Muhammed Uyar’ın yazısı
Amerikan filmlerinin özünü oluşturan konulardan birisi olan ‘Süper Adam’ olmaya dair en bilindik kahraman filmlerinin başında gelen ‘Süpermen’ serisinin yeni filmi “Man of Steel”, eski hikâyeyi yeni yönetmeni ve senaristiyle aktarma derdinde. Süpermen’in artık yok olmak üzere olan Kripton gezegeninde doğumu ve ‘güneş’in enerjisiyle güçleneceği Dünya’ya gönderilmesiyle başlayan filmin senaryosuna çizgi roman dünyasının yakından tanıdığı ve Dark Knight serisiyle Batman’e yeniden hayat(!) veren Christopher Nolan’ın eli değdi. Nolan’ı tanımayanlar için birkaç filmini sıralayalım: Memento(Akıl Defteri), Batman Başlıyor, Prestij, Inception(Başlangıç) ve Dark Knight serisi… Yönetmenlik koltuğunda ise 300 Spartalı ve Watchmen gibi filmlerin yönetmeni Zack Snyder oturuyor.
Filmin teknik altyapı olarak harika bir aksiyon vadettiğini söyleyebilirim. Türkiye’deki film yapımcılarının, yönetmenlerinin (şimdilik) yapabilmeyi hayal bile edemeyeceği kadar etkili görsel efektler var. Tabii ki bütçe ile alakalı bir durum, biliyorum. Ama biz yapamadığımız ve onlar yaptığı sürece Hollywood’un bu özelliğini ister istemez öveceğiz. Minimalist filmler yapma derdindeki yönetmenlerimiz ülkemizin güzelliklerini göstermek yerine sürekli ‘karanlık’ noktalarına parmak basmayı tercih ettikleri için ister istemez Amerika’nın kendi ‘süper kahramanlık’ öykülerine maruz kalıyoruz.
İşte tam bu noktada ülkemizin gündemine dönelim ve ‘Man of Steel’ üzerinden ülkemizde yaşananları değerlendirelim. Süper kahramanların güçlerini kullanabilmeleri için ortada kötü giden bir şeylerin olması gerekir. Güllük gülistanlık bir hayatın olduğu yerde kimse süper kahramanlara ihtiyaç duymaz. Öyle bir yerde ‘süper kahramanlar’ olsa olsa sirk oyuncağı olabilir. Türkiye son yıllarda ekonomik istikrarı ve gelişimi ile birlikte birçok sorunu geride bıraktı. (Bu noktada meseleyi siyasileştirmeye çalışanlar olacaktır. Onlar şimdiden yazıyı okumayı bırakabilirler. Derdimiz siyaset değil.) Ekonomik krizlerden etkilenmeyen ve bölge siyasetinde ‘yönlendirici’ rolüne sahip bir ülke oldu. Bu da az önce bahsettiğimiz ‘güllük gülistalık’a tekabül ediyor.
“Bir ‘süper kahraman’ Türkiye’de olsa olsa işsiz olur.” diyebileceğimiz günlerde birden ortalık karıştı. ‘Gezi Parkı’ndaki ağaçları koruma bahanesiyle başlayan eylemler ülkenin ve dünyanın gündeminde ilk sıralara yerleşti. ‘Gezi Parkı’nı kurtarılmış bölge ilan edenler yaklaşık 20 gün boyunca alana kendileri gibi düşünenlerden başka kimseyi parka yaklaştırmadı. Polisin ilk gün gerçekleştirdiği ‘orantısız müdahale’nin ardından kendilerine oldukça geniş bir destekçi kitlesi de bulan eylemciler sponsorları(!) sayesinde eylemi uzun süre devam ettirmeyi başardı. Ve fakat bu eylemlerin masum olmadığı ve planlı şeklide ülke huzurunu bozmaya yönelik olduğunun ortaya çıkması uzun sürmedi.
Bu süreçte birçok kavramı gözden geçirme ve değerlendirme fırsatımız da oldu. Örnek verecek olursak demokrasi, seçim, sandık, özgürlük, sponsorluk, faiz… Ülkemiz sanatçılarının ‘demokrasi’sinde kendileri gibi düşünenlerin olmadığını gördük. Özgürlüğün (affınıza sığınarak) başörtülü bir annenin üzerine pisletmek olduğunu gördük. Faizin neden haram olduğunu ve kurtulunması gereken bir pislik(!) olduğunu lobilerin yaptıklarından öğrendik. Ve değerlerine sövülen Türkiye insanının ne kadar sağduyulu olduğunu ve “Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu” ne kadar içselleştirdiğini yaşayarak gördük. Sonuç olarak ellerini ovuşturarak süreci takip edenler emellerine tam olarak ulaşamadılar.
Yukarıda söyledik, süper kahramanların kaoslara ihtiyacı olur diye. Bizde ise ‘kaos’umuzun süper kahramanı olmak için kıyasıya bir savaş yaşandı. Sosyal medyada ‘gaz’a gelip insanları isyana çağıran kahramanlarımızın başında ise eskilerin jöleli polisi, şimdilerin ünlü banka reklamı oyuncusu Mehmet Ali Alabora vardı. ‘Man of Steel’i izlerken Clark Kent rolünde Alabora’yı görmüş gibi oldum. Bilinçaltımın nasıl bir bağlantı kurduğunu anlatayım.
Süpermenimiz Clark dünyayı kötü adam General Zod’un elinden kurtarayım derken ortalığı birbirine katıyor. Marketler yıkılıyor, trenler yamuluyor, yollar parçalanıyor, gökdelenler masum insanların üzerine yıkılıyor. New York’un göbeğinde resmen katliam yaşanıyor. Ama her şey bittiğinde kimse bunları hatırlamıyor bile… Bu sahnelerde ışık hızıyla dövüşen ama jöleli saçları hiç bozulmayan Süpermen’i izlerken bizim ‘SüperGezi Kahramanı’mız düştü gözümün önüne… Yıkarak yapabileceklerini zannedenlerin başını çekenlerden olduğu için bunları yazmakta bir beis görmüyorum. Zihnen ve manen bir devrim gerçekleştiremeyenlerin, -acınası bir şekilde- maddi devrime kalkıştığı bu ortamda olayları sükûnetle evlerinde izleyenlerin gördüğü en net şey de bu oldu. Memoli sadece Memoli değilmiş, Muhteşem Sülüman (demek ne kadar doğruysa) sadece oyuncu değilmiş… Yeri ve zamanı geldiğinde insanları da oynatabiliyor ve emellerine alet edebiliyorlarmış. Sanatçıların olaylar sona erdiğinde ve her şey normale döndüğünde -daha önce yaptıkları gibi- ‘biz aslında barışçıl insanlarız, ağaçlar için yaptık, biz de istikrar istiyoruz zaten’ gibi çark etmelere ise artık kimsenin kanacağına inanmıyorum.
Ortalık yakılıp yıkılırken şu doktorun numarası, bu avukatın adresi diye paylaşım kahramanlığına soyunanların bizlere ‘General Zod’ gibi göstermek istedikleri insanların öyle olmadığını da gördük. Filmde bile olsa bir masumun başına gelen kötü olaylara üzülen ‘bu ülke’nin insanını hiç kimse kolay kolay vurdulu kırdılı gerçek bir filmin içine çekemez. Mukaddes değerlerinin başında gelen ezanın Türkçeleştirilmesine bile 18 yıl taşkınlık yapmadan, devletine saldırmadan sabreden ve fırsatını bulduğunda seçimle başa getirdiği insanların eliyle istediğini yaptırtan bu milleti karşılarına alarak, kargaşa ile çözüm bulacaklarını düşünenlerin oynadığı bu bilimsiz-kurgu filminin gişede tutmayacağı gerçekten belliydi.
Türkiye’de süper kahraman filmi tutmaz. Allah’ın büyüklüğüne iman etmiş insanları süper kahraman hikâyeleri uyutmaz, uyandırır. Günü geldiğinde uyanmak bizim jölelilere de nasip olur inşallah…
twitter.com/muhammeduyar