O, ne zaman vesayeti zorlasa, indirildi

Yazarlar
“Yasaklı yıllarını” geride bırakmış, iktidara yeniden yürüdüğü günlerdi. 1991 seçimi öncesi saatler gece yarısına doğru yol alırkenOsman S. Arolat ile Güniz Sokak’taki eve giriyorduk...
EMOJİLE

“Yasaklı yıllarını” geride bırakmış, iktidara yeniden yürüdüğü günlerdi. 1991 seçimi öncesi saatler gece yarısına doğru yol alırkenOsman S. Arolat ile Güniz Sokak’taki eve giriyorduk. Demirel Samsun mitinginden yeni dönmüş, saat geç de olsa, bize verdiği randevuya sadık kalmıştı. “Yeni”GÜNAYDIN‘ın çiçeği burnunda Ankara Temsilcisi’ydim ve 70’li yıllarda bir üniversiteli olarak karşısında durduğum siyaset adamıyla ilk siyasi söyleşimi gerçekleştirecektim. Demirel‘in Arolat‘ın sorularına verdiği yanıtlar, 70’li yılların “bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen portresinden çok uzak, demokrasiyi bütün kurumlarıyla benimsemiş bir karakterdi. Dayanamadım, “benim kuşağım sizi, Milliyetçi Cephe’nin başbakanı ve Türkiye’nin yaşadığı kanlı kutuplaşmanın sağdaki lideri olarak tanıdı fakat karşımda herkesi kucaklamaya çalışan bir demokrasi neferi gibi duruyorsunuz, sizde ne değişti” diye sordum.

Yanıtı önemlidir: Siyasetin şartları değişti. Bir siyaset adamını o adam yapan siyaset şartlarıdır. Bugün bu şartlar geçerlidir ve darbeyle yer ile yeksan edilmiş demokrasi hepimizin tek varlık sebebidir.

Bu cevap aslında onun ünlü “dün dündür, bugün bugündür” sözünün arkasındaki siyasetçi kimliğini göstermesi açısından önemlidir.

Başbakanlık ve halkın çamurlu ayakkabıları

Seçmen 1991 seçiminde oylarını 5 parti arasında dağıtınca, Demirel-İnönü ikilisinin gerçekleştirdikleri koalisyon, Türk demokrasi tarihi açısından en anlamlı siyasi mutabakattır. Erdal Bey, bugünkü HDP‘nin ilk omurga kadrosunu Meclis’e taşımıştı ve Demirel, bir sağ lider olarak “Kürt realitesini tanıyorum” sözüyle gelecek için bir kapı aralamayı tercih etmişti.

Koalisyonun ilk 6 ayının “heyet kutlamalarıyla” geçmesinin kamuoyundaki tepkisini hatırlattığımda “Bırak vatandaşın ayağı başbakanlık binasına alışsın, yıllardır uzak kaldılar, onlar o çamurlu ayakkabılarıyla gelecek, bu binada ülkelerinin asıl sahibi olduklarını hissedecek, demokrasiyi burada yaşayacak” diye cevaplamıştı.

Cumhurbaşkanı seçilmesini de hep, bu zeminde gördü. Oligarşik vesayetin 6 kez yolunu kestiği bir siyasetçi olarak Çankaya’ya çıkmasının, demokrasi açısından anlamını vurguladı.

Vesayetin sevmediği politikacı

27 Mayıs darbesi sonrası kurumsallaşmış, geçmişinde bir başbakan ve 2 bakanın idamı olan oligarşik vesayete karşı Demokrat Partigeleneğinin sürdürücüsü genç bir politikacı olarak ortaya çıktı, bu nedenle vesayet, onu, tıpkı Erbakan‘a yaptığı gibi hiçbir zaman bağrına basmadı. 12 Mart’ı hazırlayan koşulların perde arkasında Batı’nın Türkiye’de engellemeye çalıştığı “ağır sanayiyatırımlarını” Sovyetler Birliği ile birlikte gerçekleştirmesi vardır. Üstelik, bunu, ülkenin sanayi alt yapısı için Sovyetler’den kredi almayı planlayan Menderes‘in başına geleni bilerek uyguladı, bedelini ödettiler.

“Genç subayların” Meclis kulislerini basıp, Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı seçtirme baskısına rahmetli Bülent Ecevit’le birlikte direnmesi tipik bir siyasi rövanş, demokrasi tarihimizin az konuşulan tarihi dönüm noktalarından biridir. 12 Eylül‘de, kendi ilan ettiği24 Ocak Kararları’nın “disiplin içinde” uygulanmasını isteyen iç ve dış güçlerin ittifakı sonucunda yine Ecevit‘le birlikte kendini Zincirbozan’da bulmuştu. Oligarşik vesayet kendine yapılanı unutmaz bir gün mutlaka “gereğini” yapmaya çalışır!..

28 Şubat’ta çok endişeliydi

Aslında Demirel‘in 6 kez gitmesi, Türkiye vesayet sisteminin elle tutulur tarihidir. 7 kez dönmesi de halkın demokrasi kararlılığını gösterir. 28 Şubat Süreci’nde yollarımız ayrılmıştı. Ben, gelişmeye soğuk bakan “genel yayın yönetmenleri katından” bir gazeteci olarak önce işsizliği tattım, devamında da o sürecin kurduğu zorlama hükümetin yıkılmasını sağlayan itiraf kasetini yayınlayandım. O süreçte bir kez konuştuk, bıraktığı izlenim, Demirel‘in Erbakan‘ın canına bir iş gelmesinden çok endişe ettiği yönündeydi.

Aynı dönemde, rahmetli Erbakan, merhum Aytunç Altındal ile birlikte beni Altınoluk’taki yazlığına davet etti. Yaptığımız uzun toplantıda Erbakan’ın Demirel‘den değil, İstanbul sermaye çevreleri ve bu çevrelerin orduyu yönlendirmesinden şikayetçi olduğunu izledim. (O toplantının yaşayan tanıklarından biri Emin Şirin’dir.)

yazının devaımını okumak için…