Medeniyet krizi: Önümüzü açacak Maarif Modeli ve Siyer-i Nebî Projesi

Yazarlar
Yusuf Kaplan Yenişafak gazetesindeki yazısında: İslam dünyasının bir medeniyet krizi yaşadığını, bu krizi aşmanın yolunun ise birinci krizde Gazali’nin takip ettiğii yolu takip etmek gerektiğini...
EMOJİLE

Yusuf Kaplan Yenişafak gazetesindeki yazısında: İslam dünyasının bir medeniyet krizi yaşadığını, bu krizi aşmanın yolunun ise birinci krizde Gazali’nin takip ettiğii yolu takip etmek gerektiğini söyleyerek: “Gazâlî’nin yaptığı büyük hamle, Müslümanların akidelerini, zihin dünyalarını ve siyasî hayatlarını sarsan Grek, Hint, Mısır ve Maveraünnehir havzasındaki düşünce geleneklerinin Müslüman toplumlara sirayet eden yıkıcı etkilerini yok etmek ve özgün İslâm düşüncesinin temellerini Kur’ân ve Sünnet ekseninde silbaştan atmak” diyori İşte o yazı… 

Batılıların, İslâm dünyası için geliştirdikleri üç büyük tehlikeli proje var:

Birincisi, Gazâlî’nin İslâm düşüncesini bitirdiği masalını “yutturmak”.

İkincisi, Osmanlı’yı unutturmak.

Üçüncüsü de, Hz. Peygamber’in (sav) konumunu sarsmak.

BİRİNCİ MEDENİYET KRİZİ: MELİKŞAH, NİZAMÜLMÜLK VE GAZÂLÎ’NİN BİN YILIN TOHUMLARINI EKEN HAMLESİ

Müslümanlar, tarihleri boyunca iki büyük medeniyet kriziyle karşı karşıya kaldılar.

Birinci büyük medeniyet krizi, 1258’de Bağdat’ın, 1326’da da Kurtuba’nın düşmesiyle yaşandı.
Moğol ve Haçlı saldırıları, öylesine şiddetliydi ki, İslâm dünyasının Doğu cephesini de, Batı cephesini de harabeye çevirdi ama bu saldırılar da, içerden biz Haçlılarla ve Moğollar’la ölüm-kalım savaşı verirken bizimle savaşan Pers saldırıları da, Müslümanların inançlarını aslâ sarsamadı ve çökertmedi.

Neden peki?

Bu saldırılardan yaklaşık iki asır önce derinden gelen tehlike görülmüş ve tehlikenin püskürtülmesini sağlayacak muhkem temeller atılmıştı.

Müslümanların tarihlerinin bu en zorlu zamanlarında üç büyük adam tarihe çıktı: Melikşah, Nizamülmülk ve Gazâlî.

Ve Gazâlî’nin öncülüğünde çeyrek asırda bin yılın tohumları ekildi…

Üç büyük sütun dikildi: Akîde, fikir ve siyaset’te Ehl-i Sünnet Omurga kuruldu, İslâm dünyasında yaklaşık bin yıl süren ve bugüne kadar Müslüman toplumları dimdik ayakta tutan muazzam bir ittihad-ı İslâm düzeni hayat buldu ve hayat sundu herkese.
Selçuklu mayayı kardı, Osmanlı bu mayayı sarsılmaz bir ruha dönüştürdü.

Gazâlî’nin yaptığı büyük hamle, Müslümanların akidelerini, zihin dünyalarını ve siyasî hayatlarını sarsan Grek, Hint, Mısır ve Maveraünnehir havzasındaki düşünce geleneklerinin Müslüman toplumlara sirayet eden yıkıcı etkilerini yok etmek ve özgün İslâm düşüncesinin temellerini Kur’ân ve Sünnet ekseninde silbaştan atmak olmuştu.

Gazâlî’nin temellerini attığı bu ehl-i sünnet omurga, Osmanlı’nın varoluş temellerini oluşturdu.

Batılıların İslâm dünyasında neden Gazâlî, Osmanlı ve Hz. Peygamber’i (sav) adım adım hedef tahtasına yatırdıklarını şimdi daha iyi anlıyor olmalısınız: Gazâlî de, Osmanlı da, Hz. Peygamber de “kurucu”ydu -elbette ki, Efendimiz’in kuruculuğunun akîdevî boyutu vardı- ve Batılılar, ne’yi, niçin vurmaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı.

İki asırlık süreçte, Gazâlî vuruldu, Osmanlı unutturuldu.

Çeyrek asırdır, Hz. Peygamber’i hedef tahtasına yatırmış durumdalar ve Hz. Peygamber’i devre dışı bırakacak bir din icat etme savaşı veriyorlar.

Bunu aslâ başaramayacaklar. Gazâlî’nin yaptığı büyük atılım da, Osmanlı da artık çok iyi anlaşılmaya başlandı bütün İslâm coğrafyasında…

İKİNCİ MEDENİYET KRİZİ: ZİHİN, ZEMİN VE ZAMAN’IN ÇÖKMESİ

İkinci büyük medeniyet krizi, Batılıların geliştirdiği modern (Peter Gay’in, iki ciltlik “The Enlightenment” başlıklı muhteşem kitabındaki tanımlamasıyla “pagan“) meydan okuma sonrasında iki asırdır yaşadığımız, bizi birinci krizin aksine aşağılık kompleksinin, reaksiyonerliğin eşiğine fırlatan, İslâm’la irtibatımızı sakatlayan, Müslüman Zihni’nin, Müslümanca yaşama Zemini’nin ve Müslüman Zaman’ının (Zeitgeist’ının) yerle bir olmasına yol açan krizdir.

Başka bir ifadeyle, tarihte ilk defa fetret dönemi yaşamamıza, hem İslâm’la hem de Batı’yla simülatif (sığ, sahte ve yüzeysel) ilişkiler kurmamıza yol açan epistemolojik kırılma ve ontolojik kopuş bu.

Bu krizi de, tıpkı Gazâlî’nin yaptığı gibi, uzun soluklu bir ilim, irfan ve hikmet yolculuğuna çıkarak aşabiliriz ancak.

Bunun için iki temel ilkeden yola çıkabiliriz.

Birinci ilke: İçinde yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.

İkinci ilke: Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız.

Peki bu iki ilkeyi nasıl gerçeğe dönüştüreceğiz?

Ümmîleşerek… 

Tıpkı Gazâlî gibi önce çağın ağlarından ve bağlarından arınarak, çağrı’mızın çağını kurmasını sağlayacak bir fikriyat ve külliyat ortaya koyarak, ardından çağı aşacak, bizi taze bir İslâm çağına ulaştıracak zorlu bir yolculuğa çıkarak…

Bu yolculuğu Sünnet-i Seniyye’yi hayata ve harekete geçirerek gerçekleştirebiliriz.

Sünnet-i Seniyye, vasat ümmet’in hem vasıtasıdır hem de vasatını sunar bize.

Bu hakikat, vasat ümmet âyetinde âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’in üç özelliğinden şahitlik özelliği üzerinden üç aşamalı olarak anlatılır:

1-Hakikatin şahidi olmak…

2-Hz. Adem’den bu yana ortaya konan mirasın şahidi olmak.

3-İçinde yaşadığımız çağın şahidi olmak.

Gazâlî’nin yaptığı yolculuk buydu. Bu yolculuk, birinci krizi aşmamızı sağladı.
İkinci krizi de benzer bir yolla aşabiliriz ancak…

ÖNÜMÜZÜ AÇACAK MAARİF MODELİ VE SİYER-İ NEBÎ PROJESİ

Onun için Efendimiz’in geliştirdiği, Sünnet-i Seniyye’de hayat bulan ve hayat sunan Ehl-i Suffa’ya dayanan maarif modelini taze bir ruhla yeniden ihya ve inşa etmek.

Ehl-i Suffa’nın bir boyutu ilme (medrese’ye), diğer boyutu irfana (tekke’ye) bakar.

Müslümanlar, tarih boyunca bu iki yolculuğun sonrasında Hikmet’e ulaştılar…

Müslümanların da, ülkemizin de en temel, en yakıcı sorunu, eğitim sorunu.

Türkiye’deki eğitim sistemi pozitivist sömürgeci bir eğitim sistemi. Bu sistem yetenek öğütüyor, genç kuşaklarımızı zihnen ve ruhen öldürüyor sadece.

Bir modele ihtiyacımız var.

John Dewey, “bize modern bir eğitim sistemi kur” diye 1934 yılında Türkiye’ye davet ettiğimizde, yazdığı raporda “model sizde” demiş ve şunu söylemişti: “Fakat bu medrese modeli opaque’leşmiş / donmuş durumda. Yapacağınız tek şey var. Bu modeli update yapmak / güncellemek.”

Amerikan eğitim sisteminin kurucusu Dewey’in gördüğünü görebilecek o kadar az adam var ki bu çorak ülkede!

Hafta başında Sivas’taydım. Üniversite’de ve Arifan Medresesi’ndeydim.

Üniversite, Alim Yıldız Hoca’yla birlikte belki de ilk kez kendine gelecek… Âlim Yıldız Hoca, üniversitenin önünü açacak inşallah.

Arifan Külliyesi ise, geleceğimizin sembolü. Ömer Faruk Akkaya Hoca ile yeni Gazâlî’ler, Râzîler, İbn Arabî’ler yetiştirmemizi sağlayacak tohumları ekecek maarif modelinin nasıl geliştirilebileceği meselesi üzerinde çalışıyoruz. Yorucu ama sonunda önümüzü açacak bir yolculuk olacak inşallah…

Ömer Faruk Hoca, maarif modelinin yanısıra, bizim bin yıldır kurduğumuz “düzen”i yıkma tehlikesi taşıyan hâricî mantığının İslâmî dünyasını sürüklediği çıkmaz sokaktan kurtarmaya katkı yapacak muazzam bir Siyer-i Nebî projesi üzerinde çalışıyor gece gündüz bir kaç yıldır. Devlet, en üst düzeyde ilgilendi, ilgileniyor bu projeyle…
Bu proje…

yazının devamını okumak için…