Yalçın Çetinkaya’nın Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Dinle, bu Ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor” diye başlayan Mesnevî’nin ilk onsekiz beytinde, birinci planda ‘Ney’ vardır. Şikâyet etmektedir; ayrılıkları anlatmaktadır. “Kamışlıktan kesildim kesileli feryad etmedeyim; erkek kadın herkes feryadıma uymada, ağlayıp inlemededir. Aslından uzak düşen, elbette buluşma çağını arar, her toplumda ağladım, inledim; herkesle eş dost oldum; herkes kendince bana dost oldu ama içimdeki sırlarımı kimse merak etmedi” demektedir. Mevlânâ Ney’e aşk ateşinin düştüğünü, hakikat şarabını aşkın coşturduğunu söyler. “Ney gibi hem zehir, hem panzehir olan, onun gibi solukdaş kesilen yoktur; o, kanlarla dolu bir yolu bildirmede, Mecnun’un hikâyelerini anlatmadadır” der. Sonunda da ham kişinin pişkin, olgun kişinin halini anlayamayacağını, sözün kısa kesilmesi gerektiğini söyleyip bu onsekiz beyti bitirir.
Eski şârihlere göre buradaki Ney, “İnsân-ı Kâmil”dir. O, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkla varolmuştur. Ondan çıkan her ses, Allah iradesini bildirir; onun ihtiyarı, Allah ihtiyarıdır. Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır; bu bakımdan Itlak âlemini özler. Daha doğrusu da onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi kendisine bir nazdır. Nitekim;
“Men zî cân-ı can şikâyet mîkunem
Men neyem şâki rivâyet mîkunem”
yani, ‘Ben canın canından şikâyet etmedeyim; ama gerçekte şikâyetçi değilim, rivâyet etmedeyim ancak’ buyurur. Mânâ bu yöne götürüldü mü Ney bir mecazdır ancak. Son zamanlarda Mesnevî’yi başka bir tarzda anlamak iddiasına düşenlere göreyse bu beyitlerdeki Ney, maddî Ney’dir, mânâları bu yöne çevirmek tamamıyle yanlıştır. İlk iddialar mı doğrudur, yoksa bu son iddia mı? Bu soruyu biz, bizzat Mevlânâ’ya soruyoruz. Sözün sahibi Mevlânâ diyor ki: “A güzel sesli Ney, gönüller almadasın, hoşsun, güzelsin; sıcak sıcak nefes vermedesin, soğuk havaları silip süpürmedesin. İçinde ne boğum var, ne bir şey; bomboş. Dertlere düşmüş, perişan olmuş gönülden, candan derdi, elemi almada, onları da kendine döndürmedesin. Herkesin, sevgilisine uygun bir resimdir, yapıyorsun; okuma yazma bilmiyorsun ama içyüzden bir ressamsın âdeta. Ey tüm gerçeklerin şekli, sureti, hangi perdedesin sen ? Neyin nağmeleri arasından bir baş göster; şekerler gibisin sen çünkü. Gözün dokuz olmuş sanki; can da on kulağını sana vermiş; altı yana da üfle nağmelerini; altı yana da bildiksin, tanıdıksın sen. Ey başı kesilmiş kamış, dilsiz dudaksız sırlar, söyle; boğazdan tattığın soluğu, halka da bir hoşça tattır. Ney’e aşk ateşi düştü, âlemi bir dumandır kapladı; çünkü sesin aşk sesi; aşk sesini duyurmadasın, ateşlisin sen. Aşkınla Leylâ’nın Mecnun’un sırlarını okşa; gönle ne tatsın sen, câna ne huzur. Hâsılı soluğunda Tebriz’den bir koku var; güzelliğinle, alımınla nice gönüller kapmadasın sen.”
Âdeta Mesnevî’nin onsekiz beytinin bir başka tarzda ifadesi olan bu gazelde Ney, gönüller almada. İçinde ne boğum var, ne bir şey. Herkesin sevgilisine uygun bir resim yapıyor. Tüm gerçeğin şekli o. Altı yana da bildik. Düştüğü ateş aşk ateşi. Verdiği ses, aşk sesi. Leyla’nın, Mecnun’un sırlarını okşayabilir; soluğunda Tebriz’den bir koku var. Açıkça görülüyor ki maddî Ney, mânâ âleminin tercümânı oluyor; bir sembol kesiliyor.