İsmail Kılçarslan Yenişafak gazetesindeki yazısında: Tanım ve tarihçede anlaşmadan yol alamayacağımızıı belirterek “İslamcılık” kavramı üzerinde duruyor.İslamcılığın modernist bir kavram olarak defolarına rağmen; ” Mazlumların tam yanında, zalimlerin tam karşısında durarak yeni bir dünya kurmak mümkün.” önerisinin kıymetli olduğunu söylüyor. İşte o yazı…
Kadim dost, sevgili ağabey Hasan Öztürk’le telefon konuşmamızın sonunda Hasan abi ‘kim İslamcı kim değil, onu da bilmiyoruz’ deyince çok şaşırdım. Şaşırdım, çünkü başkalarını bilmem tabii ama Hasan abi gibi ‘bu işleri çekirdekten bilen’ birinin bu noktaya gelmiş olması bana çok ilginç geldi.
Tanımda ve tarihçede anlaşmadan yol yürüyemeyeceğimiz kesin. O halde bunu deneyelim: İslamcılık (yani İslamiyyun) geçtiği kaynaklar bakımından yaklaşık 1.200 yaşında olsa da kelimeye bugünkü anlamını veren asıl hikâye 160 yıldır var. Bir ideolojik yönelim, siyasete, gündelik politikaya, hayata ve dünyaya sunulan bir tekliftir İslamcılık. Abduh ve Afgani gibi isimlerin başlattığı (ki bu başlangıcı Karlofça anlaşmasına, hatta Mescid-i Dırar’ın inşasına kadar da götürenler vardır ve haklıdırlar), Osmanlı coğrafyasında bir ucundan Namık Kemal’in, bir ucundan Abdülhamit Han’ın, bir ucundan Mehmet Akif’in, bir ucundan Mustafa Sabri Efendi’nin tuttuğu; Mısır’da Hasan El Benna ve Seyyid Kutup çizgisiyle, Pakistan’da İkbal ve Mevdudi çizgisi ile ve farklı coğrafyalarda nice farklı isimle neşv-ü nema bulan bir tekliftir.
Şu ‘İslamcı da neymiş, -cı, -cu ekine ne gerek var’ korosuna da iki kelam etmeden olmaz. Meseleyi hiç anlamayan, anlamamakta da direnen bu yaklaşımla konuşacak, müzakere edecek neredeyse hiçbir şeyimiz yok.
İslamcılığın hayata ve dünyaya sunduğu teklif hem modernist hem de defansiftir (aslında tam olarak reaksiyoner.) Modernisttir zira modern iletişim düzeneği ve modern araçlarla yol yürümeyi tercih etmiştir. Defansiftir zira ortaya çıktığı dönem itibariyle 300 yıldır batı tarafından ‘yok edilmeye çalışılan’ Müslümanların izzet ve şerefini korumak gibi bir dertle dertlenmişlerdir. Geçmişte kısaca ‘İslamcılık, Allah’ını seven defansa gelsin ideolojisidir’ demiştim bu noktayı anlatabilmek için.
Genel itibarla anti-emperyalist, anti-sekülerist, anti-batıcı, anti-kapitalist eğilimler taşır İslamcılık. Ümmetçidir. Ümmet coğrafyasının dertlerini kendi coğrafyasında yaşanan dertlerden ayırmaya yatkın bir zihni yoktur, olmamıştır.
Şüphe yok ki İslamcılık da her modern ideolojik yönelim gibi çokça defolu, çokça hasarlıdır. Ne ki, bütün defolarına ve bütün hasarlarına rağmen dünyaya önerdiği cümle itibarıyla çok değerlidir: ‘Mazlumların tam yanında, zalimlerin tam karşısında durarak yeni bir dünya kurmak mümkün.’
‘Yeni bir dünya kurmak’ idealinin yöntemleri konusunda elbette ki her modern ideolojik yönelim gibi milyon tane farklılık barındırır içinde İslamcılık. Siyaset mekanizmasını ele geçirmek için çalışanından bu dönüşümün eğitimle olacağını savunanına, kaynaklara kesin dönüşün tek çıkar yol olduğunu dile getireninden ultra-modernistine, silahlı mücadele yöntemini benimseyeninden (ki bu coğrafyada karşılığı neredeyse hiç olmamıştır) bürokrasi mekanizmasını ele geçirmek isteyenine kadar geniş bir yöntem galerisi vardır İslamcılığın.
‘Defo ve hasar’ dedik. Türk İslamcılığı 70’li ve 80’li yıllar itibariyle yerlilikle yeteri kadar kode edilmediği için çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Ancak özellikle 90’lı yılların sonundan itibaren ‘yerlilik’ meselesinin tartışılması İslamcı düşünürler açısından hayatiyet kazanmıştır. Gelinen nokta itibariyle söylemek gerekirse Türkiye’deki ana akım İslamcı yönelimin Türk olmak, Türkiye, Türkiye fikri ve Türkiye’nin tarihsel misyonu ile hemen hiçbir sorunu kalmamıştır. Bence gelinen bu nokta son derece sağlıklı bir noktadır. (Bu konuda Ercan Yıldırım, İhsan Fazlıoğlu, Murat Erol, Fatih Şeker ve Sait Mermer gibi isimlerin yazdıklarına göz atabilir meraklıları.)
Şimdi gelelim Hasan abinin ‘kim İslamcı kim değil, onu da bilmiyoruz’ cümlesine. Aslında biliyoruz Hasan abi. Üstelik sen de ben de çok iyi biliyoruz. Geldiğimiz noktada Türk İslamcısı diye ülkesiyle barışık, anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-sekülerist insana derler. Kalbi ümmet coğrafyasıyla birlikte atan, ümmet coğrafyasının kederini gidermenin bu topraklarda yaşayan muazzez Türk milletinin kaderi olduğuna iman eden, kendisinden millete, ümmete, insanlığa en küçük bir zararın gelmemesi için uğraşan insana derler.
Ve bir şeyi daha …