Kaygı ve umut arasında

Yazarlar
Ahmet Taşgetiren Star gazetesindeki yazısında: “Ben yaşanan süreci “Türkiye’nin Türkiye olma, İslam dünyasının İslam dünyası olma mücadelesi” diye tanımlıyorum.”diyor. İşte ...
EMOJİLE

Ahmet Taşgetiren Star gazetesindeki yazısında: “Ben yaşanan süreci “Türkiye’nin Türkiye olma, İslam dünyasının İslam dünyası olma mücadelesi” diye tanımlıyorum.”diyor. İşte o yazı…

Pazar günkü “HDP operasyonu ve ötesi” başlıklı yazım şöyle bitiyordu: “Batı dünyası ile ilişkilerimizin en gergin olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Resmen “ittifaklarımız”ı sorguluyoruz. 

Amerika’dan Avrupa’ya, onların da Türkiye’ye karşı pozisyonları fütursuzca aldığı bir manzara söz konusu.

Biz “Terör bizi vuruyor, ona göz yumamayız” diyoruz, onlar, bizim kaygılarımızı hiç anlamıyor modunda “Türkiye’yi yöneten kadroları” sorguluyor, yer yer ağır suçlamalar yöneltiyor, Batılı kurumlardan dışlamak gibi tehditler yapıyorlar.

Bizdeki duygu, “Ne pahasına olursa olsun” boyutunda.

Batı da gittikçe “Ne pahasına olursa olsun” boyutuna yöneliyor.

Bu bir kopuşu ve başka stratejik dengelere yönelişi getirir mi? Onun bedeli ne olur?

Hadi HDP ile bitirelim:

Acaba HDP, bölgede gerilimlerin daha da tırmandığı ve savaş, iç gerilimler vs ortamında Türkiye’nin ipini Batı’nın çektiği bir hesaba mı oynuyor?”

“Türkiye’nin ipini Batı’nın çekmesi…”

Böyle bir ihtimal gündeme getirilebilir mi?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın Pazar günü yaptığı değerlendirmeler de gerek FETÖ gerekse HDP ile ilgili Batı’dan gelen tepkileri en azından “Dostça” okumadığını, hatta “beka meselesi” ile kurduğu bağlantı sebebiyle, belki “Düşmanca” algıladığını ortaya koyuyor. Cevabı da açık:

“Açık, net söylüyorum. Benim Uluslararası bu saldırılardan en ufak bir korkum, endişem yoktur… Türkiye’nin son üç yıldır yaşadığı hadiseler sebebiyle artık olaylara bakış açısını değiştirmiş, kendisine yeni bir yol çizmiştir. Bundan sonra bizim için ‘Şu ne der, bu ne der?’ diye bir ölçü yoktur. Artık bizim ölçümüz, ülkemizin, milletimizin bekası için ne yapılması gerekiyorsa, onu yapmaktır.”  

Dün, Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül’ün yazısının başlığı “ABD Suriye ve Irak’ta Türkiye ile savaşıyor” şeklinde idi. Acaba Batı ile yaşadığımız gerilim, Suriye ve Irak’ta “savaş” diye nitelenebilecek boyutta mı ve tabii öyle ise bu “savaş algısı”nın Türkiye tarafından verilen cevabı nedir?

Yine dün, Yeni Şafak’ta, Aydın Ünal’ın “Bingöl izlenimleri” vardı. Orada önce bir Bingöllü vatandaşın kaygısına yer veriyor, sonra da kendi cevabını koyuyordu. Kaygı şu satırlarda yer almıştı:  

“Bingöllü bir arkadaş, o yaygın kaygıyı ve merakı dile getiriyor: “Suriye’de, Irak’ta taarruzdayız; FETÖ ile PKK ile mücadele ediyoruz; HDP’liler tutuklanıyor; gazetelere operasyon yapılıyor; ABD ve AB ile ilişkiler gergin. Çok fazla cephe açmıyor muyuz? Nereye varacak bunun sonu, altından kalkabilecek miyiz?”

Cevap, milletvekili olmadan önce hem başdanışmanlığını yaptığı hem de konuşma metinlerini yazdığı Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözlerini hatırlatıyordu; şöyle ki:

“Çok cephede savaştığımız doğru ama çok düşmanla değil, tek düşmanla savaşıyoruz.

“Karşımızda ne Suriye, ne de Irak var. Karşımızda ne DEAŞ, ne FETÖ, ne de PKK var. Karşımızda ne Cumhuriyet Gazetesi, ne HDP, ne de diğerleri var. Karşımızda, tüm bu cepheleri bir maşa olarak kullanan, tam da Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi tek bir “üst akıl” var.”

Üst akıl – ABD – AB ve türevleri…

Bunlar bizim müttefiklerimiz (di.)

Şimdi çok derin şüphelerimiz var.

Aydın Ünal’ın “Bingöllü arkadaş”tan naklettiği “Çok fazla cephe açmıyor muyuz? Nereye varacak bunun sonu, altından kalkabilecek miyiz” kaygısı dün medyanın farklı köşelerine yansıyan bir kaygı. “Altından kalkabilecek miyiz?” sorusu da “bireysel bir korku”nun değil, aslında yine Sayın Cumhurbaşkanı’nın …

yazının devamını okumak için…