T24 yazarlarından Hakan Aksay bugünkü yazısında Nazım Hikmet’in biri ‘unutulmuş’ biri de Fransız komünist Henri Martin için yazılmış ve bilinmeyen iki şiirine yer verdi.
Unutulmuş şiirin öyküsü şöyle:
Melih Güneş, Nâzım Hikmet’in 1921-1961 yılları arasını kapsayan şiirlerinden seçerek oluşturduğu, 1961 yılında Rusça yayımlanmış kitabını incelerken Türkçe son baskılarda göremediği “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” bölümündeki bir şiirinin, Ekber Babayev’in hazırladığı Sofya baskılarında olduğunu fark ediyor. Şairin kendi seçtiği şiirlerinden oluşan Rusça kitapta, Senin Adını Kol Saatımın Kayışına Tırnağımla Kazıdım ile Bugün Pazar şiirlerinin arasında yer verdiği 1938 tarihli şiir, Aydın Aydemir’in yazdığı 1970 yılında basılan Nâzım kitabında da bulunuyor. Şiir Nâzım Hikmet’in sağlığında basılan, iki ciltlik İtalyanca çevirilerin Poesie cildinde ve SSCB’de Rusça basılan Şiirler ve Uzun Şiirler kitabında da yer alıyor. Türkiye ’de önce 1946 yılında, Orhan Burian’ın Kurtuluştan Sonrakiler adlı kitabında ve kitabın yeni baskısında da görülüyor. Daha sonra şairin toplu eserlerinde kendine yer bulamayan bu şiir, uzun yıllar sonra şimdi hayat buluyor:
Sana fevkalâde mühim
bir fikir söyliyeyim:
Yerine göre değişiyor insanın huyu.
Ben burada dehşetli seviyorum
Kapımın sürgüsünü açıp
duvarlarımı yıkan uykuyu.
Sanki bir dost elinin itişiyle
-hani o beylik benzetişiyle-
girer gibi rahat
ılık bir suya
bırakıyorum kendimi uykuya.
Rüyalarım mükemmel:
Hep dışardayım.
Kâinat güneşli, kâinat güzel.
Rüyalarımda daha bir kerre bile hapis olmadım,
bir kerre bile dağdan?
yuvarlanmadım uçuruma.
“Uyanışların korkunç oluyor ama”
diyeceksin.
Hayır, karıcığım,
rüyanın payını rüyaya verecek kadar
cesaretim var.
Aksay ‘kayıp’ şiiri ise şöyle aktarıyor:
Gelelim “Henri Martin’in Sesi”ne. Şiir kayıp. Yani Türkçesi yok. Lev Oşanin’in çevirisiyle Rusçası 21 Ağustos 1951 yılında bir Sovyet gazetesinde (Literaturnaya Gazeta, yani Edebiyat Gazetesi) yayımlanmış.
Melih, Vera Tulyakova Hikmet Arşivi’ndeki 60 yıllık gazete küpürleri arasında rastlamış şiire. Nâzım’ın Dünya Gençler ve Öğrenciler Festivali’ne katılmak üzere Berlin’e yaptığı ziyarette, Fransa ve destekçilerinin, Vietnam ve destekçilerine karşı savaş açtığı Birinci Hindiçini Savaşı kahramanlarından, o yıllarda tutuklu bulunan ve Picasso, Sartre gibi isimlerin de destek verdiği Henri Martin için yazdığı bir şiir bu.
Melih Güneş’in “anlamsal çevirisi” ile sunuyoruz:
HENRİ MARTİN’İN SESİ
Sen buradasın Henri Martin
Türkülerle ve bayraklarla karşıladık seni
Arkamızda bütün Berlin
Türkülerimiz gençliğin türküsüydü
yaşamın türküsü
barışın türküsü
alnına çizgi, saçına ak düşmemişlerin türküsü.
Güvercinler havalandı bayraklarımızın gösterdiği yoldan gökyüzüne.
Sen önümüzdeydin, yakışıklı ve yürekli,
Deniz gibiydin, deniz misali güneşin ışıltısında
Bizse kıyıydık, dağlardık,
fırtınalı ve güçlü bir rüzgâr gibi haykıran
sesinle gürleyen bir ormandık.
Konuştun bizimle.
Biliriz sesini biz senin.
Yüzünü bildiğimiz gibi en yakın dostumuzun,
biliriz sesini Henri Martin.
Sesin dedi ki bize:
“Fırsat vermeyin kardeşlerimizi öldürmelerine,
Çekip çıkarın onları hapisane duvarlarından”
Biliriz sesini biz senin kardeşim,
O ses…
O ses öyle bir şeydi ki…
ölüm hakimlerinin yüzüne inen bir tokat gibiydi.
Ve hükümden sonra sevdalın senin
bir tüy gibi narin,
başladı ağlamaya.
Senin erkekçe sesin
okşadı onu şefkatli bir sitemle
süngülerin arasından,
demirden çember örmüş olan süngülerin…
Dedi ki sesin senin:
“Tut gözyaşlarını asker karısı
gösterme düşmana”
Biliriz sesini biz senin Henri Martin.
Biz ki doğruya kulak verenlerdeniz
biz ki hakkımız var sevdalanmaya, çocuklar doğurmaya, yaşlanmaya,
huzurlu bir ihtiyarlığa,
yanıbaşımızda oynayan torunlarla…
Biz ki, ne öldürmek ne öldürülmek isteriz
Biliriz sesini biz senin Henri Martin, avcumuzun içi gibi.
Sen buradaydın Henri Martin,
burada, Berlin’de, herkesin gözü önünde.
Ağustos’un beşinde bu bin dokuz yüz elli bir yılının.
Biz siyahı, sarısı, beyazı, yüz dört ülkeden delikanlı ve kız,
dinmeyen alkışlarla karşıladık seni
türküler ve yükselen bayraklarla,
sana çiçekler sunduk.
Ve iki kat daha fazla sevdik biz Fransa’yı
anaların nice bahadırlar doğurduğu
senin gibi…
Yazının tamamını okumak için tıklayınız…