Mustafa Kutlu’nun Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Başta İstanbul olmak üzere lâle dikimi yapılan diğer beldelerde çiçekler açtı, her yan cennet bahçesine döndü.
İstanbul’un yeşil ile kucaklaşması Sayın Recep Tayyib Erdoğan’ın Belediye Başkanı olduğu günlerde başladı. Şimdi onun diktiği fidanlar koca ağaç oldular.
Ardından Osmanlı’dan yadigâr “Lâle”nin canlandırılmasına geldi sıra. Giderek lâle ile süslenen bölgeler arttı, parklardan yol boylarına bir şehrayin vücut buldu.
Bazı nasipsizler şöyle diyor:
– Canım ne lüzumu var bunların. İki gün sonra çürüyüp gidecek. Onca parayı boşa harcıyorlar.
Bu odun kardeşlere şunu demeli. Canım benim, lâle bitince menekse gelir, onun yanında sümbül en sonunda çiçeklerin sultanı gül gelir. Şehir çiçekten mahrum kalmaz. Kış günleri dahi çuha çiçekleri gönlümüzü şenlendirir. Sen canını sıkma, zaten kimsenin vakti yok ince şeylerle ilgilenmeye.
Rahmetli mimar Turgut Cansever insanın dünyaya geliş sebepleri arasında “dünyayı güzelleştirmek”i de sayardı.
Hz. Peygamber torunlarını kucağına alır, sever, okşar, öperdi. Bir bedevi bu tutumu garipsemiş ve şöyle demiş:
– Ya Resulallah, şaşkınım, biz çocukları kucağa almaz, sevip okşamayız.
Hz. Peygamber’in cevabı:
– Cenab-ı Hakk sizin kalbinizden merhameti almış. Ne diyebilirim.
Her şeyi “fayda”ya indiren adam “fayda”nın ne olduğunu bilse Hz. Peygamber’in güzel kokuyu sevdiğini de bilirdi.
Ayrıca şunu da belirtelim ki lâle üretimi pek çok ailenin geçim kaynağı olmuş, ihracatı dahi yapılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de “Kainatın kitabı”nı okumak emrediliyor. Bakacak, fikredecek, hissedeceksin.
Neyi?
Âhengi ve güzelliği.
Dağlara, bulutlara, yağmura, ağaçlara, çiçeklere, çimende oynayan kuzulara, o masum çocuklara, kuşlara ve tüm yaratılmışlara bakarak tefekkür etmek imanı arttırır.
Bir arkadaş ile Sultanahmet Camii’nden, Cuma namazından çıkmıştık. Yanımızda arkadaşın inşaat kalfası olan yaşlı amcası da vardı. O günlerde caminin bir minaresi son şerefe dahil tamir için iskeleye alınmıştı. Minare kereste ormanı içinde kalmıştı. Arkadaş amcasına dönerek:
– Şu caminin minarelerine bir bak. Nasıl zarif, nasıl ince.
Amcanın gözü başka bir şeye takılmış. Şöyle söyledi:
– Ha o iskeleyi gördün ya.
– Evet.
– Ne kereste var orda be! İki inşaat yapar.
Lâle’nin en çok rağbet gördüğü III. Ahmet zamanında lâle hakkında risaleler yazılmıştır. En meşhuru Şükufecibaşı Lâlezarî Mehmet Efendi’nin (öl. 1737) Mizanü’l-ezhar’ıdır. O dönemde güzel lâle yetiştirenler arasında yarışmalar düzenlenmiş, hatta “Meclis-i Şükûfe” adında bir çiçek enstitüsü kurulmuştur.
Osmanlı şiirini gülden sonra hakimiyetine alan lâle tezyinatta kullanılmış, çiniden kumaşlara, mezar taşlarından, her türlü taş ve mermer yapılara kadar girmiştir. Bunun bir sebebi de “lâle” kelimesinin “Allah” lafzında bulunan harflerle yazılmasıdır. Lâle tersinden “hilal” okunmaktadır. Hilâl ise İslâm’ın ve Osmanlı Devleti’nin sembolüdür.
Lâle üzerine o kadar çok şey yazılmıştır ki; onları burada sayıp dökmenin imkânı yok. Osmanlı Devleti’nin 1718-1730 yılları arasındaki dönemine tarihçi Ahmet Refik Altınay tarafından “Lâle Devri” denmiş ve bu tabir hayli yaygınlaşmıştır.
Lâle çeşitleri arasında “Lâle-i Nu’man” yahut Arapça adıyla Şakayıku’n-Nu’man denilen bir tür vardır. Bazıları bunu gelincik sanır ama değil. Bu düpedüz dağ lâlesi veya yabanî lâledir. Kenarları çok kırmızı, ortası siyahtır. Bu sebeple şairler bu tür lâleyi çok kullanır.
Sehab-ı lütfun âbın teşne dillerden diriğ etme
Bu deştin bağrı yanmış Lâle-i Nu’manıyız cânâ
Bâkî
Lâle Devri şairleri arasında şunlar sayılır: Nedim, Seyyid Vehbi, Râşid, Nahifî, Rahimî, Samî, Şakir, Çelebizâde Asım, Osmanzade Taib.
Bunlar arasında devrin eğlencelerini en iyi dile getiren Nedim’dir:
Erişti nev-bahar eyyamı açıldı gül ü gülşen
Çerağan vakti geldi lâlezarın didesi rûşen
Çemenler döndü rûy-i yâre reng-i lâle ve gülden
Çerağan vakti geldi lâlezarın didesi rûşen
Dönemin en çok eğlenceye sahne olan yerleri Sadabad Kasrı ve çevresi ile Çerağan Sarayı’dır.
Bir de bilhassa Hakkari ile bazı illerimizde kırlarda görülen “ters lâle” vardır ki, ülkemiz çiçekleri arasında korunmaya alınmış bir türdür.
Lâleler solacak, sıra güle gelecek, o zaman da bir “gül” yazısı yazarız inşallah.