Kültür ve Sanattan Para Kazanılmalı

Yazarlar
Engin Dinç’in röportajı Nevzat Bayhan, İstanbul’u ve bu güzel kentin kültür dünyasını en iyi tanıyan insanlardan biri… Altı yıl süreyle İBB Kültür A.Ş. Genel Müdürlüğü görevini başa...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Nevzat Bayhan, İstanbul’u ve bu güzel kentin kültür dünyasını en iyi tanıyan insanlardan biri… Altı yıl süreyle İBB Kültür A.Ş. Genel Müdürlüğü görevini başarıyla yürütmüş olan gazeteci yazar Nevzat Bayhan, Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliği, Yedi Renk Sanat Vakfı kurucu, TUGEV (Turizm Geliştirme Vakfı) Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Gezginler Kulübü Şeref Üyeliği, Basın Konseyi,  Dünya Panoramalar Birliği, Basın Yayın Meslek Birliği, Dil ve Edebiyat Derneği ve Yayımcılar Birliği gibi çeşitli sosyal ve kültürel derneklerde kurucu, üye ve yönetici olarak yer alıyor.  

Şiir Derneği‘nin kurucu başkanlığını da sürdüren Nevzat Bayhan’ın sosyal ve kültürel konularda yayınlanmış 7 kitabı bulunuyor. Biz de bu değerli ilim ve fikir adamıyla hem İstanbul’u hem de kültür dünyamızı konuştuk.

İSTANBUL ADETA BİR GÖKKUŞAĞI

Ben söyleşimize İstanbul’la başlamak istiyorum. İstanbul sizin için ne ifade ediyor? 

İstanbul Türkiye’nin hayallerini gerçekleştiren bir il olması hasebiyle benim hayallerimi süslüyor.  Çünkü tarih boyunca her arayan istediğini İstanbul’da bulmuştur.  Böyle bir il nadiriyattandır.  Yani ister Müslim ister gayrimüslim olsun, ister Hristiyan, ister Yahudi, ister Müslüman ister herhangi mezhep olsun İstanbul’a geldiğinde yabancılık hissetmiyor ve burada aradığını bulabiliyor.  İşte böylesi bir ilde hayat sürmekte olan insanların aslında bir de geldikleri yerlere etkilerinin olmaları hasebiyle, “Aslında Türkiye İstanbul’dan ibarettir” denilirse yanlış bir şey söylenmez diyor. Kim? Japon bir gazeteci arkadaşımız. Diyor ki, “Ben Tokyo’da yaşarken Türkiye’yi İstanbul’dan ibaret zannederdim. Geldim İstanbul’da iki sene yaşadım yanılmadığımı anladım. Çünkü Türkiye’den hangi ilden insan bulmak istersen aynı kültürleri İstanbul’a gelmiş şekliyle yaşayabiliyorsunuz.”

O yönüyle ben çok önemsiyorum,  çünkü İstanbul’a öyle insanlar gelmiş, herhangi bir sermayesi olmadan burada rızıklanmışlar, burada başarılı olmuşlar ki, adeta deryaya kavuşup da açan güller gibi burada icra-i faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Beni tabi yakından ilgilendiren taraf bilim, sanat, kültür tarafı… İnsanların “manevi latife” dediğimiz o ince duygularını besleyen bazı görüntülerin duygularında olması gerekir. İşte İstanbul’da insanlar onu yaşıyor. Tarihi geçmişiyle,  stratejik konumuyla ve insanların bir arada yaşama şansıyla İstanbul adeta bir gökkuşağı… Ben bu gökkuşağı tarifini vurgulamadan geçemiyorum.  Çünkü herkesin sevdiği bir renk vardır,  sevmediği bir renk vardır.  Hatta nefret ettiği bir renk de vardır.  Gökkuşağını sevmeyen bir Allah’ın kulu yoktur. Halbuki nefret ettiği renk gökkuşağında da vardır. İşte İstanbul’umuzdan bazı kısımlar nefret etse bile bütün bu gökkuşağını oluşturması hasebiyle, o gökkuşağının bir parçası olarak görülmekte ve insan nefret edeceği bir olguya rastlamamaktadır.

 

İMPARATORLUĞUN KISILAN NEFESİNİ YENİDEN DUYMAYA BAŞLIYORUZ

İstanbul malumunuz imparatorluk bakiyesi bir şehir… İstanbul bu kimliğini hala koruyor mu, yoksa kaybettiği şeyler var mı?   

Şimdi ilk İstanbul’a geldiğimde sene 1978’di. 78 İstanbul’una bir baktığımızda imparatorluk kalıntısının olduğunu iddia etmek çok zordu. Haliç’in kenarında yürümüş, o gün akşama kadar başım ağrımıştı. Kokudan girilmiyordu, çünkü şu anda olduğumuz yerlere insanlar burunlarını tutarak geziyorlardı. Bir Topkapı vardı ki, o zaman insan geldiğine bin pişman oluyordu. “Burası mı İstanbul? Benim köyüm daha güzeldi.” diyesi geliyordu. O keşmekeş trafikte istenmeyen hadiseler oluyordu.  Trafik olur ama yollar temizlenir, şeritler çizilmiştir, refüjler vardır, duraklar vardır vs… O da dünyanın işidir. Ancak diğer tarafta ne şerit,  ne kural, ne ışık,  ne bir kavşak olduğu zaman, “insan acaba başka bir gezegene mi geldim” diye hayrete düşüyor.  Çünkü siz İstanbul’u medeniyetler başkenti olarak tanıyorsunuz. “İstanbul görmüş” derlerdi mesela, çocukluğumdan hatırlıyorum.  İstanbul’dan birisi geldiği zaman “Ya bu adam İstanbul’dan gelmiş, İstanbul kültürünü yaşamış” diye herkes gıptayla bakıyordu. 

Biz o duygularla İstanbul’a geldiğimizde şahsen Topkapı’da öyle bir İstanbul’un olmadığını anladık.  Sultanahmet’e gittik, o muhteşem binaları, muhteşem mekanları gördük. Ama çok öksüz olduklarını adeta bağırıyorlardı. Son 10-15 senedir, hakkını yemeyelim Dalan zamanında başlatılan bir dönüşüm faaliyeti yapıldı. Dalan ne yaptı? Buradaki tabakhaneleri vs. kaldırdı. Malumunuz Haliç, şu anda yanında durduğumuz o muhteşem “Altın Boynuz” denilen yer… İşte 50-60 sene önceki bilim adamları bir yere gelmiş; “buranın kurtulması mümkün değil, dolduralım yeşil alan yapalım” diye, koca koca adamlar bu fikri ileri sürmüşlerdi. Çünkü ihya edilmesi mümkün değildi.

Orada başlayan faaliyetler Tayyip Bey’in belediye başkanlığı döneminde hız kazandı. Kadir Bey döneminde de insanların Sütlüce’de balık tuttukları,  etrafındaki yürüyüş yollarında spor yaptıkları bir mekân haline dönüştü. O da yetmedi etrafında Sütlüce Kongre Merkezi,  Miniatürk,  Dolfinarium, Feshane Kongre Merkezi gibi,  Koç Müzesi’nden işte Balat’taki tarihi yapıların ortaya çıkarılmasına varana değin, hem yeşil alanı hem tarihi dokunun ortaya çıktığı bir mekâna ve kültür merkezine dönüştürülmüş oldu. Bu aslında imparatorluk varislerinin vazifesini yaptığına da bir delil olarak söylenebilir. Aynı şekilde Topkapı’nın çok önemli olduğunu arz ettim. Orada Sayın Başbakanımızın o zamanki Büyükşehir Belediye Başkanı olarak iyi bir karar vererek, fethin rüyasının görüldüğü o mekanı aslına uygun bir şekilde dönüştürdü. Anadolu ve Trakya otogarlarını Esenler’e naklederek dönüşüme başladı.  Oradaki İbrahim Çavuş Camii, Mimar Sinan’ın ömrünün son dönemlerinde yaptığı butik üç camiden bir tanesidir. Ahşap kubbelidir,  içindeki çivilerde mekanın çivileridir, hem küçük ama o küçüklüğü içerisinde muhteşem bir mimari süsleme sanatını içeren bir camidir. O ortaya çıktı mesela, biz onları hiç göremiyorduk. Daha sonra Merkez Efendi ortaya çıktı. Bu arada Panorama 1453 Tarih Müzesi,  Anfi tiyatro, Türk Dünyası Kültür Merkezi, işte sosyal tesisler, Tıbbi Bitkiler Botanik Bahçesi vs derken orası da bir kültür parkına dönüştürülmüş oldu. Bu verdiğim iki örnek, baktığında İstanbul’un imajını zedeleyen iki alan sadece… 

Buna Süleymaniye’yi örnek verebilirsiniz mesela…  Çok ağırıma gitmişti Mimar Sinan’ın kabrini ziyaret ettikten sonra şöyle bir aşağıya bakıyorsunuz Haliç’e doğru, inanamıyorsunuz gözlerinize… Mimar Sinan’ın torunları nasıl böyle derme çatma yapılar, Sayın Başbakan’ın ifadesiyle ucubeler ortaya koyarlar… Şimdi dönüşüm faaliyetleri başladı, bu dönüşüm faaliyetleriyle İstanbul’umuzun güzellikleri, o tarihi dokusu ortaya çıkıyor ve biz burada imparatorluğumuzun kısılan nefesini yeniden duymaya başlıyoruz. 

Diyeceksin ki, hiç mi çarpık yapılaşma yok? Son 50-60 senede 12 milyon göç alan, nüfusu neredeyse 12 katına çıkmış şehirde göç yoktur demek gülünç olur. Göçle birlikte anormal bir şekilde büyüyen bir İstanbul bedeni var. Bu İstanbul bedeninin tabi ki, patolojik bazı sıkıntılarla karşı karşıya kalması mukadderdir.  İşte ilçe belediye başkanları bu konu da elinden gelen gayreti gösteriyorlar.

6 SENEDE DAHA ÖNCE YAPILANLARDAN FAZLA İŞ YAPILDI
   
Hocam siz Kültür A.Ş.’de uzun bir süre Genel Müdürlük yaptınız. Orada izlediğiniz politikayı anlatır mısınız bize?

Şimdi orada arkadaşlarla konuşurken üzerinde durduğum konu şuydu; Sayın Başbakanımız İstanbul’u yönetmiş bir belediye başkanı olmak hasebiyle yerel yönetimleri çok iyi biliyor. Ekibi yine belediyecilikten,  yerel yönetimlerden gelme ve ülke sorunlarını çok iyi bilen insanlar… Başkanımız İstanbul sevdalısı, gecesini gündüzüne katıyor çalışıyor. Eskiden mevzuat hazretleri karşımıza çıkıyordu;  bunu yapmayın, bunu etmeyin diyordu. Şimdi Sayın Başbakan son hızla gidiyor, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak için elinden gelen gayreti gösteriyor, ekibi de öyle… Sayın Başkan da  siz iyi, doğru, güzel adına bir  proje getirdiğinizde kesinlikle yok demiyor. Böyle bir zamanda bizden öncekilerin yaptıklarının on katını yapamıyorsun bu bizim tembelliğimizi gösteriyor.

Dolayısıyla o 6 senelik dönemde ben öyle inanıyorum ki, daha önce yapılanlar kadar, yapılanlardan daha fazla işler yapıldı. Bu bizim çok mahir olduğumuzu göstermiyor o imkânların sunulması, mevzuatın belli bir noktaya getirilmesiyle mümkündü. Allah’a şükür bakıldığında cirosu 6 senede 5 kat ve etkinlik olarak da 14 kat artmış. Müzeleri, kültür mekânları, kültürel etkinlikleri artmış… İşte kültürel yayınları gibi, 300’e yakın yayın ortaya konmuş. Bunun yanın da CD’sidir, albümüdür vs. artık  bir  kütüphane oluşturulmuş. Seyyar kitap projesiyle, İstanbul’un yüzleri gibi adeta zihinlere kazınan kültürel projeleriyle de güzel bir noktaya geldi diye düşünüyorum. Tabi bu bizim taraftan bakış, netice itibariyle diğer tarafta halkın ne anladığı önemli. Halk da bunu görüyor ve faydalı buluyor, takdir ediyorsa baş tacı eder, yine teşekkür ederiz.

İSTANBUL DÜNYANIN KÜLTÜR BAŞKENTİ

İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri de sizin döneminize denk gelmişti. Çok yoğun bir dönem geçti. Ancak eleştiriler de aldı. O dönemle ilgili neler söyleyeceksiniz?

Şimdi kültür başkenti kavramı 1985’den beri var.  Yunan  Kültür Bakanı Melina Merkuri’nin, ortaya attığı fikir, daha sonra  herkes tarafından rağbet gördü  ve Avrupa ülkelerinin çoğu buna sahip çıktı. Her sene bir şehre, 2010 yılında ise 3 şehre birden verildi. Avrupa ülkeleri dışında ilk defa İstanbul’a verildi. Ama bence İstanbul dünyanın kültür başkenti. AB’nin veya Avrupa Kültür Başkentliği Komisyonu’nun İstanbul’u kültür başkenti olarak belirlemesi, onların Avrupa kültür başkentliği kavramına bir değer kattı. İstanbul’a değer katmasının yanında asıl değeri onlara kattı ve Avrupa Kültür Başkentliği kavramı sınıf atladı tabiri caizse… Ama Muhammed Sıddık Mahmud’un ifadesiyle, Irak’ta Kültür Bakanlığı da yapmış,  hem şair, hem bir yazar büyümüz yazdığı makalesinde diyor ki, “Evet İstanbul’a medeniyetler başkenti, kültür başkenti diyebilirsiniz. Ama benim nazarımda güzellikler imparatorluğunun başkenti.”

Sepp Piontek  bizim milli takımı çalıştırmıştı,  Yabancı Sporcuların Gözüyle İstanbul makalesine baktığınızda görürsünüz;  diyor ki, “Herhalde Allah cennet daha iyi anlaşılsın diye İstanbul’u yarattı.” Gerek doğudan, gerek batıdan bakıldığında İstanbul’a benzeyen ikinci bir şehir yok. İki kıtayı birleştireceksiniz, kadimden günümüze kadar bütün kültürleri sahiplenerek yaşatacaksınız, böyle bir şehir yok. O açıdan kültür başkentliği süreci önemli bir süreçti, çünkü ilk defa İstanbul odağa, merkeze alınıyordu. Sayın Başbakanımızın Başbakan olması hasebiyle ilk defa kültür başkenti olan bir şehir hakkında devlet tarafından bir ajans kuruluyor, özel bütçeler tahsis ediliyor, 5 bakanın içerisinde bulunduğu bir koordinasyon kurulu ve daha sonra Türkiye’den bilim ve sanata yön veren insanlardan oluşmuş bir yürütme kurulu oluşturuluyor. Tabiri caizse devlet içerisinde ikinci bir devlet kurularak, “İstanbul en güzel şekilde bu vazifeyi icra etsin” diye bütün imkanlar seferber ediliyor. Bu Avrupa Kültür Başkenti  sürecinde alışılmamış ve görülmemiş bir şey… Ben emeği geçenlere şükran borçlu olduğumu ifade etmek istiyorum.

Eleştiriler var dediniz, haliyle bu kadar imkana rağmen, Sayın Başbakanın bu kadar gayreti, Sayın Başkan’ın, Valinin, büyüklerimizin gayreti çok şeyler daha üretebilirdi. Ama arkadaşlar ellerinden gelen gayreti gösterdiler.  Eleştiri varsa iş de var demektir, demek ki çok şeyler yapıldı, ben ona inanıyorum. Çünkü Avrupa 2010 ajansı başta biraz kör topal yürüdü, daha sonraki dönemde hızlanarak devam etti. Yani keşke başta da böyle olsaydı, bir seferde olmuyor yani bu işin provası olmadı. Birden verildi ondan sonra o şekilde devam etti. Herhalükarda bence çok faydalı işler yapıldı.   Bu İstanbul için bir şanstı, İstanbul da Avrupa Kültür Başkentliği için büyük bir şans oldu. 

 KÜLTÜR VE SANATTAN PARA KAZANILMALI

90’lı yıllar Müslüman – muhafazakar kesimin yükselişine sahne oldu. Daha sonra da AK Parti iktidarı geldi. Ekonomide, siyasette önemli gelişmeler yaşandı. Bu kültürel alana ne derece yansıdı?

Bu kanayan bir yara. Biz bu hükümet zamanında en fazla önem kültür ve sanata verildi, biliyoruz. Ancak malumunuz dünyayı yöneten 5 temel güç var; 1- askeri güç 2- ekonomik güç 3- politik güç 4- diplomatik güç 5- kültürel güç. Kalıcı, etkili, faydalı işler yapmak istiyorsak kültürel gücü bir numaraya çekmemiz lazım…  Yani bu bütçe olarak da, ilgili merkezi ve yerel yönetim olarak da ilk sırayı alamazsak kalıcı etkili faydalı işler yapamayız. Bakın şu anda dünyada da medeniyet oluşturanlar, kültürüne sahip çıkanlar ve kültürünü farkındalık oluşturacak şekilde ortaya koyanlar olmuştur.  Yani ordumuzun modernizasyonu çok önemlidir, Türkiye’nin baştanbaşa sanayileşmesi, ulaşım ağıyla donatılması çok önemlidir, bunlar kadar önemli olan da kültürel değerlerimizin yaşatılması ve dünyaya tanıtılmasıdır. Bakın Cengiz bütün dünyayı işgal etti şu anda Cengiz’den kalan bir tane köprü, bir tane saray, bir şey var mı? Yok. Sadece ismi var. Diğer taraftan Büyük İskender geldi, dünyayı   işgal etti.  Var mı İskender medeniyeti? Yok.

Onun için şu anda biz Türkiye’nin medeniyetini oluşturmak istiyoruz. Anadolu medeniyetini oluşturmak istiyorsak, kültür ve medeniyetimize Osmanlı’nın verdiği değer gibi değer vermeliyiz.  Şu anda bir Osmanlı medeniyeti var mı?  Var. Mesela Pech… O da kültür başkentiydi,  gittiğimizde kültür başkentliğini sağlayan eserlerin yüzde 90’ı Osmanlı  eseri bütün tahriplere  rağmen hala  ayakta… Kalabilen  3-5 tanesi onlara Kültür Başkentliği kazandırıyordu. 

Biz kültürümüze iyi sahip çıkarsak, bunun ekonomik güce de yansıması olacaktır. Dolayısıyla politika ve diplomasiye de ciddi katkılar sağlayacaktır. Amiral gemi bence kültürel olmalıdır. Ben bunu iddia ediyorum, insanlarımız kültürden ve sanattan para kazanmalı. Bir tarafta icra-i sanat yaparken kimseye muhtaç olmamalı… Yani insanlar kapış kapış albüm almalı, bir sergi açıldığında kendisini oraya gitmeye muhtaç görmeli, oraya gitmediğinde kendisini eksik görmeli,  oradan tablo alma ihtiyacını hissetmeli… Diğer tarafta da şair şiir üretirken, Ya ben aç kaldım. Evlatlarıma vasiyet edeceğim, bir daha şiirle sanatla edebiyatla uğraşamasınlar. Çünkü bir şiir yazınca kimse değerini bilmiyor, herkes sizi aşağılıyor. Beş kuruş paranız olmuyor, sefaletle mücadele ediyorsunuz. 

Bu açıdan kültür ve sanat ürünlerinin pazar bulduğu bir yapı oluşturmak lazım… Yani sürekli devlet tarafından desteklenen değil kendi ayakları üzerinde duran, pazar bulan bir yapı oluşturmak gerektiğini düşünüyorum…

MUHAFAZAKARLAR KÜLTÜREL GECİKME YAŞIYOR

Beşir Ayvazoğlu, geçtiğimiz aylarda Radikal gazetesine verdiği bir röportajda muhafazakarları kastederek “Paranızı nasıl harcayacağınızı bilmezseniz kitsch’leşirsiniz” gibi bir ifade kullandı. Siz buna katılıyor musunuz?

Muhazakar yapıdaki insanlar, eskiye kıyasladığımızda oranlanmayacak kadar geliştiler ama muasır medeniyetler seviyesinde ele alacak olursak çok geride olduğu da aşikâr. Buna kültürel gecikme diyoruz. Ekonomik olarak çok geliştik, zenginlik olarak çok geliştik. Yani bundan 50 sene önce 300 dolar gayri safi milli hasılaya sahipken şu anda 13 bin dolara çıktık.  Bir tarafta son model araçlarımız oldu ama o araçları kıymetince kullanabiliyor muyuz? Demin kentsel dönüşümden bahsettik; işte çok güzel mekânlarımız oldu. Daha önce bir evde hepimiz oturuyorduk veya bir odalık evlerimiz vardı. Şimdi ise maşallah 20-30 odalı evlerimiz oldu ama orada mutlu olabilmelerinin yollarını, komşuluk haklarını,  başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğumuz olarak bilmek olarak gördüğümüz o komşuluk değerlerimizi ne kadar yaşatıyoruz? Bu önemli… Şimdi bu kültürel gecikmeyi yaşarsak, kültürümüzü de geride bırakmış oluyoruz. Yoksa biz kültür merkezi diyoruz, aslında her ev bir kültür merkezi olarak işlenir. Çünkü gözlerini açtığı zaman bir bebek, annesinin o muhteşem şiirlerden oluşan ninnileriyle büyür. Annesinin babasının elinden tutup da onu müzeye yahut bir tiyatroya götürdüğü bir aileyi düşünün, orada büyüyecek ve gelişecek çocuğun nasıl kültürle bezenmiş bir şekilde, donanımlı bir şekilde yaşadığını ve yetiştiğini hep beraber anlarız.

Tek amacı daha yüksek sosyete bir tabakada yaşantısını devam ettirmek gibi bir idealle yetişirse o zaman kültür ve sanat gelişmez. Şunu da para sahibi varlıklı insanlarımızın bilmesi gerekir ki, kültür ve sanatla iç içe yaşadığı zaman, insanların mutluluğu daha da artar ve hayat o zaman anlam kazanır. Siz başkasıyla bir araya geldiğinizde onun yüz hatlarını gördüğünüzde mutlu olursunuz. Televizyonda akşama kadar istediğiniz kadar program izleyin bir mana ifade etmez. Bunun içinde uygun ortamlar oluşması lazım…  Evlerimiz, manzaralı, spor alanlarında insanların gelip selamlaşacağı, nefes alacağı noktalarla mimari estetik bir şekilde dizayn edilmeli ki, insanın ruhuna yansısın. Çünkü şehir bir bedendir; o bedenin alıcıları vericileri ve verdiği mesajları var. O estetik düşünülerek şehir ele alındığı zaman, bineceğiniz otobüsteki estetiği görür hayran olursunuz, içerinin tasarımını görürsünüz hayran olursunuz. Belediye otobüsüyle yolculuk yapıyorsunuz, durağını gördüğünüz zaman ayrı bir medeniyetle karşılaşırsınız. İş yerine gidersiniz, daha kapısında dış mimariyi,  iç mimariyi görür hayran olursunuz. Yani işe varıncaya kadar bir sürü size hitap eden mesajı alarak gidersiniz.

Ama sürekli kesilmiş bir havada yürüyorsunuz, karman çorman bir yapı, karman çorman bir durak, kırık dökük bir otobüs, kavga gürültü yapan insanlar ve gittiğiniz işyerinde barakalar falan vesaire…  Allah’a şükür şu anda İstanbul’da şehir mobilyasından, ulaşım araçlarından, çalışma mekânlarına varıncaya kadar çok ciddi güzelleştirmeler oldu. Yani aynı tabirleri kullanmasak da Beşir abinin dediklerini katılıyorum.  Keşke insanlarımız villa aldıkları zaman o villanın kütüphanesini de düşünebilselerdi ya da çok amaçlı salon olarak dizayn etmiş olsalardı. Çocuklarımıza top oynayın, futbol oynayın işte para kazanın demenin yanında ney üflemesini, bir enstrüman çalmasını ve işte bir iki şiir ezberlemesini sağlayabilseydik.

DİL VE EDEBİYAT DERNEĞİ BİR KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞTÜ

Siz Dil ve Edebiyat Derneği’nde yöneticilik yapıyorsunuz. Ayrıca Şiir Derneği’nin de Kurucu Başkanısınız. Türkiye’de okuma oranları ise dünya geneliyle kıyaslandığında oldukça düşük. Bu sizi üzmüyor mu? 

Şimdi tabi bu durum bizi üzdüğü için bu tür derneklerde görev alıyoruz. Vaktinizi her şeyinizi veriyorsunuz,  yani bu bizim için kanayan bir yara… Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nden başlayacak olursak  “at sahibine göre kişner meselesi” var ya, burada bizzat onu görüyoruz. Yani sayın Genel Başkanımız Ekrem Erdem Bey, o zaman milletvekili değildi. Dil ve Edebiyat Derneği fikrini ortaya attığı zaman öyle bir konumu da yoktu. Ama bakın 102 insanı ikna etti.  Bu şu demektir en az beş yüz altı yüz insanla görüştü, onları ikna edememiştir. 102 insanla da en az 4-5 sefer görüşmüştür.  Beni de en az 2-3 sefer şereflendirdi sağ olsun, geldi görüştü. Bu bine yakın görüşme demektir.  Yılmadı ve bir dernek kurdu şimdi de kamu yararına bir dernek… Hem de Türkiye ismini başına alabilen bir konumda olan dernek haline geldi. Bu arada küçük bir dernek olarak da görmemek lazım… Kısa zamanda Türkiye’nin 12 yerinde şubesi olan ve dolu dolu insanların gelip eğitim aldığı, kitap okuyabildiği, kitap satın alabildiği, dergiye yazı verebildiği, dergi okuyabildiği,  söyleşiler yapabildiği, söyleşileri takip edebildiği ve oturup nezih bir ortamda arkadaşlarıyla sohbet etme imkanı bulabildiği bir kültür merkezine, çok amaçlı bir derneğe dönüşmüş oldu.

Şiir Derneği’ne gelince, İstanbul Şiir Festivali’nin 5.’sini yapacağız. Daha öncede her kesimden bir şairin yer aldığı bir tertip komitemiz vardı. Daha sonra bunları bir sivil toplum kuruluşu haline getirelim düşüncesi hakim olunca Şiir Derneği kuruldu.  Toplum katmanlarımızın bütün bu renkleri içine alacak şekilde dizayn edildi.  Kurucular arasında işte Abdullah Uçman, Metin Celal, Adnan Özer, Tuğrul Tanyol, Ömer Erden, Ahmet Kot, Ali Ural gibi tanınmış edebiyatçılarımızın olduğu bir dernek…  Burası şairlerin derneği değil, şiiri seven, okuyan, şiire beğeni ile bakan herkesin ilgi alanında olduğu bir dernek haline geldi.  Şu anda şiir akşamları yapılıyor, işte ayda bir de Faslı Şiir devam edecek.  öyle çalışmalarımız var, ileriki safhalarda belki bir şiir dergisi ile faaliyetine devam edecek.  

GENÇLER YETER Kİ OKUSUNLAR

Hocam söyleşimizin sonunda ben gençlere okumaları için hangi kitapları tavsiye edeceğinizi sormak istiyorum…

Yazar arkadaşlar bana gönül koyarlar, hepsiyle dostuz arkadaşız. Ben birisini diğerine tercih etmiş gibi olurum.  “Üstat niye beni söylemedin” dememeleri için şimdi gençlerimizin okumaları gereken şeyleri söyleyeyim. Birincisi muhakkak yaşadığı şehrin kültür ve sanatı ile ilgili en az bir kitap okumalarını, en az bir roman, en az bir şiir, en az bir deneme, en az bir öykü, en az bir tarih kitabı okumalarını isterim. Tarihi roman da olabilir ve tarihi bilgi olur. Yazarlar arasında da bir sınırlandırma yapmak doğru değil. Bazıları popüler yazarları severler bazıları ise hiç bizim bile tanımadığımız, onların hakikaten çok istifade ettiği insanlardır.  O açıdan yönlendirmiş olmayalım. Yeter ki okusunlar, yani bizim edebiyatımızın öğeleri ana unsurları neyse onlarla ilgili kitap okusunlar. Her ay mı, her hafta mı artık gücüne göre… Yani şunu gördüm ki arzu edilirse, haftada bir kitap bitirir insan…  Bu haftada 300-400 sayfalık bir kitap bitireceği anlamına geliyor. Ayda 4, senede 52 kitap bitirmesi anlamına gelir ki, böyle bir gençlik tahmin ediyorum birikim açısından çok şey kazanır.

ON5YİRMİ5’İ ÇOK ÖNEMSİYORUM

Son olarak sözlerinize eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Ben on5yirmi5’i çok önemsiyorum. Çünkü bütün insanlar aslında 15-25 yaş arasındadır.  Kendisini genç hissetmeyen insan yoktur,  çocuk yaştaysa ben gencim der, ileri yaştaki insanda ben hala gencim diye söyler. O açıdan on5yirmi5’i ben önemsiyorum ve 15-25 yaş olarak gördüğümüz Türkiye’deki tüm yaşayanların kültürümüze sanatımıza değer vermesi ile bambaşka bir ülke olacağına inanıyorum. Bütün dünya şu anda Türkiye’yi merak ediyor, gelişmeleri yakından taklip ediyor.  Şimdiye kadar yapamadık ama kendi düşünürlerimizin dünya tarafından tanınmasına, kendi mimari stilimizin oluşturularak dünya tarafından taklit edilmesine ve edebiyat unsurları olarak ileri süreçte şiirdir, denemedir,  romandır vs. dünya tarafından örnek olarak gösterilecek edebiyatçılarımız tarafından üretileceğine inanıyorum.  Dünya da bunu bekliyor. Çünkü birlikte yaşama sanatını zirvede temsil etmiş bir imparatorluğun ahbabı olarak dünyaya söyleyeceğimiz çok şey var.  Medeniyetler Çatışmasının beklendiği bir yerde Medeniyetler İttifakı’nın Eş başkanı olması hasebiyle Sayın Başbakanımızın bu yoldaki çabasının bize yüklediği bazı yükümlülükler var. O yükümlülüklerde sadece Türkiye ve çevresi için değil bütün dünyasını mamur edecek işlerle hayatını idame eden vatandaş olmamız gerekiyor. 

Sizde bu güzel portalı, web sitesini hazırlamakla aslında sanal medyada güzel bir pencere açmışsınız. Benzeri pencerelerin daha da güzelleşerek genişleyerek devam etmesini temenni ediyorum.  Sizlere de bu yoğun günde buraya kadar gelip buraya da  teşrif ettiğiniz için şükranlarımı arz ediyorum.

 on5yirmi5


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107