniyet tecrübesi Osmanlı medeniyet tecrübesidir.
O yüzden, dünya, Osmanlı’ya gebedir.