İbrahim Tenekeci Yenişafak gazetesindeki yazısında halkoylamasında Eyüp’te neden kaybedildiğini değerlendiriken: “Kibrin ve kuvvetin beslediği dilden kimseye yarar gelmez. Bir parantez: Güç zehirlenmesi, mideyi yıkamakla geçecek bir şey değildir.” diyor. İşte o yazı…
Eyüp’te hayır oylarının önde çıkmasını konuşuyoruz. Bazı arkadaşlar bu sonuca bir anlam veremiyor. Aslında basit. Göktürk, ülkemizin en lüks semtlerinden biri. Anlatılamaz, görmek lazım. Eyüp ilçesinin sınırları içinde. Oraya girdiğiniz zaman iklim değişiyor. Caddelerin temizliğinden fidanların bakımına kadar. Belediye, buraya fazladan hizmet etme konusunda bir hayli gayretli. Kimlerin vergisiyle? Sonuç: Göktürk semtinde evet oyu yüzde yirmi yedi buçuk.
Karşı görüşten iki oy almak için kendi seçmenini küstüren bir anlayıştan bahsediyoruz.
Buna benzer sayısız örneğin veya adaletsizliğin içindeyiz. Adalet iyidir. İnsanı mahcup etmez.
İstanbul’un birçok bölgesine metro yapılıyor. Giriş çıkışların hangi noktalara verildiğine dikkat edelim. Zengin daha zengin oluyor.
Hasan Öztürk ne güzel yazdı: “Garibanın yetinme ve kanaatkâr halini istismar edenlerin, tamahkâr ve şımarıkların tahakkümüne boyun eğmelerini içime sindiremiyorum.” (18 Nisan 2017, Yeni Şafak.)
Fazla uzağa gitmeyelim. Vadi İstanbul isimli bir proje var. Pencereden attığınız izmarit neredeyse çam ormanının içine düşüyor. Nasıl oluyor bu? Maalesef bu tür projelerin sayısı artıyor.
Bazı belediyelerde görüyoruz. Konu ne olursa olsun, duyuru afişlerinde başkanların devasa fotoğrafları yer alıyor. Unutamadığım afişlerden biri: İlçe sınırları içinde yaşayan bir sporcu dünya şampiyonasında iyi bir derece almış. Belediye başkanı bu başarıyı kutlamak / duyurmak için ilçenin birçok yerini afişle donattı. Fakat afişe sporcunun fotoğrafını koymayı unutmuşlar. Sadece belediye başkanı. Sanki dereceyi o yapmış.
Burada biraz duralım. Camiamızdaki birçok insan görünme hastalığına yakalanmış durumda. Öne çıkmak istiyorlar. Hayır, en ön saflarda mücadele etmek için değil. Üç gün televizyona çıkmayınca unutulacağına inanan gazeteciler gibi. Nedir bu hırs?
Bunlar artık ters tepiyor, bir olumsuzluk olarak ‘içerde’ birikiyor.
***
Üslup meselesini defalarca yazdık. Öyle anlaşılıyor ki daha da yazacağız.
Kibrin ve kuvvetin beslediği dilden kimseye yarar gelmez. Bir parantez: Güç zehirlenmesi, mideyi yıkamakla geçecek bir şey değildir.
Hakaret edercesine konuşanların ödüllendirildiğine şahitlik ediyoruz. Bu bizi fena yoruyor.
Sosyal medyadaki mevcut dil, bize ne kadar aittir? Farklı dünya görüşünden bir takipçinin yorumunu paylaşmak isterim: “Ete para vermeyin, yiyin birbirinizi.” Görüntümüz budur. Bu tablo, nice samimi insanın geri çekilmesine neden olmuştur. Veballi iş.
Üslup bahsini elbette açabiliriz. Şikâyetlerimizden biri de hizmet üslubunun kaybedilmesi. Bazı adresler için şöyle deniliyor: “Ortada bir menfaat yoksa, kimse o işin ucundan tutmuyor.” Belli başlı semtlerin ve kesimlerin adeta hizmetçisi haline gelmek de bu kaybın sonuçlarından biridir. Sahibini memnun etmeye çalışan bir köleye dönüşemeyiz. Adil davranmak zorundayız. Refah Partisi’nin belediyecilik anlayışı ne kadar güzeldi. Halka hizmetin Hakka hizmet sayıldığı günler. Etkinlik sektörünün henüz olmadığı kıymetli zamanlar.
Üslüpla beraber başka neler kaybediliyor?
Hayat, arkadaşlıktır. İnsan, insanlardan oluşur. Kimi kalbimiz, kimi şevkimiz olur.
Hızlı bir şekilde birbirimizi kaybediyoruz. Uzun soluklu arkadaşlıklar değil de günübirlik ilişkiler tercih ediliyor. Böylece “mekânımız piyasa” olmuş oluyor. Sıradan bir şey bile sıkı tembihler eşliğinde söylenmiyor mu? ‘Aramızda kalsın.’ Çünkü emin değiliz ve olamıyoruz.
Şöyle düşünelim: Ahbabın yok. Dertleşmek için psikologa gidiyorsun. İhtiyaç durumunda bankaya koşuyorsun. Buna hayat diyebilir miyiz? İmdadımıza Cemal Şakar yetişsin: “Seçilmiş yalnızlık olgunlaştırıcıdır, içine düşülen yalnızlık ise çürütücüdür.” Bütün bu toplu fotoğraflar, kalabalık ortamlar bizi yanıltmasın.
***
Murat Menteş’in romanlarından birinde geçer. Aklımda kaldığı kadarıyla: “Durum ciddileşince herkes şüpheli hale gelir.” Elbette ciddi badireler atlattık. Belki de bundan dolayı en ufak bir şeyden ve herkesten şüphe eder hale geldik. Sürekli tetikteyiz, temkinliyiz. Bu durumu bile şahsî ikballeri için fırsata dönüştürmeye çalışanlar var. Muhbirlik yapan, durmadan suçlayan ve nice emek sahibini zan altında bırakan. Nihayetinde insanın gönlü vardır ve kırılır.
Otuz yıllık bir tecrübedir bu: Senin dava olarak inandığın değerleri bir başkası kazanç kapısına dönüştürebiliyor. En acısı da böyle kimselerle aynı çatı altında bulunmaktır.
Türk Vatandaşlığı Kanunu’nu bilenler bilir. Vatandaşlık için aranan şartlardan biri de ‘iyi ahlâk sahibi olmaktır.’ Bunu ara sıra hatırlayalım, hatırlatalım.
Uzak bir çağrışım…