Tayfun Atay’ın Cumhuriyet gazetesindeki yazısı…
TRT 1’de başlama vuruşunu önceki gece yapan “Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması” üzerine cuma günü, program başlamadan önce yazmıştım. Şimdi ilk bölümü izledikten sonra, “O Ses Türkiye” formatından çok bariz bir etkileşim ve esinlenme hissettiğimi söyleyebilirim. Tabii bu etkileşimin yaratttığı bir “psikoloji” de beraberinde geliyor. İletişim Kuramcısı Neil Postman, aşağıda biraz daha ayrıntılı yararlanacağımız eşsiz çalışması, “Televizyon: Öldüren Eğlence”de “sekülarizm psikolojisi” olarak tanımlıyor bunu.
Biz de Kur’an’ı güzel okuma yarışmacılarının kuliste eğlenceli bir sohbete yatırılmalarından, sonra tanıtım videolarının akışından, nihayet sahneye, seyirci ve jüri karşısına çıkma tarzlarından hareketle oluşan “O Ses Türkiye” andırımından beslenen bir “seküler psikoloji” içinde izliyoruz programı!..
Meselenin bam teli de burası.
Böylesi bir çalışma (yarışma) üreten “dinî akıl” ne amaçlıyor?
Dini, “MESH” (Medya+Eğlence+Show) endüstrisinin çekim gücüne kapılmış kitle kültürü insanına ulaştırmayı…
Pek âlâ! Ama sonuçta dini “din” olarak yapan en temel hususiyet, yani kutsallık, “MESH”le haşir neşir olundukça ağırlığını, asaletini ve asliliğini kaybediyor.
Söz gelimi jüri koltuğundaki kıymetli, kıdemli, oturaklı hocalarımız, karşılarındaki genç ve gariban hafızları eleştiriyor: “Kur’an’ı okurken dilinizle gönlünüz birlikte hareket etsin!.. Bunu göremedim ben.” Yahut, “Biraz daha ‘Aşr-ı Şerif’ ile hemhal olun!” Yahut, “Mustafa, çok fahiş hataların var oğlum!..”
İlahi Hocalarım! Yahu bu çocuklar nasıl dille gönülü bağlasın?! Karşılarında Allah rızası için hûşû ile onları dinlemeye gelmiş bir “cemaat” yok ki… Tilavete âmin demeye değil, “performans”a oy vermeye gelmiş “seyirciler” var.
Bu genç hafızlar nasıl “Aşr-ı Şerif” (10 ayet uzunlukta okunan Kur’an) ile hemhal olsun?! Kendilerini beğendirme ve kafalarında uçuşan çil çil altınlar var!..
Nasıl fahiş hata yapmasınlar?! Allah rızası için tevekkülle ve takva üzere değil, dünyalık peşinde ve sizlerin hakemliğinde toplayacağı puanlar için okuyorlar Kur’an-ı Azîmüşşan’ı!..
Evet, okuyan açısından Kur’an amaç değil, bir “araç” burada… Amaç, 50 tam altın, olmadı 20 tam altın, o da olmadı 10 tam altın…
Dinleyen açısından?
Dinleyen mi?!
Dinleyen yok ki, seyreden var!..
Okunan Kur’an değil, dinlenen Kur’an da değil, “seyredilen” Kur’an söz konusu burada.
Kur’an, kıraat edilmiyor, “temaşa” ediliyor.
Ve seyir, okumaya da, dinlemeye de, kıraata da düşmandır.
Buna en bariz örnek, 1990’ların başından itibaren bu memlekette dindarlara “alternatif” sunmak üzere yayına başlayan televizyon kanallarının Kur’an tilavetini önceleri “prime-time”da sunarken zamanla bunu (geçim derdiyle!) gece yarılarına çekmesidir!..
Postman’ın vurguladığı üzere, dinlerde hedeflenen eğlencenin değil kutsallığın yaratılmasıdır. Eğlence ise kutsallıktan uzaklaşmanın aracıdır. Ve din, televizyonda, başka her şey gibi bir “eğlence” olarak sunulmaktadır:
“Dini, tarihsel, derinlikli ve kutsal bir insani etkinlik durumuna sokan bütün özellikler silinmiştir; ne bir ritüel, ne bir dogma, ne bir gelenek, ne bir teoloji ve her şey bir yana ne de bir ruhsal aşkınlık duygusu söz konusudur” (“Televizyon: Öldüren Eğlence”den).
Keyfiyet budur. Din, televizyonunun, dolayısıyla popüler kültürün, dolayısıyla “yalan dünya”nın içeriğine girmemekte, bunların tümü dinin içeriğine girmektedir.
O yüzden “Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması”, günümüz İslam toplumlarının her geçen gün daha bariz bir karakteristiği haline gelen post-İslamist çığır içinde dinin her yerde kılınarak hiçleştirilmesine gayet güzel bir örnektir.