Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında: muhalefeti ve muhafazakarıyla medyanın topluma umutsuzluk ve korku aşıladığını; oysa aslolanın karamsarlık değil, umut olduğunu söylüyor.İşte o yazı…
Dünyayı anlama ve algılama biçimimizi artık kitle iletişim araçları belirliyor. Hayatın gerçeklerini ekranlara yansıdığı kadarıyla ve yansıtılış şekliyle kavrar olduk.
Temelde, insanların takıntılarına dokunmayı hedefleyen medyanın başarısı insan zaafına dayanıyor. İnsanların gündelik hayattaki tutkuları, alışkanlıkları, zaafları ve hatta korkuları üzerinden gerçeklik öyküsü kurgulayan bir mecradan bahsediyoruz.
Bugünlerde gazetelerin ön sayfalarında, televizyonların ekranlarında alabildiğine tehdit, korku, endişe dolu haber izliyoruz. Sadece muhalif olmanın negatif bakışı ya da karamsarlığının şekillendirdiği bir gerçeklik algısından bahsetmiyoruz. Gücü ve iktidarı elinde tutanlar da benzer karanlık tablolar çiziyor,
Muhalif medya her şeyin kötüye gittiğini kanıtlamak için adeta özel bir dikkatle tüm olumsuz haberleri, gelişmeleri öne çekiyor. Başımıza gelen yahut başımıza musallat olduğuna ikna olmamızı istedikleri tüm olumsuzluklar belli bir zihniyetin eseriydi. ‘Ne kadar karanlık tablo çizebilirsek bu süreci o kadar kısaltırız’ mantığıyla hareket ediliyor. Zira doğasında kötülük olan bir zihniyet egemendi ve memlekete, millete hayırlı olacak bir uygulama bu kadrolardan beklenemezdi.
İşin tuhaf tarafı, kronik muhalif hallerden yayılan negatif algı tek bir taraf, anlayış ve kaynakla sınırı değildir. Bizzat eleştirinin hedefinde olan muktedirler de bu karamsarlık korosuna coşkuyla dahil olmuş durumda. Şaşırtıcı biçimde muhafazakar medyada ise, kitlelerin gelecek umudunu karartarak varlığını anlamlandıranların argümanlarını elinden çekip almak, oyunu bozmak yerine adeta bu durumu daha da derinleştiren bir dil hakim.
Nasıl mı? Tüm olumsuzluklara belli bir dünya görüşünü, belli bir insan tipini sorumlu tutarak kendini var kılmaya çalışan bir muhalefet var. Bu kesimin muhalefeti sadece var olan olumsuzlukları ortadan kaldırmanın yolunu aramaktan ziyade, totalci yaklaşımla rakibinin varlığına, düşüncesine yönelik. Diğer tarafta bu suçlamaların muhatabı olan muktedirler de daha üst bir hedefi benzer gerekçelerle suçlayarak benzer sonuçlara varıyor. Adeta kendi karşıtının dil ve yöntemini kullanır gibi, memlekette iyi gitmeyen, yetersiz kalınan her şeyden küresel bir eli, karanlık güçleri sorumlu tutan, dahası bu toprakların ne büyük bir tehlikenin içinde olduğunu iri harflerle dillendirip gelecek korkusunun/ tehdit algısının toplumun iliklerine kadar işlemesi isteniyor.
Bir yanda muhalefet iktidarı kötülemek için eline aldığı fırçayı siyah mürekkebe daldırmakla meşgul, diğer tarafta bunun muhatapları da muhtemel tehlikeleri işaret ederek korkuyu kökleştirmekle meşgul.
Amaçları farklı olsa da çift taraflı yaygınlaştırılan bu korku senaryoları toplumun geleceğe dair iyimserliğini, umudunu yok ediyor. Bir taraf iktidarı yıkmak adına diğer taraf yani iktidar yanlısı medya, kalemler konumunu korumak adına insanların en önemli zaaf noktasını, korkusunu tetiklemekle meşgul.
Oysa asıl olan hayatın ışıltısı olmalıdır. Hayat umutla kaimdir. Umudun yitirilmesi inancın da yitirilmesi demektir. Zira ‘Tanrı yoksa insan da yoktur’.
İyi hatırlıyorum, Yeni Şafak’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığım dönemlerde, 28 Şubat’ın en baskıcı günlerinde, özellikle ön sayfayı hazırlarken bir şeye dikkat ederdim. Her yerden gelen iç karartan haberlerle asık suratlı, iç karartıcı bir ön sayfa ortaya çıkardı. Son anda müdahale ederek küçük de olsa mutlaka olumlu, umut veren bir gelişme bulup yerleştirilirdi.
Gelinen noktada memlekette hemen her kesim için, karamsar tablo çizmek bir savunma yöntemi olmaya başladı. Toplumun gelecek umudunu, hayata bakışını farklı gerekçe ve amaçla da olsa karartmaya kimsenin hakkı yok. Her şey komplodan ibaret değildir. Her olumsuzluk sahibi mutlak…
yazının devamını okumak için..