Yusuf Kaplan’ın Yenişafak gazetesindeki “Ramazan Medeniyeti-2: “Kur’ân” olarak Ramazan” başlıklı yazısı…
Ramazan’ın da, orucun da en temel özelliği, ikisinin de “benzersiz” olmasıdır.
Ramazan ayını da, orucu da “benzersiz” kılan en önemli fenomen, Kur’ân’ın “bu ayda vahyedilmiş” ve bu ayın “Kur’ân ayı” olmasıdır. Ancak bu, meselenin yalnızca bir boyutu. Meselenin son derece hayatî bir başka boyutu daha var.
Şöyle ki: Parantez içine aldığım yancümlelerin “tamcümle”ye dönüştürülmesi gerekiyor: Ramazan’ın önemli olması, Kur’ân’ın Ramazan ayında nâzil edilmesinden ziyade, Kur’ân’ın bu ayda bihakkın hayata geçiriliyor olmasıdır. Hatta Ramazan’ın önemi, “Kur’ân” olmasıdır.
Peki ne demek Ramazan’ın “Kur’ân” olması?
RAMAZAN’IN “KUR’ÂN” OLMASI NE DEMEK?
Ülkemizde de, diğer Müslüman coğrafyalarda da, Ramazan ayının Kur’ân ayı olduğu özellikle vurgulanır. Ama Kur’ân ayı’nın da, Kur’ân’ın da ne demek olduğu, en önemlisi de Kur’ân’ın neden münhasıran bu ayda nâzil olduğu pek konuşulmaz.
Önümüzde çok esaslı ve hayatî bir mesele var: Ramazan ayına da, oruca da, Kur’ân’a da, bizzat Kur’ân’ın kendi diliyle yani tefekkür ederek, tefakkuh ederek, taakkul ederek, tedebbür ederek, tezekkür ederek yaklaşmayı bütünüyle terketmiş, bu meseleleri avama ya da özellikle televizyonlardaki reyting canavarına dönüştürülen tele-teologların avamî, sığ dillerinin insafına bırakmış durumdayız.
O yüzden olsa gerek, Ramazan ayının önemi, Kur’ân’ın indirildiği bir ay olmasında gizlidir, deniyor ve mesele burada noktalanıyor.
Önüne gelen böyle kuruyor cümleyi; ama acaba öyle mi? Meseleye böyle baktığımız içindir ki, Ramazan’ın hakîkî mahiyetini ve değerini de; Kur’ân’ın anlamını, hayatımızda olması ve alması gereken merkezî yeri de hakkıyla idrak edemiyoruz.
Ramazan ayının önemi, Kur’ân’ın sadece ve sadece Ramazan’da indirilebileceği, Ramazan’da indirildiği zaman, anlamlı olabileceği gerçeğidir.
Başka bir ifadeyle, Ramazan, önemini ve benzersizliğini Kur’ân’ın Ramazan’da nâzil olmasından ziyade, Kur’ân’ın nasıl hayata geçirileceğini bizzat ortaya koyan, aynı anda hem bir vasat hem de vasıta olmasından ve sunmasından alıyor.
KUR’ÂN ASIL, RAMAZAN USÛL’DÜR
O yüzden, Ramazan anlaşılmadan Kur’ân anlaşılamaz, diyorum.
Çünkü Kur’ân asıl’dır, Ramazan ise usûl: Usûl olmadan, asıl anlaşılamaz ve vusûl’e ulaşılamaz.
Ramazan’ın önemi ve benzersizliği, asıl’ın nasıl hayata geçirileceğinin usûl’ünü bizzat gözler önüne seriyor olmasında gizlidir. İyi de görebiliyor muyuz bunu? Maalesef, hayır.
Eğer Kur’ân’ı hakkıyla anlamakta zorlanıyorsak, işte bunun nedeni, Ramazan’ı anlayamayışımız, Ramazan üzerinde bihakkın kafa yormayışımızdır.
Çok esaslı bir noktaya dikkat çekiyorum: Meselemiz, elbette ki, Kur’ân’ın anlaşılması, hayatımıza aktarılması ve Sünnet’e gidebilmektir. İyi de nasıl?
RAMAZAN NİMETİNİN KIYMETİNİ BİLELİM
Cevabını veremediğimiz soru bu, birkaç yüzyıldır. Benim cevabım: “Ümmîleşerek“…
Çağın en dibinden en dışına… ötesine… çağlar ötesine… uzanarak: Yani Ramazan ay’ıyla buluşarak ve Ramazan orucuyla kuşanarak.
Kur’ân’ın Ramazan ayında vahyedilmiş olması, elbette ki, Ramazan’a bambaşka bir önem kazandırıyor. Ama bundan daha önemli olan şey, Ramazan’ın Kur’ân’ın anlaşılmasına ve uygulanmasına kattığı benzersiz imkân ve derinlik; oluş, varoluş ve varkılış hâli.
Ramazan’da insan, oruç vasıtasıyla dünyadan, dünyevî olan’dan kendine, kendi benine, bedenine ve ruhuna açılıyor; orada ilâhî güçle buluşuyor; diriliyor; kendine geliyor: İnsan oluyor; nefsine teslim olmak yerine nefsini teslim almayı başarıyor.
Kur’ân, toplanan / toplayan, bir aya gelen / getiren, demek.
Kur’ân, aynı zamanda “okumak“la da irtibatlı bir kelime. “Okumak”, anlamanın, idrak etmenin, yani parçaları, birbiriyle ilgisiz olguları, durumları bir araya getirmenin bir başka adı.
Burada Kur’ân’ın iki anlamına ulaşıyoruz: (Okuyarak) Anlamak ve Topla/n/mak.
İşte Ramazan ayı, hakikatin (Yaratıcı’nın hakikatinin; eşyanın hakikatinin; tabiatın renklerinin, kokularının hakikatinin; açlığın, yoksulluğun, zenginliğin hakikatinin) anlaşılması için, bizzat bu hakikatlerin tabiatlarıyla buluşulduğu, kendileriyle hemhal olunduğu, kendilerinin tecrübe edildiği, kısacası, ilâhî olan’la beşerî olan’ın buluştuğu, insanın melekût âleminden süt emerek mülk âleminde meleksi melekelerini geliştirdiği, Yaratıcı’nın bu varoluş, varediş, varkılış diliyle bize kendimizin ve eşyanın tabiatını öğrettiği, sonuçta, insanın ilâhî olan’a ulaştığı, ilâhî olan’ın kendi Söz’ünün / Kur’ân’ın da bizzat insana lûtfedildiği, ihsan edildiği; o vahyedilen kitapta anlatılanın bizzat tecrübe edilerek fark ve idrak edilip hayat hâline getirildiği benzersiz bir “okuma” ve idrak, “toplanma” ve toparlanma zamanı ve zemini, mekânı ve imkânı sunuyor hepimize.
yazının devamını okumak için….