Ne yaptığını biliyor musun?

Yazarlar
Haşmet Babaoğlu  Sabah gazetesindeki yazısında başkalarıyla ilişkilerimizde kaybettiğimiz duyarlılığı ve modern hayatın bizi dönüştürmesini yazıyor… Tamam! Kendini bilme!  O zaten...
EMOJİLE

Haşmet Babaoğlu  Sabah gazetesindeki yazısında başkalarıyla ilişkilerimizde kaybettiğimiz duyarlılığı ve modern hayatın bizi dönüştürmesini yazıyor…

Tamam! Kendini bilme! 

O zaten senin için uzun, sarp, meşakkatli bir yol.

Hem “kendi” (nefs/benlik) konusunu nereden bakarak ele alacaksın, bilmem ki!

Çünkü aklın gidip gidip geliyor.

Günümüzün canı çarçabuk sıkılan insanısın; sabretsen, azmetsen ne güzel olur ama büyük ihtimal daha başta ilgin dağılacak, kafan bulanacak.

Bir süre o dergâhtan bu dergâha ezeli hikmet yolunda mesafe almaya çalışıyorsun, sonra bir bakıyorum ki “yaşam koçları“nı sıraya diziyorsun.

Bir gün “ah şu egolar, egolar!” diye yakınıyorsun (hem niye bu çoğul söyleyiş Allah aşkına! Biri kesmiyor da, onun bile fazlasını mı istiyorsun!) ertesi gün herkesi “kendini şımartmaya” çağırıyorsun falan…

Böyle ne çok şey var; dilinden hiç düşürmüyorsun ama bir an durup düşünmüyorsun.

***

Ne dedim yazının başında…

Kendini bilme! Buna da kabul! 

Şimdi devamını getireyim…

Fakat ne halt ettiğini bil! 

Kendini tanımasan da olur, zaten işe güce teslimiyetin buna izin vermeyecek.

Ama hiç değilse, davranışlarının sonuçlarını tanı!

Yani ilişkide olduğun insanlara, hayata, dünyaya ne yaptığını bil! 

Nasıl kalp kırdığını, nasıl acı çektirdiğini, nasıl hak yediğini falan hani…

Sıkıntı orada!

Hem insan “nefs“ini izole edilmiş bir laboratuvar ortamında tanıyamaz.

Başkalarıyla ilişkilerini hak ve merhamet ölçülerine uydurmaya özen göstermeden insanın ““ini tanzim etmesi mümkün mü?

Davranışlarımıza “oldu bir kere!” deyip geçilecek şeyler olarak bakıyorsak, asla “ol“amayız!

***

Neyin nesi bu yazı, diyeceksiniz şimdi…

Hepimizin nedense kendi iyiliğinden emin olduğu fakat birbirine karşı muazzam bir kayıtsızlık içinde boğulduğu modern hayatımıza dair bir hesaplaşma sayın!

Geçen gün bir şeyler okurken karşıma çıkan bir anekdotla yazımı noktalayayım…

60’lı yıllarda bir gün Cağaloğlu’ndaki Işıklar Kitabevi’nde Necip Fazıl‘ın da bulunduğu bir grup sohbet ederken, üstat birden esip köpürmeye başlamış. Sonra da kitabevinin sahibi Abdullah Bey‘e söylenerek kapıyı vurup gitmiş.

yazının devamını okumak için…